Atilla Yayla - Bilgiler
08/12/2009 20:18
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Kamu Yönetimi Bölümü

Siyaset ve Sosyal Bil. Öğretim Üyesi

xxxx

03.03.1957 tarihinde Kaman'da doğdu.

Eğitim;

1980, lisans, ekonomi, Ankara Üniversitesi

1983, yüksek lisans, kamu yönetimi, Ankara Üniversitesi

1986, doktora, siyaset bilimi, Ankara Üniversitesi

İş tecrübesi;

1980 - 1982; Gazetecilik, Ankara

1984 - 1985; Araştırma Görevlisi, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF),

Ankara Üniversitesi

1986 - 1991; Yardımcı Doçent, SBF, Ankara Üniversitesi

1991 - 1992; Yard. Doçent, Kamu Yönetimi Bölümü, İİBF,

Hacettepe Üniversitesi

1992 - 2000; Doçent, Kamu Yönetimi Bölümü, İİBF, Hacettepe Üniversitesi

1987 - 1988; Müdür Yardımcısı, Türk Demokrasi Vakfı

1992 - 1995; Başkan Yardımcısı, Dış Politika Enstitüsü

1997 - ; Yönetim Kurulu Başkanı , Liberal Düşünce Topluluğu Derneği

2000 - ; Profesör, Kamu Yönetimi Bölümü, İİBF, Gazi Üniversitesi

Yurt dışı ziyaretleri;

1988 - 1989; Ziyaretçi öğretim üyesi, Londra Üniversitesi, İngiltere

1992 ; Ziyaretçi öğretim üyesi, İngiltere

1996 - 1997; Ziyaretçi öğretim üyesi, George Mason Üniversitesi, ABD

Uluslararası muhtelif konferans ve toplantılara katılım.

Kitaplar;

- Terörizm Üzerine (1990, Ankara)

- Liberalizm (1992, Turan Kitabevi, Ankara;

1998, ikinci baskı, Liberte Yayınları, Ankara)

- Liberal Bakışlar (1993, Siyasal Kitabevi, Ankara)

- Sosyal ve Siyasal Teori (derleyen) (1994, Siyasal Kitabevi, Ankara)

- Kanun ve Düzen (F.A. Hayek'ten çeviri) (1994, İş Bankası Kültür Yayınları)

- Refah Partisi üzerine (Melih Yürüşen ile birlikte) (1996, Türkçe ve Almanca)

- Siyasi Partiler Araştırması (Melih Yürüşen ile birlikte)

(1996, Türkçe ve Almanca)

- Siyaset Teorisine Giriş (1998, Siyasal Kitabevi, Ankara)

- Islam, Civil Society and Market Economy (derleyen) (1999, İngilizce, Liberte Yayınları, Ankara)

- Özgürlük Yolu: Hayek'in Sosyal ve İktisadi Felsefesi

(2000, Liberte Yayınları, Ankara)

Makale:

- "Terörizm: Kavramsal Bir Çerçeve" (1980)

- "Dini Cemaatler, Eğitim ve Demokrasi: Amish Cemaati Örneği"

(1997, Türkçe ve İngilizce)

- "Türkiye'de İslam, İnsan Hakları ve Demokrasi" (1998)

- "Teorik ve Aktüel Anlamıyla İnsan Hakları" (1994)

- "Kurucu Rasyonalizm, Adalet ve Sosyalizm" (1993)

- "Adalet Teorileri Üzerine" (1991)

- "Bilgi Çağı: "Doğrular ve Yanlışlar" (1998)

- "Cultural Clashes Between Minorities and Larger Society in Democracies"

(İngilizce, 1997)

Diğer;

- Türk Siyasi İlimler Derneği üyesi

- Liberal Düşünce Topluluğu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

- Mont Pelerin Topluluğu üyesi

- Liberal Düşünce dergisi yayın kurulu üyesi

- Yorktown (ABD) Internet Üniversitesi öğretim üyesi

- Center for New Europe Enstitüsü (Belçika ve Almanya'da yerleşik) uluslararası akademik danışma kurulu üyesi.

xxxxxxxxxx

AÇIKLAMA

'BENİ HAİN İLAN ETMENİZ YANLIŞLIĞI GÖSTERMEZ'

22.11.2006

Prof. Dr. Atilla Yayla bir panelde söylediği sözlerden dolayı medyatik lince tabi tutuldu. Yeni Asır "Hain" derken, Yayla'nın üniversiteki ders görevine de bugün son verildi.

www.biyografi net olarak Prof. Dr. Atilla Yayla'nın kendisine hain diyenlere verdiği cevabı yayımlıyoruz.

