Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, 1884’te Beyrut’ta doğdu. Antalya ve İzmir Liselerinde okudu. Mülkiye’den pekiyi derece ile mezun oldu. Mülkiye’yi bitirdikten sonra 1908’de Beyrut Vilayeti Maiyet Memurluğuna dahil oldu.
Babası, Sirkeci Gümrüğü Yolcu Salonu Müdürü Arif Bey’dir. Arif Bey, aslen Yenişehir Teselya eşrafındandır.
Kemal Bey, 1909 yılında Cezair-i Bahri Sefid (12 Adalar Valiliği) maiyet memurluğunda stajını bitirip kaymakam olmuştur. Bununla birlikte bir yıl Rodos İdadisinde Türkçe ve Sosyal Bilimler öğretmenliği yaptı. 18 Aralık 1911’de asıl mesleğine dönerek sırasıyla Doyran, 1912’de Gebze, 1913’de Karamürsel, 1915’de Boğazlıyan Kaymakamı olmuştur.
Kemal Bey, 20.08.1915/ 09.10.1915 tarihleri arasında Yozgat Sancağı Mutasarrıfı Vekilliğinde bulundu. Nisan 1916 da 2000 kuruş maaşla Batraski –Şam Kazası Kaymakamlığına, 26.10.1916 İzmit Sancağı Muhacirin Müdürlüğüne atanmıştır. 13.06.1917 bu görevini ifa ederken Boğazlıyan Kaymakamlığı’nda bulunduğu sırada tehcir sırasında ihmali bulunduğu gerekçesiyle Ankara Valiliği İdare Kurulunun Lüzumu Muhakemesi kararı ile görevden alınarak azledilmiştir. Konya’da yargılanmış İstinaf Mahkemesinin kararı üzerine aklanarak azil kararı kaldırılmış ve Tarım Müfettişi olarak görevlendirilmiştir. Görevini yaparken Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kararı ile aynı konuda hiçbir gerekçe gösterilmeden yargılanmak üzere 7 Ocak 1919 da gözaltına alınmış ve 30 Ocak 1919’da İstanbul’a getirilmiştir.
I.Dünya Savaşı sırasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Hükümetinin önde gelenleri kaçmış, Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidara gelmiştir. İşbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Partisi, Ermenilere ve onlarla bir olan Batılı devletlere yaranmak için, önceki dönemin ileri gelenlerini Harp Divanına sevkeder.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de böyle bir tertibin kurbanı olarak, vatanhaini Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki Harp Divanında yargılanır. Kemal Bey, hiç bir inandırıcılığı olmayan bu düzmece mahkemenin usulsüz kararı ile 10 Nisan 1919 günü bir akşam üstü saat: 17.20’de Beyazıt Meydanı’nda idam edilmiştir.
- - - - - - - -
HAKKINDA YAZILANLAR
Milli Şehidimiz Mehmet Kemal Bey
“10 NİSAN 1919 BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI (YOZGAT MUTASARRIF VEKİLİ) MEHMET KEMAL BEYİN ERMENİLERE KÖTÜ DAVRANDIĞI VE GÖREVİNİ YAPMADIĞI ASILSIZ İDDİALARLA İLGİLİ OLARAK DAHA ÖNCE YARGILANARAK AKLANDIĞI, BUNA RAĞMEN GÖREV YAPTIĞI YERDEN USULSÜZ ŞEKİLDE TUTUKLANARAK İSTANBUL’A GETİRİLDİĞİ VE BURADA HUKUKA UYGUN OLMAYAN DIŞ ETKİLERİN VE ERMENİLERİN BASKISI ALTINDA KALAN NEMRUT MUSTAFA PAŞA DİVANI HARBİNCE VERİLEN İDAM KARARININ UYGULANDIĞI GÜNDÜR.”
Milli Şehit Kemal Bey ülkesini çok seven kendisine verilen kamu görevlerini en iyi şekilde yerine getirmekten başka düşüncesi olmayan zeki, ileri görüşlü, başarılı, millet, hürriyet ve istiklal kavramlarını çok iyi bilen ve uygulayan bir Mülki İdare Amirimizdir.
