Aşkı konuşmak kolaydır da, aşkla kanatlanmak, âlemi yukarılardan kalp gözüyle görebilmek zordur. Aşk varlığın merkezini değiştirir. Önceki varlık düzeyimizden bir boşluğa atılmak ve oradan yeni bir dünyaya, yeni bir varoluşa kement atmak istemektir, âşık olmak. Hiçbir şey artık eskisi gibi değildir ve etrafımızdaki dünya bir deprem geçirircesine sallanmaktadır. "Ballar balını buldum/ Kovanım yağma olsun" der Yunus.
Aşk hayatın anlamını arayıştır. Kendinden geçmek, göklere yükselmek, hayatı bir vecd ve genişleme halinde yaşamak âşıklara özgüdür. Romantik aşkta aradığımız yalnızca insani aşk ve ilişki değildir; aynı zamanda manevi deneyim ve bir bütünlük durumu özlemindeyizdir. Çünkü aşkla bir tamamlanmışlık duygusu yaşar, eksik bir parçamızın bize geri verildiğini hissederiz.
Aşk kimi zaman bizi yaralar, üzerimizde iz bırakır. Bıraktığı yaralar her örseleyici söz ve yaşantıyla yeniden kanar. Bazen de ruhun yaraları kabuk tutar. Kimi yaralı ruhlar, ilerleyen zamanlarda geçmişin gölgesini takip eder. Bir türlü anlaşamadıkları, ilişkilerinde hep sorun ve mahrumiyet yaşadıkları ana babalarına benzeyen eşler seçerler. Dertleri; geçmişin yaralarını şimdi, bugün, bu yeni ilişkiyle tedavi etmektir. Kimi insanlar reddedici bir ana baba özelliği gösteren bir sevgiliye sevdalanırlar. Kendilerini diledikleri gibi sevmemiş anne babayla bitmemiş bir mesele, görülmemiş bir hesap vardır ortada. Kimileri kendileriyle aynı yaralardan mustarip muhariplere sevdalanır. Sevdiğimiz insanla kurduğumuz bağlanma, çoğu zaman anne babamıza bağlanma biçimimizi bir ayna gibi yansıtır. Sevdiklerimize bazen güvenlikli, bazen de endişeli/ikircikli biçimlerde bağlanırız.
Akıl duyguyu, kudret sevgiyi, dış içi arar. Âşık olan kişi, sevdiğiyle psikolojik olarak bütünleşmiş, anlam duygusunu yakalamış, doyum içinde bir varlıktır. Sevmekle zaman durur, uzak âlemlere kulaç atılır. Gerçek âşıklar, içe çekilir, içe doğru derinleşir, varoluşun kemikleri yakan ıstırabıyla kendilerinden geçerler.
Onlar bu sızıdan hiç uyanmak istemez, "Aşk derdiyle hoşem/El çek ilacımdan tabib" diyebilirler. Çünkü bilirler ki âşığın asıl derdi çileyle pişmek, çilede yanmak ve bu çileyle tamamlanmaktır. O yüzden erenler yüzyıllar boyu mum alevinde eriyen pervaneyi âşığa misal verdiler. Yanmazsan olmazsın. Ağlamazsan, çöle düşmezsen, inlemezsen tamamlanmazsın. "Mecnun olup çöle düşmeyeceksen/Ne Leylâ'yı çağır ne çölü incit" der bu toprakların bir türküsü. Çölü incitmeden, onun uğruna cefa çekmeyi göze alarak yaşanır aşk. Âşık bir çabayla sınanır önce. Ayrılıkla imtihan edilir.
Aşık olan kişi, sevdiğiyle psikolojik olarak bit-tünleşmiş, anlam duygusunu yakalamış, doyum içinde bir varlıktır.
Modern Zamanlarda Aşk
Günümüzün aşkları ise görünmek istiyor. Kıyıda köşede gizlenmeden bilinmeye, ilan edilmeye, ses çıkarmaya çalışıyor. Özlemek istemiyor artık âşıklar, hemen kavuşmak, chatleşmek, mesajlaşmak, sevdiğini cep telefonuyla hep kapsama alanında tutmak, hapsetmek, boğmak istiyor. Aşk, artık beklemeye tahammül etmiyor. Âşık sevmek değil, sevilmek derdinde. Sevilsin, şu karanlık dünyada kendisine bir ışık dehlizi açılsın, bu dünyada sevilmeye değer olduğunu birisi kendisine söylesin istiyor. Yücelmek için yüceltiyor, sevilmek için seviyor. Istıraba tahammülü yok, yanmaya gelemiyor; varlığını alevde eriten bir pervane yerine, kandile sitem okları yağdıran bir pervane olmayı yeğliyor. Gürültü yapıyor. "Ne olur beni sev!" diye ulu orta bağırıyor ama bu çağrı, sessiz bir ağlayışla yapılmadığı için, masum bir yakarış olmadığı için otellerden yankı bulmuyor.
Aşk artık sessizliğe katlanamıyor. Âşık sanıyor ki ne kadar ses çıkarırsa o kadar iyi anlaşılacak. Çıkardığı sese karşılık bir ses istiyor, iniltisine bir iniltiyle cevap verilsin istiyor. Oysa o cep telefonu her çaldığında sesler daha bir anlamsızlaşıyor. Hiçbir şey iletmeyen, duygu taşımayan her konuşma insanı kendi zindanına daha da çok gömüyor. Fazladan sarf edilen her kelime, oluş çabasıyla sınanmamış her söz, sevgiliyi sırlar mağarasına daha çok çekilmeye mecbur ediyor. Fuzulî sözler, aramıza sırdan bir duvar örüyor. Aşkın işlevi eskilerde perdeleri yırtmak iken, şimdilerde örtülere bürümek. Sevgiliden ve kendinden saklanmak. Oysa âşığın feryadı susuşunda gizlidir. "Ancak söylenemeyen aşk aşktır" diye yazan Blake, asırlar öncesinden seslenen Mevlâna'yı yankılar gibiydi: "Dil, kelimeler pek çok şeyi açıklar ama aşk, üzerine kelimeler düşmediğinde daha berraktır."
İnsanların mezar taşlarından ve kitabelerden daha çok bildikleri vehmiyle durmadan konuştukları bir çağda, gökler susuyor. Ve aşk, günümüzde yaramaz bir çocuk gibi tepinip yaygara koparıyor. Sessizlik bütün asaletiyle hayatımızın her cephesinden geri çekiliyor. Ruhumuzun kıyılarını döven ses dalgalan, bize ne bir özlem duygusu ne de bir kavuşma heyecanı bırakıyor. Hız ve gürültü, sonunda aşkın yüzlerce yıllık anlamını da yutuyor.
insanlar artık birbirlerine mütemadiyen sözler veriyor. Bunu çoğu zaman aşkın etkisiyle, karşılarındaki "yüce insanı" etkilemek için yapıyorlar. Derken evlilik gerçekleşiyor, taraflar birbirlerinden daha evvelden verilmiş sözleri tutmalarını beklerken, yerine getirilmeyen vaatler hayal kırıklıklarına yol açıyor. Tutulmayan her söz, aslında o ilişkinin temeline bir dinamit koyuyor.
O yüzden diyoruz ki; "Ey âşık, beklemeyi bil! Aşkını sözlere boğma, susmayı bil! Sevdiğin, sen onu çağırmayı bilirsen gelecektir. Aşkın kanatlarıyla uçarken gürültü etme, sessizliği incitme. Ne mutlu sana ki seviyorsun, sevebiliyorsun. Büyük bir armağan almışsın ötelerden. Yazıklanıp da melekleri küstürme."
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.