Prof. Dr. Atilla Yayla bir panelde söylediği sözlerden dolayı medyatik lince tabi tutuldu. Yeni Asır "Hain" derken, Yayla'nın üniversiteki ders görevine de bugün son verildi.

Haber10 olarak Prof. Dr. Atilla Yayla'nın kendisine hain diyenlere verdiği cevabı yayımlıyoruz.

Türkiye'de medya sektöründe korkunç bir ahlâkî ve meslekî yozlaşma yaşandığı tespitine sektörün içinde yer alan pek çok kişi de katılmaktadır. Bu yozlaşma, değişik zaman ve ortamlarda insanlara zarar vermektedir. Birçok kimse gibi benim de bu konuda tecrübelerim, bizzat yaşadığım ve şahit olduğum olaylar var.

Bunların hepsini yazacak ve tarihe not düşeceğim. Şimdilik, başıma gelen son olayı kamuya aktarmak ve değerlendirmek istiyorum. Geçtiğimiz cumartesi (18 Kasım) AKP İzmir İl Gençlik Kolları tarafından düzenlenen bir panele katıldım. Diğer konuşmacılar Zaman'dan Ali Bulaç ve AKP milletvekili Zekeriya Akçam'dı. Konumuz AB sürecinde olanlar ve toplumsal yansımalarıydı. Ali Bulaç, güzel bir konuşma yaptı ve daha ziyade güncel siyasî ve stratejik değerlendirmelerde bulundu. Ben ise konuşmamın başlığını "Medeniyet, AB ve Türkiye" olarak belirlediğim için, teorik bir çerçeve çizerek dinleyiciye hitap etmeye başladım.

Birden çok medeniyet olmadığını, tek medeniyetin bulunduğunu; mahallî ve dönemsel renkler alsa bile aslolanın ortak insanî medeniyet olduğunu vurguladım. Medeniyet tarihini inceleyerek bu medeniyetin temel değer ve kurumlarının belirlenebileceğini belirttim. Sonra bunları şu şekilde sıraladım:

De facto değil de jure olarak özel mülkiyet;

İş bölümü ve uzmanlaşma;

Serbest mübadele;

Sözleşme serbestisi ve sözleşmelerin uygulanmasını sağlayacak kültür ve ahlâk ve hukuk kodları;

Sınırlı ve kurallara bağlı siyasî yönetim;

Düşünce ve ifade özgürlüğü;

Bir dine inanmayanları ve azınlıkları da kapsayacak şekilde din özgürlüğü;

Hukukun hâkimiyeti;

Siyasî suçların olmaması;

Toplumda dikey ilişkilerin değil, yatay ilişkilerin yaygın olması;

Zengin sosyal çeşitlilik;

İnsan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve istikrarlı bir şekilde karşılanması.