Mütareke döneminde bizleri Türk Ulusunu Ermenilere sözde soykırım yapmak ile suçlayanlar İstanbul’u işgal ettikleri sıralarda o zaman ki devletin ileri gelenlerini ve üst düzey kamu görevlilerini bu konuda her türlü belge ve imkan elindeyken yaptıkları araştırmada suçlayacak hiçbir konu bulamamışlar yalnız asılsız iddia ve 8-10 yaşındaki çocukların ifadeleri ile iki tane Mülki İdare Amirimizi yine yukarda belirtildiği gibi Ermenilere ve işgal güçlerine yaranmak isteyen Nemrut Mustafa Paşa Harp Divanınca asılarak idamlarına karar verdirmişlerdir.
Milli Şehit Kemal Bey’in yargılandığı Nemrut Mustafa Paşa Divanı Harbindeki son sözleri şudur;
“Düne kadar hakimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arakasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni-Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir. Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.”
Milli Şehidimiz idam sehpasının önünde son sözünün ne olduğu sorulduğunda halka şöyle der;
“Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarında budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet... ”
Son sözlerini söylerken Kemal Bey vasiyetini verip kendi eliyle sonsuz yolculuğuna çıkarken meydanda bulunan Türk Halkı matem havasına bürünmüşken Ermeni Komitecilerinin yaptığı sevinç gösterileri Polis ve Jandarma tarafından bekletilmeksizin doğrudan dağıtılmıştır.
Bu acıklı olaylar cereyan ederken zamanın Adalet Bakanlığı Müsteşarı (aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyetinin Başkanı)Sait Molla’da “asın bu haini, söyletmeyin, sallandırın” diye bağırarak, bu sahnenin nefretle anılacak kişileri arasında yer almaktadır.
Cenazenin toprağa verileceği gün (11 Nisan 1919) İstanbul halkı ayaklanmış, gençler “Türklerin Büyük Şehidi” yazılı bir çelenk hazırlamışlardır. Tıbbiyeli bir genç;
“Kemal sen ölmedin sen şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin, orada büyüyecek dalların o kadar dikenli olacak ki seni bu akıbete layık görenlerin hepsini paramparça edecektir. İntikamın behemahal (kesinlikle) alınacaktır” diye feryat etmektedir.
Kemal Bey’in vasiyeti: “fertler ölür, millet yaşar, kabir taşım hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır. Millet ve Memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha”
Yüce Türk Ulusu bu haksız idamlardan sonra birlik ve beraberliğini daha çok pekiştirmiş Mustafa Kemal’in önderliğindeki Kurtuluş Savaşına daha çok güvenmeye ve destek vermeye başlamıştır.
Ulu Önderimiz Atatürk ‘ün girişimiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i Milli Şehit olarak kabul etmiştir.
Ulu Önder Atatürk Şehit Kaymakamın çocuklarını evlat edinmek istemişse de gümrük memuru emeklisi Arif Bey torunlarından ayrılmak istememiştir. Bunun üzerine kendisine ev ve tüm çocuklarına aylık bağlanmıştır. Boğazlıyan’da bir mahalleye Kaymakam Kemal Bey adı verilmiş, yine Kemal Bey adına bir ilkokul açılmıştır. Milli Şehidimizin kabri Mülkiyeliler Birliği tarafından anıt mezar olarak düzenlenerek, 15 Aralık 1973 günü ziyarete açılmıştır.
Milli Şehit Kemal Bey ve aynı gerekçe ile idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey bizlerin hafızasında Ermeni Komiteciliğinin ve işbirlikçi vatanhainlerinin zulmüne bir isyan sembolü olarak kazınmıştır.
Bu iki değerli Mülki Amirimizi (geçmişi unutturarak bizleri yapmadığımız bir olaydan dolayı suçlayan Ermeni Diasporasını ve hiçbir geçerli kanıta dayanmadan araştırmadan asılsız ermeni iddialarını gerçek sayan ve buna destek veren herkesi ve her kesimi kınayarak), “Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğümüzün kayıtlarına göre 1914- 1921 yılları arasında Ermeni Komitacılarınca şehit edilen 518.105 Türkle birlikte” saygı ve rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde bir kez daha eğiliyoruz.
