Hindistan’da kurulan Türk-İslam devletlerinden. Timur’un beşinci batından torunu Babür tarafından 1526’da kurulmuştur. 1483’te Fergana’nın başkenti Ardician’da dünyaya gelen Babür, 1494’te babası Ömer Şeyh Mirza’nın ölümü üzerine Fergana hükümdarı oldu. Fakat Babür, Özbeklerin büyüyen kuvvetleri karşısında, kendisi için orada sağlam bir yer elde etmenin mümkün olamayacağını anlamıştı. Bundan dolayı 1504’te Kabil’i daha sonra Kandehar’ı alarak orada yerleşti. 1508 Eylülünde ilk defa Hindistan’a akın yaptı. Üç ay süren bu akında ülkeyi tanıdı ve pekçok ganimet elde etti. Kasım 1519’da Hayber’i geçerek Hindistan’a girdi. Peşaveryakınlarına geldi. Beş defa Pencap’a sefer yaptı. Bu seferler neticesinde, Kuzey Hindistan’ı fethetti. Kasım 1525’te Hindistan’ı fethetmek üzere Kabil’den hareket etti. 21 Mayıs 1526’da Panipat Meydan Muharebesinde İbrahim Ludi’nin büyük ordusunu yok etti. Böylece Hindistan Türk İmparatorluğu tacı Babür’e geçmiş oldu. Aralık 1526’da dünyanın en büyük şehirleri arasında olan Delhi, Agra ve Hanpur fethedildi. Babür, Agra’yı başkent yaptı.
Babür Şah, 1527’de Hinduların üzerine yürümek niyeti ile Agra’dan hareket etti. Ludilerin Racistan’daki kontrollerini kaybetmeleri üzerine müstakil hale gelen Hindular, hükümdarları Rana Senka’nın etrafında toplanarak, 100.000 kişilik bir ordu ve birkaç yüz fille yeni Hindistan fatihinin üzerine yürümeye başlamışlardı. Bu, çok kritik tarihi bir andı. Babür’ün harbi kaybetmesi demek, Ganj Vadisinin Hinduların eline düşmesi, netice itibariyle beş asırlık Müslüman-Türk hakimiyetinin Hind kıtasında son bulması demekti. Babür, 13.500 kişilik pek seçkin bir Türkistan atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi’nin kumanda ettiği bir topçu birliği de vardı. Hindularda top ve tüfek yoktu. Ateşli silahlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Babür’e parlak bir zafer kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu zafer, Müslüman-Türklerin Paniput’tan daha büyük bir zaferiydi. Biyana civarında geçen bu meydan muharebesi Babür’e “Gazi” ünvanını kazandırdı.
Babür Şah zamanında ülkenin sınırları güneyde Vindiya Dağlarından, kuzeyde Amu Derya’ya kadar uzandı. 25 Aralık 1530 yılında Agra’da vefat eden Babür Şahın yerine 22 yaşındaki büyük oğlu Hümayun Mirza geçti.
1508’de Kabil’de dünyaya gelen Nasireddin Hümayun Şah, saltanatının ilk zamanlarında kardeşi Kamran Mirza ile uğraşmak zorunda kaldı. Zamanında asıl tehlike Şir Han Sur’dan geldi. Hümayun 1540 yılında başkent Agra’yı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Böylece 15 yıl için taht Surilerde kaldı. Hümayun’un elinde Afganistan, Sind, Kuzey Pencab, Keşmir ve Belucistan kaldı. 1543’te Hümayun, Kuzey Pencap, Sind ve Belucistan’ı da Surilere bırakmak zorunda kaldı. Kendisi Şah Tahmasb Safevi’ye sığındı ve 1553 Ocak ayına kadar orada misafir edildi. Daha sonra Eylül 1554’te Safevi Şah’ın desteği ile kardeşi Kamran Mirza’dan Kandehar’ı alarak baba mirasını toplamaya başladı. Aynı senede kardeşini Kabil’den uzaklaştırarak Afganistan’a sahib oldu. Daha sonra Bedahşan’ı da aldı. 1555 Şubatında Hindistan’ın tekrar fethine girişti ve büyük Pencap havalisine hakim oldu. Timuroğullarının ve babasının Hindistan’da büyük prestijleri olduğu için çok iyi karşılandı. Surilerle 22 Haziran 1555’te yapılan Maçivara Meydan Savaşının kazanılması, Hind kapılarının tamamen açılmasını sağladı. Bu zafer, Babür Devletinin ikinci kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir.