Sonra, 'Bu teorik çerçevenin bir anlamı varsa bu açıdan Türkiye'yi değerlendirebiliriz.' dedim. Bunu yaparken de Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinin yekpare bir şekilde ele alınamayacağını, 1925-45 arası ve 1950 sonrası olarak iki dönemden bahsetmemiz gerektiğini, bu iki dönemin birbirinin tersi/panzehiri olduğunu söyledim. İlkinin, yani tek parti döneminin bu teorik çerçeve açısından başarılı sayılmasının zor olduğunu, medeniyetin birçok temel değer ve kurumlarının bu dönemde bulunmadığını vurguladım. Bu yüzden Kemalizm'in medenîleştirici bir süreç olarak görülemeyeceğine işaret ettim. Medeniyet bir şeyi yapmaksa (yani do etmek) Kemalizm'in, onu yapmamak/çözmek (yani undo etmek) anlamına geldiğini dile getirdim. En sonunda da AB'nin medeniyetle aynı şey olmadığını, medenîleşmek için AB'nin olmazsa olmazı teşkil etmediğini, AB'nin büyük problemleri ve çifte standartları olduğunu ifade ettim. AB'nin Türkiye'den taleplerinin bazılarının, mesela ifade özgürlüğünün genişletilmesinin, taviz olarak yorumlanmasının yanlış olduğunu; ama Kıbrıs gibi konuların diplomatik, politik ve stratejik meseleler olduğunu ve müzakere edilmeleri gerektiğini bilhassa vurgulayarak sözlerimi bitirdim.

Medya ve ahlâk

Sonradan gazeteci olduğunu öğrendiğim bir bey ile hanım, salonun bana göre sol tarafında yalnız oturuyorlardı. Soru-cevap kısmında hanım gazeteci söz istedi ve Kemalizm'in medeniyeti çözücü bir şey olduğunu söylediğimi duyduğunu, yanlış duyup duymadığını sordu. Ben de yanlış duymadığını söyleyip geniş bir çerçevede niye böyle düşündüğümü özetledim. 1925-45'e tekabül eden tek parti döneminde temel bazı değer ve kurumlarının eksik olduğunu, ifade hürriyetinin olmadığını, siyasî yönetimin sınırlanıp denetlenemediğini, siyasî muhalefete teşkilatlanma izni verilmediğini söyledim. Bu gibi konuların hem hislerin galeyana gelmesi hem de ifade özgürlüğünün yeterince geniş olmaması yüzünden soğukkanlı biçimde konuşulamadığına; ama kavga etmeden konuşmak gerektiğine, zaten, AB sürecinde, eğer kulübe üye olacaksak bunları konuşmamız gerektiğine işaret ettim. Daha başka şeylerin de konuşulacağını, mesela, AB tarafından neden her tarafta sadece tek bir adamın ("bu adam" deyip demediğimden emin değilim, bantlar varsa çözülünce göreceğiz) resim ve heykellerinin bulunduğunun sorulacağına dikkat çektim.

Hanım gazeteci, panel tam olarak bitmeden fırlayıp gitti. Ters bir haber çıkacağından emindim; ama buna zaten alışık olduğum için ne deneceğini merak etmiyordum. Ertesi günkü Yeni Asır gazetesinde her türlü ahlâkî değeri çiğneyen, vicdansız bir "haber", daha doğrusu bana yönelik bir saldırı çıktı. Bir fotoğrafımla süslenmiş saldırının başlığı "Hain" idi. İlk sayfada "Atatürk'e inanılmaz hakaretlerde bulunduğum" iddia edilmekteydi. Sözüm ona haberde, panelin AKP tarafından düzenlendiği bilhassa vurgulanmaktaydı. Aslında bu bir haber değil, yeni bir andıç, bir linç girişimiydi. Nitekim pazar günü İzmir'de arkadaşlarımın ikazıyla iki taraflı olan kabanımın diğer yüzünü giyerek dolaştım. Aynı gazetenin bu vicdansız saldırıya imza atan muhabiri ve yazı işleri beni yine aradı. Yaptıklarının beni hedef göstermek olduğunu iddia ettikleri gibi kimseye hakaret etmediğini söyleyerek hatalarını düzeltmelerini istedim. Ancak, bunu yapacaklarını hiç ummuyordum. Nitekim, ertesi gün yine "Haine tepki" başlığıyla tavırlarını sürdürdüler. Hatta daha da azdılar. Atatürk'e sövdüğümü iddia ettiler.