M.Haluk SAYGI
Pendik Kaymakamı
Kaynakça: -Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Ermenilerce Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1921)
-Bu konuda elektronik ortamda çok geniş bilgi ve belge bulunmaktadır.
Not: Mütareke döneminde İstanbul’u işgal edenler Türk arşivlerine, her türlü bilgi ve belgeye el koymuşlardır. O zamanki asılsız ermeni savlarını doğru kabul ederek gerek Malta’da gerekse İstanbul’da yapmayı düşündükleri yargılamalardan sonuç alamayacaklarını bilerek hareketlerini buna göre düzenleyenlerin bugün olmamış olayları hiç araştırma yapılmadan doğru sayarak aksini iddia etmenin suç teşkil ettiği konusunda yasa çıkarmaları çok anlamlı olup, konunun bilimsel incelemeden kaçılarak, çok başka amaçlarla ele aldığının tam bir göstergesidir.
- - - - - - - -
Millî Şehit Kemal Bey
Dâvası ve Îdamı
Yozgat’ta faaliyet gösteren Ermeniler 1886'da kurulan Hınçak Komitesi’nin direktifleri ile hareket ediyorlardı. Ermenilerin Yozgat’ta en fazla faaliyette bulundukları yer ise Boğazlıyan Kazası’ydı. Propagandalarına haklılık kazandırmak ve taraftar toplamak için Türkler aleyhine hayali tehcir davası açan Ermeniler bu faaliyetlerini, Yozgat Mutasarrıfı olan Leon Efendi kanalıyla İngilizlere de aktarmışlar, İstanbul Hükümeti üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır.
Hınçak Komitesi’nin Orta Anadolu’da faaliyet gösteren merkezi Merzifon’du. Merzifon “Küçük Ermenistan İhtilal Merkezi” adını almıştı. Komitenin reisi ise Merzifon’daki Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yapın Karabet Tomayan ve sekreteri de yine aynı okulda öğretmen olan Ohannes Kayayan‘dı. Bu öğretmenlerin her ikiside Protestan Ermeni idiler. Söz konusu bu kişilerle beraber Protestan vaizi Mardiros faaliyete geçmek için önce Çorum, Burhaniye, Sivas, Tokat ve Amasya’yı gezerek Ermenilere telkinlerde bulunmuşlar, yaptıkları konuşmalarda 1877 - 1878 Osmanlı- Rus harbi sırasında Ermenilerini katledildiğini ileri sürerek mevcut Ermenilerin birleşmelerini istemişlerdir. Ayrıca, yabancı devletlerin dikkatini çekmek için de çeşitli olaylar tezgahlamışlardır.
Maddi yönden oldukça güçlü olan ve oluşturdukları dayanışma sonucu silahlanan Ermeniler çeteler oluşturarak Anadolu’nun ve Yozgat yöresinin içinde bulunduğu kötü durumdan da faydalanarak soygun ve talan işlerine girişmişlerdir. Onların bu soygun ve talan hareketlerinin amacı karışıklık çıkararak dikkatleri üzerlerine çekmekti. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine çekmekti. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine, Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915'te 3 maddeden oluşan “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır. Bu kanuna göre;
1- Savaş vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ile müstakil mevki komutanları ahali tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine ve memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına dair işlere ve tertiplere karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur.
2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.
3- Bu kanun çıktığı günden itibaren muteberdir.
Osmanlı Devleti’nin çıkardığı bu kanunu da dinlemeyen Ermeniler 2 Eylül 1915'te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri yine ateşe vermişler, duruma müdahale etmek üzere bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmiş ancak, Ermeniler Jandarmalara da ateş açmışlardır. Durum, zamanın İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiş, Bakanlık da bir telgraf emri ile buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmiştir.
Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı Kemal Bey’di. Kemal Bey, bu emir üzerine Jandarma Komutanı ile birlikte verilen emri yerine getirmiştir.
Yıllardan beri Türk vatanını parçalamaya çalışan ve her türlü hareketi gayeleri için meşru sayan Ermeniler, Mondros Mütarekesi’ni takip eden günlerde gadre uğramış insanlar pozunda ortaya atılırlar. Kendilerini sürgüne tabi tutanların cezalandırılmasını isterler. Bu isteklerin Mister Brown’un telkiniyle Padişaha da kabul ettirirler. Durumun yatıştırılması için suçlu aranmaya başlanır. Bu suçlulardan birinin de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey olduğu kanaatine varılır.
Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiasıyla, idamla yargılanır. Mahkemede çoğunluğunu Ermeni komitecilerin teşkil ettiği ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin, Rum - Ermeni Şubesinin temin ettiği birçok yalancı şahit çıkararak akıl ve mantığın kabul etmediği bir sürü suç uydurarak, Kemal Bey’in aleyhinde şahitlik yaparlar. Bunun üzerine, mahkemede sanık sandalyesinde bulunan ve avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey şu tarihi savunmayı yapar:
“Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni - Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir.
Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.”
Kemal Bey’in bu sözlerden sonra yalancı şahitler, hiç olayları gerçekmiş gibi anlatarak Kemal Bey’i iftira yağmuruna tutarlar. Bu iftiralar karşısında Kemal Bey şöyle söyler:
“Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şem’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir şikayetçi gelmemiştir. İlk defa burada Mahkeme huzurunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.”
Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir.
Nemrut Mustafa Paşa önceden verilmiş bir emri yerine bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919'da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderilir. Padişah Sultan Vahdettin, “Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu kararı imzalamaz. “İş intikam ve bilahare mukatale şeklini alabilir. Yolun şimdiden önünü kesmek üzere fetva-yı şerife talebine mecbur oldum” der. Seyhülislam Mustafa Sabri “Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkum edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varaka damu harrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır” şeklinde bir fetva verir.
FETVÂ VE ÎDAM
Bu şekilde verilen fetva ile Ermenilere kısas hakkının verilmiş olması gibi garip bir adalet ölçüsü ve İngilizlerin baskısı ile Türk Hükümeti ve İslam Müftüsü bir Türk-İslam vatanseverinin idamını tasdik ettiler.
Cezası infaz edilmek üzere İstanbul’a getirilmiş olan Mehmet Bey, Bekir Ağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği yer olan Beyazıd Meydanı’na getirilir. Kemal Bey’in asılacağını duyan bütün İstanbullular ve bilhassa vatanseverler Beyazıd Meydanı’ndan toplanırlar. Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünü ne olduğunda, o halka şöyle der:
“Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet”
Kemal Bey’in bu sözlerine katılan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamışlardır. Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek:
“Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Âmin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet... ”
Kemal Bey’in idam hadisesi, İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanır. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine, Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki oğlunun mezarı yanına gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılır. Tabut, Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durur. Alışılmışın dışında, tabut eller üzerinde defnedileceği yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşam üzeri toprağa verilir.
KEMAL BEY’İN ÜZERİNDEN ÇIKAN VASİYETİ TARİHE BİR BELGE OLARAK KALACAKTIR
“Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayır’ındaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyrulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyrulmasını vatandaşlarımdan beklerim.
Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”
(30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam - Sabıkı Kemal)
Millet O’nu unutmadı; TBMM 14 Ekim 1922'de çıkardığı özel bir kanunla “Millî Şehit” olarak kabul etti.
Boğazlıyan’da bir mahalle ve bir okul “Millî Şehit”in adını taşımaktadır.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in adı Ermenilerle alakalı her konuda geçer. Kimi onu vezir yapar kimi de vatan haini ilân eder. İzmir’de yaşayan kızı Müşerref Gürenci, babası Kemal Bey’in idamından sonra değişen hayatını, kendisini ve ablasını Atatürk’ün neden evlat edinmek istediğini Aksiyon’a anlattı.
Ne zaman Ermeni soykırımı konuşulsa ya da bu konuda bir makale yazılsa mutlaka Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’den bahsedilir. “Ermenileri katletti” suçuyla idam edilen kaymakamın hayatı da ölümü de hayli ilginç. Asıl dramatik olanı ise hakkında söylenenler. Ölümünden iki yıl sonra Atatürk’ün başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından ‘millî şehit’ ilân edilen Kemal Bey’in bugün hayatta kalan tek yakını İzmir’de yaşayan 92 yaşındaki kızı Müşerref Gürenci. İstanbul’un işgalinden tutun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar birçok tarihî olaya yakından şahitlik eden Müşerref Hanım’ın hayatı bir devrin nasıl yaşandığını gözler önüne seriyor bir bakıma.
