Kumaş ve kıymetli eşyalar satılan kapalı çarşı. İslam ülkelerinde görülen bedestenler, kubbeli iki tarafı dükkanlarla kaplı, taştan yapılmış emniyetli alış-veriş merkezleri idi. Selçuklular zamanında Anadolu’da bedesten yapıldığı biliniyorsa da günümüze ulaşmamıştır. Osmanlıların 15. asırdan itibaren Anadolu ve Anadolu dışında yaptıkları bedestenler, günümüze kadar gelmiş ve birçokları halen faaliyetine devam etmektedir. Bu bedestenlerden bir kısmında, üzeri kubbelerle örtülmüş uzun bir koridor ve bu koridorun içindeki iki taraflı dükkanlar yer alır. Bir kısmında ise bu kubbelerle örtülü koridorun dışında da dükkanlar bulunur. Umumiyetle bedestenlerin karşılıklı dört demir kapısı vardır. İkisi, bedestenin iki ucundan, diğer ikisi de ortasından giriş çıkışı temin eder.
Bedestenlerin en meşhurları olarak, İstanbul'da Kapalı Çarşı içindeki Bedesten-i Atik ve Bedesten-i Cedid (Sandal Bedesteni), Galata Bedesteni, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Manisa, Gelibolu, Merzifon, Amasya, Tokat, Vezirköprü, Ankara, Mahmud Paşa bedestenleri sayılabilir.
Bedestenlerin muntazam ve emniyetli bir muhafaza teşkilatı vardı. On iki kişiden ibaret olan bu muhafızlara Bölükbaşı denilirdi. Nanpareci ve Küçük Ağa adında iki zabit, bunlara nezaret ederdi. Bedesten her sabah ve akşam duacı ismi verilen Bölükbaşı tarafından merasimle açılıp kapanırdı.
Akşam olup herkes gittikten sonra üç kapı kapanır, yalnız bir kapı çarşının tamamen boşalmasına kadar yarım açık bir vaziyette kalır, kapıda bekçi durur ve burada kuyumcular büyük dolapların altlarındaki sandıklara mallarını koyarlardı. Ondan sonra o kapı da kapanırdı. İçerde kalan nöbetçi, Bölükbaşı ile yamağı, ellerinde kalın sopa ve tabanca olduğu halde bedestenin içini güzelce ararlar, kimsenin kalmadığına kanaat getirdikten sonra gidip nöbet mahalline otururlardı. Bundan sonra bu muhafızlar, el tetikde kulak tıkırtıda sabaha kadar nöbet beklerlerdi.
Bedestenler aynı zamanda bulundukları şehrin emniyet sandığıydı. Şehir halkı, ağzı mühürlü sandıklarını kasalarını buraya koyar, karşılığında da bir makbuz alarak gönül huzuru ile bırakıp giderdi. Sahibi geldiği zaman bir Bölükbaşının nezaretinde sandığın konulduğu mahzene gidilir, emanet sahibi sandığından alacağını aldıktan, koyacağını koyduktan sonra mühürleyip mührü Bölükbaşıya gösterirdi. Muhafızlar yalnız mührün bozulmasından mesul tutulurdu. Eşya muhafazası ile tellaliye ücretinin yüzde yirmisi, bekçibaşı denilen ser muhafıza ait olup, kalanı diğer on bir Bölükbaşı arasında eşit olarak taksim olunurdu.
Bedestenler esnafına Hacegan ve Hacegi denilirdi. O devirde dolap sahibi Hacegi olmak, esnaf için erişilebilecek en üstün mertebeydi.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.