Bu saldırı hiçbir yönüyle mazur görülebilecek nitelikte değildir. Yaptığım konuşma bir akademik analizden ibarettir. Atatürk'ün, İnönü'nün veya başka birinin adı hiç geçmemiş, mesele kişiler seviyesinde ele alınmamıştır. Nitekim, adı geçen gazetenin iç sayfalarında üstelik seçilerek aktarılan sözlerim dahi bunu kanıtlamaktadır. Peki, buna rağmen, nasıl oluyor da bu tür ahlâksız ve alçakça saldırılar yapılıyor. Bundan ne umuluyor? Anladığım kadarıyla, ilk olarak, bu fanatik gazete ve onun muhabiri AKP'yi benim üzerimden vurmak istiyor. Nitekim, saldırı yapılır yapılmaz AKP'liler paniğe kapıldı. Konuştuğum AKP'lilere dik durmalarını tavsiye ettim, söylediğim her şeyin sorumluluğunun bana ait olduğunu söyledim. Rahat olsunlar; ama aynı zamanda omurgalı olsunlar. Parti milletvekili Zekeriya Akçam'a ve parti yetkililerine, Doğan Haber Ajansı'na söylediklerine binaen, şunu söyleyeyim: Benim ne reklama ne de AKP platformlarını kullanmaya ihtiyacım var. AKP'nin bir panelinde bulunmam bana değil, AKP'nin itibarına ve demokrat duruşuna katkı sağlar.

Muhabire gelince... Sanıyorum onun bilgi birikimi de, vicdanı da beni ve benim gibileri anlamaya yetersiz. Bunda belki özgürlüğü doya doya yaşayan; ama özgürlük felsefesinden habersiz olan ve başkalarının özgürlüğünü kendi özgürlüğü uğruna harcamaya yatkın insanların bol olduğu yerlerde oturup kalkmasının da etkisi vardır. Bu gazeteci, benim yazı ve konuşmalarımdan haberdar olsaydı, yıllardır Kemalizm eleştirisi yaptığımı bilirdi. Ama sanırım, o, belletildiği ve dogma haline getirdiği şeylerin eleştirilebileceğini hayal dahi edemiyordu. Kavrama kapasitesi sınırlı ve niyeti de bozuk olunca akademik eleştirileri hakaret diye aldı ve o manşeti çekti veya çekilmesine ortak oldu. Bu arkadaşa acıyorum ve özgürlüğü, özellikle ifade özgürlüğünü öğrenmeye J.S.Mill'in Özgürlük Üstüne'si ile başlamasını tavsiye ediyorum.

Yeni Asır'ın yazı işlerinin sergilediği ve sık sık benzer yayın organlarınca tekrarlanan tavra da değinmek zorundayım. Haberlere yorum katmak meslek ahlâkına sığmaz. Bu aynı zamanda okuyucunuzu aptal yerine koymak ve manipüle etmek anlamına gelir. Haberi verip yorumu okuyucuya bırakmak yerine beni "hain" ilan etmişsiniz. Kime, neye, nasıl ihanet ettim ki "hain" oldum? O başlığı çekip beni hedef hâline getirirken vicdanınız hiç sızlamadı mı? Ya biri bana "vay hain" deyip saldırsaydı, bunun sorumluluğu size ait olmayacak mıydı?

En güçlü silah: Fikir

İfade özgürlüğünün olabildiğince geniş olması taraftarıyım. Dolayısıyla, hiç kimseyi, fikirlerimi kabul etme mecburiyetinde görmem. Hiç kimse doğrunun tekeline sahip değildir. Herkes gibi benim söylediklerimde de doğru veya yanlış şeyler olabilir. "Haber"den ayırıp bir yorum yazsanız, fikirlerimi dilediğiniz gibi eleştirseniz, gocunmam, memnun olurum. Hatta, öyle bir yorumda veya bir köşe yazarının yorumunda "hain" olduğumu iddia etseniz bunu da ifade özgürlüğü içinde görürüm. Ama, sizin yaptığınız bunların hiçbiri değil, sadece, beni hedef haline getirmek, hayatımı tehlikeye atmak, linç etmeye çalışmaktır. Sınırlı kapasitenizin benim derin bilgi ve fikir dünyamı kavramaya yetmediğini anlıyorum; ama ahlâkî değerlerden ve vicdandan da mı hiç nasiplenmediniz?