Müşerref Hanım’ın babası Kemal Bey’in hikâyesi Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Yozgat mutasarrıfı ve Boğazlıyan kaymakamı olmasıyla başlar. Savaş başladığı andan itibaren bölgedeki Ermeniler, işgalci Ruslarla işbirliği yaparak Türk köylerinde kıyım yapar. Bunun üzerine iktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası, kazada bulunan tüm Ermenilerin Suriye’ye sevk edilmesini mülkî amir olarak Kaymakam Kemal Bey’e emreder. O da bu kararı uygular. Ancak, bir süre sonra aldığı bu karardan ötürü Kaymakam Kemal Bey yargılanır. Kurulan Kürd Mustafa Paşa Divan-ı Harbi’nde, kış gününde vatandaşları can ve mal kaybına uğrattığı, ayaklarına süngüler bağlayarak ölüme terk ettiği iddialarıyla suçlanır. O ise, “Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insanî şekilde davrandım. Süngü bağlamadım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim.” diyerek suçlamalara karşı çıkar. Ancak, bu savunma onun idam kararını engelleyemez.
İnfaz, 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda gerçekleştirilir. 35 yaşındaki genç kaymakamın son sözü, kesinlikle suçlu olmadığı ve görevini yerine getirdiği şeklinde olur. Çocuklarını vatana emanet ettiğini belirttikten sonra dar ağacına çıkarılan Kemal Bey, üzerinde durduğu iskemleyi kendi ayağıyla iter. Kemal Bey’in kızı Müşerref Hanım, idamdan sonra İstanbul işgal altında olmasına rağmen Türk askerlerinin cenaze törenine eşlik ettiğine dikkat çekiyor: “Cenaze töreni ve idam hadisesi Millî Mücadeleye güç veren olaylar. Bu görkemli tören işgal altındaki İstanbul halkına tekrar birlik ve beraberliği hatırlatmıştır.”
Gümrük müdürü Florlalı Arif Bey’in oğlu Boğazlıyan Kaymakamı’nın ani ölümü ailesini derinden etkiler. Birinci eşinden olan Müzehher (7) ve Müşerref (5) isminde iki kızı ve ikinci eşinden olan kırk günlük oğlu Adnan babasız kalır. Dede Arif Bey ise çocuklardan babasının öldüğünü yıllarca saklar. Zaten kızlar anne-baba olarak dede ve ninesini bilir. Zira, Kemal Bey Karamürsel’de görevlidir ve çocukları doğduktan kısa bir süre sonra daha iyi şartlarda büyümeleri için İstanbul’a gönderir. Kemal Bey işlerinin yoğunluğu nedeniyle uzun aralıklarla da olsa kızlarını görmeye gelir. Müşerref Gürenci, annesinden önce babasının bir evlilik daha yaptığını, bu evlilikten Adnan isminde bir çocuğunun olduğunu; fakat onun üç yaşında vefat ettiğini söylüyor. Müşerref Hanım’ın babasıyla alakalı fazla anısı olmadığı gibi annesini de çok iyi hatırlamıyor. Bunun sebebi ise annesinin ansızın babasını terk etmesi...
İlkokulda babamın kim olduğunu öğrendim
Öz anne Suphi Hanım, İngiliz Ali Bey olarak da tanınan Londra sefirinin kızıdır. Müşerref Hanım annesinin ansızın çekip gitmesini şöyle anlatıyor: “Dedemin yanına gönderilmeden önce annem on üç yaşındaki polis kızı Hatice Hanım’ı sadece benle ilgilenmesi için tutmuş. Babamın zaafı mı yoksa üvey annemin açgözlülüğümü bilemeyeceğim, babam gönlünü kaptırıyor ve onu evimize ikinci eşi olarak alıyor. Annem de evi terk ediyor, İstanbul’daki eniştesinin yanına sığınıyor.”
Hatice Hanım bir süre sonra Kemal Bey’den hamile kalır. Bu sırada altı ay sürecek mahkeme süreci başlamıştır. Adnan, idamdan tam kırk gün önce dünyaya gelir. Ama Kemal Bey oğlunu hiç göremez.