28 Ocak 1556’da vefat eden Hümayun, yumuşak bir huya sahipti. Düşmanları tehlikeli rakipler olsa bile her zaman affetme alçak gönüllülüğünü göstermiştir. Kardeşi Kamran Mirza sık sık isyan etmesine rağmen onu her zaman affetmiştir. Hümayun, ülkesinin imarına önem vererek, İslami karakterde birçok binalar yaptırmıştı. Ölümü, o sırada Hindistan’da bulunan büyük Türk denizcisi Seydi Ali Reisin tavsiyesine uyularak, oğlu Ekber’in tahta çıkışına kadar gizli tutuldu. Hümayun, Delhi’de defnedildi. Hanımı Hamide Banu, onun için, bugün bile sanat yönünden herkesin ilgisini çeken muazzam bir türbe yaptırdı.
Hümayun’dan sonra devlet idaresi, oğlu Celaleddin Ekber’in eline geçti. Ekber zamanında Babür İmparatorluğu sayılı dünya devletleri arasına girdi.
Şubat 1556’da tahta çıkan Ekber’in ilk senelerinde devletin idaresi, babasının yardımcısı Bayram Hanın elinde kaldı. Ekber’in atalığı olan Bayram Han, Ekber tarafından Han-ı Hanan yani başvezirlik makamına yükseltildi. Devletin idare edilmesinde Bayram Hanın çok emeği geçti.
Ekim 1556’da saltanat değişikliğinden faydalanmak istiyen Surlularla Paniput’ta yapılan savaşı Babürlüler kazandı. Müteakiben Malva, bağımsız Racput devletleri, Gucerat ve Handeş ele geçirildi. Bengal bir defa daha Delhi’nin idaresi altına girdi. Bir çok istilacılar için Hindistan’a geçit veren kuzeybatı hududu, Kabil ve Kandehar’ın ele geçirilmesi ile emniyet altına alındı. Bununla beraber Kandehar şehrinin alınması, İran ile uzun bir süre çekişme sebebi oldu. Diplomatik seviyede en çok Safeviler ile dostluklar kuruldu. Özbek hükümdarı Abdullah Han ile kendi topraklarını, hudutlarını tayin için bir anlaşma yapıldı. Hind Okyanusunda bulunan Portekizlilerden gelen müşterek tehlike karşısında Osmanlılar ile de temaslar yapıldı. Fakat Delhi ile İstanbul arasındaki çok uzun mesafe, büyük bir sünni ittifakının doğmasını engelledi.
Diğer taraftan Ekber Şah, “Din-i İlahi” adı ile derleme bir din kurmaya çalışıyordu. Bu din sayesinde bütün teb’ası üzerinde manevi ve ruhani hükümdarlığını tesis etmek arzusundaydı. Ancak Mecusi, Brehmen ve Hıristiyanlara hürriyet tanırken, Müslümanlara zulüm ve işkence ederdi. Ekber’in din düşmanlığını, zamanının büyük din alimlerinden ve Hindistan’ın Serhend şehrinde yaşamış olan İmam-ı Rabbani Ahmed Faruki Serhendi hazretleri Mektubat adlı eserinde uzun anlatmaktadır.
Ekber, saltanatında, bir taraftan sınırlarını genişletirken, diğer taraftan da askeri ve idari sahalarda faaliyette bulundu. İlk olarak damgalama usulünü getirdi. Ülkedeki topraklar, olduğu gibi hükümdara bağlı devlet toprağı haline getirildi. Ordu subaylarına ve memurlara derece verildi. Arazi gelirlerini kontrol etmek için “Kurubi” adı verilen tahsildarlar teşkilatı kuruldu.