Ey bu vicdansız saldırıya imza atan gazeteci arkadaşlarım. Fikirlerime bir itirazınız varsa istediğiniz yerde istediğiniz şartlarla tartışalım. Beni "hain" ilan etmeniz fikirlerimin yanlış olduğunu göstermez. Tam da tersine, ciddiye alınmaları gerektiğini ve onlardan korktuğunuzu ispatlar. İnsanları terörize etmekten vazgeçin, biraz okuyun, öğrenin. Önce ahlâk kurallarından ve gazeteciliğin genel standartlarından başlayın. Sonra insanlık tarihini okuyun. Elinizdeki gazeteleri silah gibi kullanmayın. Tetikçiliğe soyunmayın.

Ben Atilla Yayla olarak söylediğim ve yazdığım her şeyin arkasındayım. Sizin ahlâk dışı saldırılarınızdan ve terörize etme çabalarınızdan korkup yılacağımı sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Panelin sonunda, söylediklerime Kemalistlerden cevap beklediğimi; ama bunu pek muhtemel görmediğimi, doğru dürüst bir cevap almaktan umutlu olmadığımı söylemiştim. Sizin saldırınız bunun en güzel kanıtıdır. Ben söz sarf ediyorum, siz kurşun sıkıyorsunuz. Hakaret ediyorsunuz. Tehdit ediyorsunuz. Ne yaparsanız yapın, John Milton'ın söylediği gibi, hakikat eninde sonunda galip gelir; ve, herkesin bildiği gibi, fikirlerden daha güçlü silah yoktur. Beni hain ilan ettiniz; ama fikir alanında benim karşımda mağlupsunuz. Yerlerde sürünüyorsunuz. Bu alçakça saldırının kati hesabını ise adalet önünde ve Allah huzurunda vereceksiniz. (atillayayla@yahoo.com)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

PROF. DR. ATİLLA YAYLA

xxxxxxxx

HAKKINDA YAZILANLAR

İyi ki Atilla Yayla var

Ömer Öztürkmen

Türkiye 6 Temmuz 2001

Marksizm ve aşırı solun ön yargılarını, çarpık sloganlarını, kalıpçı düşünce yapısını tekrarlaya tekrarlaya, genç dimağları şartlandıran, karşı görüşlerden habersiz yetiştiren bir aydın (!) oyununa gelmiştir bu ülke..

İster inansınlar, ister inanmasınlar, 68 Kuşağı böyle bir atmosferde yatişmiş, böyle bir eğitim tuzağına düşmüştür.

Soldaki aydın, kasıtlı veya kasıtsız ne kadar bu oyunun içinde ise sağdaki aydın geçinenler de o kadar gaflet içinde kalmıştır bu oyunda..

Oyun diyorum, çünkü ihanet demeye dilim varmıyor.

Bu ülkede yaşayan insanımız, hemen hemen 60 yıldan beri sol yayınların istilasına uğramış, genç dimağlar Marksist ve tarihselci görüşlerin dayatıcı etkilerine karşı yeterince donatılamamış.

Marksizm iflas etti; ama bugün bile herhangi bir kitabevine girin; rafların büyük sayıda dayatıcı solu, Marksizmin tarihî diyalektiğini anlatan eserlerle dolu olduğunu görürsünüz..

Hür dünyanın kitapçı vitrinlerinde de aynı eserlere rastlarsınız;

ama bir o kadar da karşı görüşleri savunan eserler bulursunuz.. Muhafazakâr, liberal görüşlü eserlerin Türkiye’ye ancak Komünizmin yıkılmasından, Marksizmin iflasından sonra (o da çok az sayıda) Türkçeye çevrildiğini düşünürseniz altmış yıldan beri nasıl bir oyuna geldiğimizi kestirebilirsiniz..

Biz Karl Popper, F.A. Hayek gibi iki filozofu ancak 1984’lerden bu yana tanımaya başladık.. Oysa bu iki dehâ, son yüzyılımızın bilimsel (!) sosyalizmine karşı koymuş ve liberalizmin öncülüğünü yapmış iki büyük düşünürü..