Müşerref Hanım, babasının ölümünden iki yıl sonra ilkokula başlar. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in kızı olduğunu da burada öğrenir. O anı anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: “Çamlıca Mektebi’ne başladığım ilk gün yoklama yapılıyordu. O dönemde soyadları olmadığı için baba ismi kullanılırdı. Öğretmen Müşerref Kemal diye sesleniyormuş. Babam olarak dedem Arif’i bildiğim için hiç bakmıyordum. Öğretmenim yanıma geldi. ‘Sana sesleniyorum, neden bakmıyorsun?’ dedi. Ben ısrarla ‘Babamın adı Arif’ diyordum. Sonradan kimin kızı olduğumu, babamın yaşadıklarını öğrendim. Müdiremiz, yatılı mektepteki herkesi topladı ve bizi diğer talebelere ‘Millete emanet edilen bu yavrular bizlerle beraber. Babaları millî şehit Kemal Bey’dir. Hepinizin onlara hakiki kardeş gibi davranmanız lazımdır.’ diye tanıttı.”
Müşerref Hanım, çocukluğunun en güzel yıllarını yatılı okulda geçirir. Babasının Boğazlıyan kaymakamı olduğunu öğrenmiş olsa da dedesi ve ninesi gizlemeye devam eder. Bir kez bile babasının adı evde anılmaz. Kardeşler babalarını gazetelerden tanır. Ayrıca anne tarafından da hiçbir akrabayla irtibatları yoktur. On altı yaşındayken küçük kız Müşerref kendi çabalarıyla annesinin ailesini bulur.
Atatürk evlat edinmek istemiş
İdamdan sonra TBMM 19 Ekim 1922’de Kemal Bey’i, Urfa mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey’i ‘şehid-i millî’ ilân eder. Bunun üzerine dede Arif Bey Atatürk’ü makamında ziyaret eder. Orada ‘vatanın babası’ iltifatlarıyla karşılanır. Atatürk, torunlarını evlat edinmek istediğini söyler. Arif Bey ise, “Onlar bana oğlumun bediasıdır. Müsaade edin, bende kalsınlar. Nafakalarını karşılamanız yeterlidir.” der. Bu görüşmenin bir sonucu olarak TBMM’de kanun çıkarılır ve Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve kayd-ı hayat şartıyla tüm çocuklara maaş bağlanır. Aile, 1923’ten itibaren Beşiktaş’taki apartmana taşınır. Üvey kardeşleri Adnan da zaman zaman yanlarında kalır.
Müşerref Hanım kardeşi Adnan’ı öz ablasından daha çok sevdiğini hatırlatarak, “Üvey annemin hayatımdaki yeri çok önemli. Bize çok baktı. Kendi annemi bilmediğim için onu anne kabul ettim. Yanına gidip günlerce kalırdım. Sonra askeriyede subay katip, aksiliğiyle tanınan Zühdü Bey’le evlendi. Lüleburgaz’a yerleşti. Üç çocuğu oldu, ama hiç mutlu olamadı. ” diyor. Müşerref Hanım’a bağlanan ilk aylık 7 liradır. Giyimine düşkün olduğu için maaşını şık ayakkabı, çanta, çorap ve süs eşyaları alarak harcar. O dönemde en şık ve pahalı eşyalar Beyoğlu’nda satılır ve bir ayakkabı en fazla 4 liradır. Maaşı zamanla yükselir. Bugün aldığı maaş ise üç ayda 600 YTL.