1603 yılında şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanan Ekber, bütün tedavilere rağmen iyileşemiyerek çok geçmeden öldü. Cesedi, o zamanlar Behiştabad, daha sonra İskender adı verilen bahçeye gömüldü. Sonradan halefleri tarafından üzerine büyük bir türbe yapıldı.
Ekber’in yerine, ölümünden önce tayin ettiği Selim adlı oğlu, Muhammed Cihangir adıyla tahta geçti. 35 yaşında olan Cihangir, saltanat değişikliğinden faydalanarak başkaldıranların Delhi’ye bağlanması için çalıştı. Onun en büyük icraatı ve hizmeti, babasının İslam alimlerine karşı yürüttüğü baskıyı kaldırmasıdır. Ayrıca, ağır ve ezici cezalara son verdi. Vergi toplanmasındaki bozuklukları gidererek, vergi gelirlerinin daha sıhhatli bir şekilde devlet hazinesine girmesi için tedbirler aldırdı.
Bu hizmetlerinin yanında, Avrupalılara Hindistan’a ticaret tesisleri kurma izni, ilk defa bunun zamanında verildi. Böylece İngilizlerin Hindistan’a sızmalarına zemin hazırlanmış oldu. Cihangir, Ekim 1627’de Keşmir’den Lahor’a giderken yolda vefat etti. Cihangir’in cesedi dini merasimden sonra Lahor civarında Şah Dara’da toprağa verildi.
Cihangir Şahın devlet adamlığı yanında edebi cephesi de büyüktür. Tüzük-i Cihangiri adıyla yazdığı eseri çok kıymetlidir.
Cihangir’in yerine oğlu Şah Cihan, Şehabeddin ünvanı ile tahta geçti. Devrinde, Hindistan’da ileri gelen müslüman devletleri ile mücadele etti. Bunların başında Nizamşahiler gelmekte idi. 1630’da harekete geçen Babürlüler, Nizamşahları Devletabad’a kadar sürdüler. Bu arada Darur şehri ele geçirildi. Ertesi yıl Devletabad da alınıp Nizamşahlara büyük bir darbe vuruldu.
Cihan Şahı uğraştıran diğer bir mesele de o sırada Hindistan’da hatırı sayılır bir devlet olan Adilşahlardır. Uzun mücadelelerden sonra Şah Cihan’ın üstünlüğünü tanıması şartı ile aralarında anlaşma sağlandı.
Orta Hindistan’ın diğer üçüncü güçlü devleti, Kutubşahlar idi. Bunlar Şiiliği benimsediklerinden, Sünni olmaları için Şah Cihan tarafından bir ferman yollanmıştır. Ayrıca Şah Cihan, Safeviler adına okunan hutbenin kendi adına okunmasını istedi. Şah Cihan büyük bir orduyla Dekken’e gelince, Kutubşahlar, korktular ve hutbede dört halifeyi ve Şah Cihan’ı zikrettikleri gibi, yıllık bir mikdar vergi ödemeyi de kabul ettiler. Böylece, bu devletlerle olan mes’eleler Babürlülerin lehine olarak halledildi.
İran, Osmanlı ve Avrupa devletleri ile münasebet kuruldu. Bu sırada Portekizliler Hugli’de koloni kurdular ve köle temini için Bengal’de insan avına giriştiler. Bunu haber alan Şah Cihan, 1632’de meseleye el atıp, Hugli yöresini zabtetti ve Portekizlileri sadece bir şehirde oturmaya mecbur etti.
Şah Cihan 1652’de hastalanınca oğulları arasında taht kavgası başladı. Evrengzib adındaki oğlu kardeşlerine hakim olduktan sonra, babasını da tahtından indirerek Temmuz 1658’de Agra’da sultanlığını ilan etti.
Evrengzib Alemgir zamanında Gürganiye Devleti eski haşmetli devrini yaşadı. Evrengzib, dinine bağlı olup, alimleri severdi. Brehmenlerle ve şiilerle mücadele edip, şii sultanlıklarını ortadan kaldırdı. Büyük alim İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Ma’sum Faruki ve onun oğlu Muhammed Seyfüddin hazretlerinden feyz aldı. 50 sene adaletle hüküm sürdü. Şeyh Nizam Muinüddin-i Nakşibendi başkanlığındaki bir hey’ete, Hanefi mezhebi üzerine Fetava-i Hindiyye adındaki çok kıymetli fetva kitabını hazırlattı.
Evrengzib, dış siyasete de önem verdi. Safevilerle olan dostluk devam ettirildi. Basra ve Arabistan’la mektuplaşmalar oldu. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddi yardımda bulunuldu. Bu devrede Osmanlı Gürganiye münasebetleri de ileri safhada idi. Padişah İkinci Süleyman’ın Hindistan elçiliği ile vazifelendirdiği Ahmed Ağa, 1690 yılında büyük bir merasimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi. Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile de temaslarda bulundu. "Ebü’l-Muzaffer", "Muhyiddin Evrengzib", "Padişah" ve "Gazi" ünvanlarına sahib olan Evrengzib, yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak Mart 1707 yılında vefat etti.
Gürganiye Devleti, Evrengzib’den sonra parlaklığını kaybetti. Devlet, halefleri zamanında uçuruma gittiği gibi, hükümdarlar da gelişen dış baskı neticesinde yıprandılar. Hindistan’daki diğer Türk devletleri için kaçınılmaz bir hastalık haline gelen Hindulaşma, bu tarihten itibaren Babürlüler için, içten çöküşü hazırlayan bir sebeb oldu.
Babür Devletinde çökme alametleri 18. yüzyılda hissedilmeye başlandı. Evrengzib’den sonra tahta geçen Bahadır Şah, devlet işlerini düzene koyduktan sonra, Racput meselesini halletmek istedi. Fakat bu arada ayaklanan kardeşi ile mücadele etmek zorunda kaldı ve onu öldürttü. Bir müddet asilerle uğraşan Bahadır Şah, (1707-1712) tarihleri arasında hüküm sürdükten sonra, 1712’de Lahor’da vefat etti.
Bahadır Şah’ın yerine Cihangir Şahın bir yıllık saltanından sonra, yerine Ferruh tahta çıktı. Bunun zamanında devlet iç mücadeleye sahne oldu ve büyük parçalanmalar görüldü. 1722’de Safevilerin yıkılması ile yeni bir birlik teşkil ederek tahta çıkan Nadir Şah, aslen Kalaçlara dayanan ve Afganlaşmış olan Gılzaylar üzerine yürüdü. Gılzaylar yenilince, Hind sınırına sığındılar. Bu yüzden Nadir Şah, Babürlüleri birkaç defa ikaz etti. Ancak Babürlülerin Gılzaylara ses çıkarmadığını görünce, 1738’de sefere çıkıp, önce Babürlülerin ata yurdu olan Kabil’i daha sonra da Pencap ve Delhi’ye işgal etti. Ders vermek için Delhi’yi yakıp yıkan Nadir Şah, ele geçirilen Hind hazinelerini İran’a taşıdı.
Diğer taraftan Avrupa devletleri de Babür Devletinin hakimiyetini zaafa uğratmak için büyük çaba sarf ettiler. Alemgir adlı Babürlü hükümdarı veziri Gazieddin tarafından öldürülünce, tahta 1760 yılında İkinci Şah Alem geçti. Şah Alem, ilk olarak İngiliz himayesine giren Babürlü hükümdarı oldu. Bunun zamanında İngilizler hakimiyetlerini Bengal’den Orta Hindistan ve Racputana’ya kadar genişlettiler. 1764’te Badsar Savaşından sonra Bihar hakimiyetinden vazgeçen Şah Alem, İngiliz karargahına sığındı. İngilizlerin himayesinde Allahabad’da hayatını sürdüren Şah Alem, o hayattan bıkarak Maratalarla birleşmek üzere şehri terk etti. Böylece Şah İkinci Alem, bir müddet bunların himayesinde yaşadı. Marataların önemli reislerinden olan Sindia, yavaş yavaş kendisine kuvvetli bir krallık meydana getirerek Agra ve Delhi’yi ele geçirdi. Babürlülerin varisi olduğunu ilan etti. 1803’te Marataların güçlenmesini Hind politikasına uygun görmeyen İngilizler, Sindia’yı mağlub ettiler. Şah İkinci Alem tekrar karşı karşıya kaldı. Bu Avrupa devletinden bazı imtiyazlar koparmak istediyse de İngiliz komutanı teklifleri her defasında geri çevirdi. Bununla beraber Babürlü ailesinin geçimini sağlamak üzere bir miktar para verdiler. Gerçek idare ise İngiliz temsilcisi tarafından yürütülmekle beraber, Delhi’den tebliğ edilen emirlerin hükümdar adına olmasına ses çıkarmadılar. Bir müddet sonra İngiliz-Babür münasebetlerinde protokol kaldırıldı. İngiliz genel valisi Şah İkinci Alem’e eş duruma getirildi. Hükümdarın adı paralardan kaldırıldı.