Popper’in “Açık toplum ve düşmanları 1945’te yayınlanıyor; Türkçeye tercüme edilişi 1994; hemen hemen 50 yıllık bir farkla.. 1957’de yayımlanan “Tarihselciliğin Sefaleti” ise ancak 1985’te aziz dostumuz Prof. Dr. Şafak Ural’ın sunuş yazısıyla Sabri Orman tarafından Türkçeye çevrilmiş..

Aynı Filozofun “Bilimsel araştırmaların mantığı” 1934’te, Kestirimler ve Çürütmeler 1960’ta, Bilgi ve Bilgisizliğin Kaynakları” ise 1998’de yayınlanmış, fakat Türkçeye çevrilmemiş.. “Daha İyi Bir Dünya Arayışı” ise iki ay önce Türkçe olarak yayınlandı.. Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı adlı eserinin de 1982 yıllarında Mete Tuncay tarafından tercüme edildiğini görüyoruz..

Viyana Okulu’nun ikinci dehası F.A. Hayek’i ise bilim dünyamız daha geç tanıdı... Oysa Hayek de 1900’ün başında Karl Popper gibi Viyana doğumlu ve Viyana Üniversitesinden yetişme büyük bir dehâ..

Hayek’i Türk bilim dünyasıyla tanıştıran Prof. Atilla Yayla’dır.

Hayek’in totalitarizme karşı meydan okuyan Kölelik Yolu adlı eseri ilk yayımından yaklaşık 50 yıl sonra Liberal Düşünce Topluluğu tarafından Türkçeye kazandırılıyor.

Büyük filozofun “sosyal teorisini tanıtan” Özgürlük Yolu adındaki Atilla Yayla’nın eseri ise 1993’te yayınlanmış.. İyi ki yayınlanmış; yoksa Hayek Türkiye’nin semtine bile uğramayabilirdi..

İş Bankası’nın “Hukuk, Yasama ve Özgürlük” adıyla yayınladığı üç ciltlik eseri ise 2 yıl önce Türkçeye çevrilmişti.. Yukarıda adı geçen “Kölelik Yolu” Çince Japonca’da dahil 12 dile çevirilmiş... Hem de Türkçeye çevrilmeden yıllarca önce..

Daha dilimize çevrilmemiş onlarca eser..

İyi ki, Liberal Düşünce Topluluğu var ve iyi ki bu topluluğun başında Atilla Yayla gibi bir bilim adamımız bulunuyor.

Yoksa daha yıllar geçecek ve bizim gençlerimiz yine aşırı sol eserlerin istilasından kurtarılamayacaktı.

Peki sağ kesimin bunca yıl uyuyup kalması sizi hiç şaşırtmıyor mu.. İktisatçı yetiştirmişsiniz; ama Hayek’ten haberi yok.. Hukukçu, sosyolog yetiştirmişsiniz, felsefeci yetiştirmişsiniz, Karl Popper’den haberi yok.. Gafletin bu derecesini nasıl hoş görelim..

Hele bu sağ kesimin edebiyat ve sanat alanında sol yayınlar karşısındaki duyarsızlığına ne demeli..

Türkiye eğer bugün bir kültür, bir sosyal bunalım ve bir ekonomi sefâleti yaşıyorsa bunda bizim sağ kesimin ihmalini görmemek imkansız..

Bütün bu ihmallerden sonra solcu bir başbakanın % 20 bir azınlıkla işbaşında olması kimseyi şaşırtmamalı.. Kaldı ki merkez sağ kesimi az mı başbakan, cumhurbaşkanı yetiştirdi? Yetiştirdi de ne oldu? Fikir, sanat ve edebiyat alanında ne kadar fakir olduğumuzu keşfedebildiler mi.. Solun medya ve yayıncılık alanındaki üstünlüğüne karşı bir tedbir alabildiler mi?

Biz gerçekten zavallı bir toplumuz..

Önceki
Önceki Konu:
Mehmet Çavuşoğlu
Sonraki
Sonraki Konu:
Samim Utkun

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Son Ziyaretler: