Anadolu’da 16. yüzyıldan sonra, şehirlerde, esnaf teşekküllerinde, asker ocaklarında, kervansaraylarda, konaklarda gelişen halk edebiyatından farklı orta tabaka edebiyatı.
İslamiyetten önceki Türklüğün milli sözlü edebiyatı içinde daha çok Kam, Bakşı ve Ozanlar yer almışlardır. Aynı zamanda birer halk hekimi ve sihirbaz vazifesini de üstlenen bu kimseler, İslamiyet, sihri ortadan kaldırdığı ve modern hekimliğin yolunu gösterdiği için eski itibarlarını kaybettiler. Önceleri hikaye, destan ve kahramanlık şiirlerini terennüm ettiler. Zamanla ortaya çıkan aşık edebiyatının ortaya çıkmasına sebeb oldular. Böylece, halk şairi de denen aşıklar ortaya çıkmış oldu. Buna paralel olarak devam eden yüksek zümre yani divan edebiyatından ayrı bir edebiyatın hazırlanmasında rol oynayan aşıklar, daha ziyade hece ölçüsünü kullandılar. Kendilerini, irticalen yani dile geldiği gibi, saz eşliğinde, bir de kalabalık halk önünde söyleme yönünden, divan şairlerinden üstün görürlerdi. Halk da aynı görüşte olmasına rağmen, divan şairleri tarafından pek rağbet görmediler. Ancak orduda yetişenler ve sarayda görülen halk şairleri bilhassa saray tarafından destek gördüler. Hatta sarayda bilhassa hanımlar arasında halk şiiri tarzında şiir söyleyenler de görüldü.
On yedinci asra kadar ellerinde saz olan halk şairleri bu yüzyıldan sonra, çöğüre rağbet ettiler. Böylece aşık ve saz şairi yanında aynı manada çöğürcü kelimesi de ortaya çıktı. Fakat 19. yüzyılda başlayan garpçılık hareketi ve Cumhuriyet dönemlerinde bu zümre eski rağbetini gitgide kaybetti. Sadece memleketin iç kesiminde eski hayat tarzına yer veren kısımlarda aşıklara rastlanmış oldu.
Günümüzde varlıklarını sürdüren aşıkların belirli toplantı yerleri vardır. Halk şairleri, köy, kasaba, göçebe gibi topluluklarda güç hayat şartları içerisinde yetişmişlerdir. Büyük şehirlerde yaşayan halk aşıkları ise Divan edebiyatından etkilenerek özelliklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Aşıklar eserlerini sazlarıyla beraber, hem çalarak hem de söyleyerek meydana getirirlerdi. Her aşık bir ustanın yanında yetişir, yetişme esnasında ustasından öğrendiklerini etrafa yayardı. Geçimlerini ya zengin olanların yardımlarıyla veya toplulukta sanatını icra ettikten sonra toplanan paralardan temin ederlerdi. Aşıklar çeşitli tasniflere tabi tutulmuşlardır. Kısaca aşağıdaki şekilde gösterilebilirler:
Şehir ve kasaba şairleri: Bunlar Divan şiirinin etkisinde kalmış ve belli bir süre tahsil görmüşlerdir.
Köy şairleri: Büyük şehirlerden uzak kalmış şairlerdir. Sanatlarını köy düğünü ve meclislerde icra ederlerdi.
Göçebe çevrelerinin şairleri: Güneydoğu Anadolu’da bulunan aşiret beylerinin hizmetinde bulunan şairlerdir.
Mezhep ve tarikat şairleri: Daha ziyade kızılbaş şairleri ile Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolundan ayrılmış olan Bektaşi şairleridir.
Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli ve Eşrefoğlu gibi tekke şiiri içinde yer alan mutasavvıfların şiirlerindeki özellikleri, sonradan gelenler zamanla değiştirmişler ve kaynağını Şah İsmail’in şii inançları ve kültüründen alan yarı politik bir aşık edebiyatı meydana getirmişlerdir. Şah İsmail’in ve Tahmasb’ın Osmanlı padişahlarıyla yaptığı savaşlar esnasında Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi bazı şairler bu edebiyatın Anadolu’da temsilciliğini yapmışlardır.
Aşık edebiyatının sözlü ve yazılı olmak üzere iki kaynağı vardır. Sözlü kaynak, aşık edebiyatını öğrenenlerin hafızalarıdır. Bunlar aşık edebiyatını, bir yerden bir yere ve nesilden nesile yaymayı vazife bilirler.
Yazılı kaynaklar ise, okuma-yazma bilen aşıkların veya herhangi bir meraklının beğendiği şiirleri yazdıkları defterlerdir. Bu çeşit defterlere cönk veya sığır dili denirdi (Bkz. Cönk).
Aşıkların meydana getirdikleri eserler, hikaye ve şiir olmak üzere iki kısma ayrılır:
a) Hikayeler: Aşıkların anlattıkları, nesir ve nazım karışımı hikayelere, Türk Edebiyat tarihinde halk hikayesi adı verilir. Bu hikayelerin, son devirdekiler hariç, müellifleri belli değildir. Hikayelerde kahramanlık, aşk ve halk şairlerinin hayatları anlatılır.
b) Şiirler: Aşık edebiyatında şiir, hem aşıklar tarafından meydana getirilir, hem de başkalarınınki nakledilirdi. Şiir, aşık edebiyatında konuları bakımından; destan, güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, tenkit, iyilik telkini, nasihat ve şikayet gibi ahlaki konuları işleyen manzumeler olmak üzere kısımlara ayrılır.
Aşık edebiyatı, dil, üslup ve vezin bakımından Divan edebiyatından ayrılır. Aşıklar halkın konuştuğu dil ile yazmışlar ve söylemişlerdir, saray tarafından ilgi görmüşlerdir. Eserlerinde çok az Arabi ve Farisi kelimeler kullanmışlardır. Hakim olan vezin, hece veznidir. Ancak aruz vezni de yer yer kullanılmıştır.
Aşık edebiyatı aslında sözlü bir edebiyattır; zira, aşıklar, şiirlerini yazmazlar, söylerlerdi. Onların şiirleri daha çok şiir meraklıları tarafından tertib edilen cönklerde yer almıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.