1837’de Babürlülerin son hükümdarı tahta çıktı. Asıl adı Ebü’l Muzaffer Siraceddin Muhammed olan İkinci Bahadır Şah, bu tarihte resmen sözde hükümdar ilan edildi. 1857’de büyük bir ayaklanmada bulunan İkinci Bahadır Şah, bu hareketi ile para kestirmeye ve hutbe okutmaya muvaffak oldu. Ancak İngilizler bu duruma şiddetle tepki gösterdiler. Bir İngiliz ordusu, Delhi’yi Babürlülerin elinden aldı. İngilizler Delhi’de evleri, dükkanları basıp, malları, paraları yağma ettiler. Kadınları, çocukları dahi kılıçtan geçirdiler. İçecek su bile bulunmaz oldu. Hümayun Şahın türbesine sığınmış olan çok yaşlı şahı, çoluk-çocukları ile, elleri bağlı olarak, kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, yolda şahın üç oğlunu soydurup, don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehid etti. Kanlarından içti. Cesetlerini kale kapısına astırdı. Bir gün sonra, başlarını İngiliz kumandanı Henri Bernard’a götürdü. Sonra, başları suda kaynatıp şaha ve zevcesine çorba olarak gönderdi. Çok aç olduklarından hemen ağızlarına koydular fakat çiğneyemediler, yutamadılar. Ne eti olduğun bilmedikleri halde, çıkarıp toprağa bıraktılar. Hudson haini,
"Niçin yemediniz' Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım!" dedi.
Sonra, sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını Rangon şehrine sürüp habsettiler. Sultan 1862’de zindanda vefat etti. Delhi’de 3000 Müslümanı kurşunlayarak, 27.000 kişiyi de keserek şehid ettiler. Ancak gece kaçanlar kurtulabildi. Hıristiyanlar, diğer şehirlerde ve köylerde de sayısız Müslümanı öldürdüler. Tarihi sanat eserlerini yıktılar. Eşi bulunmayan, kıymet biçilmeyen zinet eşyalarını gemilere doldurup, Londra’ya götürdüler. Allame (büyük alim) Fadl-ı Hak, 1861’de Andoman adasında, zindanda İngilizler tarafından şehid edildi.
İkinci Bahadır Şahın ölümü ile Babür Hanedanı Hindistan’da tarih sahnesinden çekildi. İngilizler siyasi iktidarı ele geçirip hemen her yerde yaptıkları gibi, Hindistan’ı da bir isyanlar diyarı haline getirdiler. Değişik inanç ve kültürdeki insanları birbirine kışkırtarak onların birlik ve düzenine imkan vermeyip, mali kaynakları kendi ülkelerine akıttılar. Ayrıca Müslümanlar arasındaki yardımlaşmayı ve kardeşliği yıkmak için çeşitli entrikalar çevirdikleri gibi ajanları vasıtasıyla “Kadıyanilik” denilen bozuk bir mezhep ortaya çıkararak Müslümanları doğru yoldan saptırmaya çalıştılar (Bkz. Kadıyanilik). Bu tarihten sonra İngilizler Hindistan’a yerleşerek, Babür (Gürganiye) İmparatorluğunun tarih sahnesindeki yerini aldılar.
Babür Şahın kurduğu Timuroğulları veya Gürganiyye Devletinin on yedi hükümdarı kronolojik olarak aşağıya çıkarılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.