Evimiz matem yeriydi
Kemal Bey’in idamı ailenin hayatını değiştirir. Müşerref Hanım, çocukluğunun geçtiği evi ‘matem yeri’ olarak tanımlıyor. Çünkü bu evde idam gününden sonra hiç müzik çalınmamış, gülünmemiş, nine ve dede sürekli siyah giysiler giymiş. Herkesin acısını içine attığı bu dönemde Müşerref ve Müzehher kardeşler müzik sesine hasrettir. Oturdukları apartmanda o dönemin en zengin alaturka ailelerinden gelen cılız piyano, keman sesiyle iktifa ederler. Herkesin evinde olan gramofon bile onlarda yoktur. Bu matem dolu evden zaman zaman sıkıldığını söyleyerek, lafı amcası Münir’e getiriyor: “Amcam gençti, eğlenmek istiyordu. Ama bizim evde bu mümkün değildi. Dans modası başlamıştı. Herkes farklı farklı danslar öğrenmenin peşindeydi. Amcam Münir de, evin dışında farklı mekanlarda dedem ve ninem hariç ailenin tüm fertlerini haftada bir kez toplardı. Dans dersi vermek için madam gelirdi. Saatlerce müzikler çalınır, dans edilirdi. Büyük masalarda yemekler yenir, bütün gün böyle geçerdi. Biz de o toplulukta uslu uslu otururduk. Çok mutlu olurdum. Sonra komşularımızdan etkilenerek piyano dersleri almaya başladım. Evde piyano çalmak yasak olduğu için yeterince başarılı olamadım. Çocukluğumuz, bizi çok seven insanlar arasında geçti, lakin çocukluğumu yaşlılarla birlikte geçirmek benim üzerimde hoş bir tesir bırakmadı. Ninem 50 yaşındaydı; ama üzüntüden çökmüş, 80 yaşında gibiydi.”
Ablası Müzehher’le pek anlaşamayan Müşerref Hanım, kendini hep ‘garip’ hisseder. Dedesi torunlar arasında ayrım yapmazken ninesi sürekli ablasının üstüne düşer. Ablası yaptığı yaramazlıkları bile suçu olmadığı halde onun üzerine atar. Kendini de bir türlü savunamaz. İçinde yaşadığı mahcubiyet hep buna engel olur. Yalnız dilden dile dolaşan “Kemal Bey en çok Müşerref’i severdi.” cümlesi onu biraz rahatlatır. Üstelik babası idam edilmeden az önce kızı Müşerref’i kucağına alıp öpmüştür. Son güne ait en önemli ayrıntılardan biri de Kemal Bey, çocukları dedesine emanet ettiğini ve kesinlikle siyasete atılmalarını istemediğini söyler. Kırk günlükken babasını kaybeden Adnan, siyasete atılmak ister. Fakat seçilecek adaylar içinde yer alabilmesi için 5 bin lira vermesi gerekir. Babasının vasiyeti yerini bulmuş olacak ki bu parayı denkleştiremediği için siyasete giremez. Devlet memuru olarak hayatını devam ettirir. Müşerref Hanım, ilköğrenimini bitirdikten sonra orta kısım mektebine gitmek ister. Fakat o dönemde orta kısmı bitirene mecburi hizmet şartı vardır. Dede Arif Bey, bu nedenle okula göndermez. Aile dostları, mecburi hizmet şartı olmadığından Fransız mektebini tavsiye eder. “Müşerref’in gavur okulunda ne işi var.” diyen Arif Bey, sonunda torununun kaydını Çamlıca Kız Lisesi’ne alır. O dönemde toplum yavaş yavaş farklılaşırken bu gidişattan Müşerref Hanım da etkilenir. Okullarının karşısında erkek lisesi vardır. Kız arkadaşları sürekli bu okulun öğrencileriyle meşguldür: “Muhafazakar bir ailede büyüdüğüm için ortamı hiç sevmedim. Mezun olmama iki ay varken okulu bıraktım. Dedem vefat etmişti, ninem de cahil bir kadındı, ısrar etmedi. 18 yaşında askeri doktor İhsan Bey’le evlendim. İki oğlum dünyaya geldi.”
Babam görevini yaptı
Eşinin görevi nedeniyle birçok il dolaşan Müşerref Hanım, Lüleburgaz, İstanbul derken bir yıl da Sarıkamış’ta kalır. İstanbul’da yetişmiş biri olarak Sarıkamış’ı çok sever. Fakat çevresindekiler iyi şartlarda yaşamaya alışmış Müşerref Hanım’ın Sarıkamış’ı bu kadar sevmesini anlayamaz. Kendisi ise orada yaşadığı dönemi ‘romantik’ olarak tanımlıyor. Sıtma hastalığına yakalanıp aşırı kilo vermeye başlayınca geri dönmek zorunda kalırlar. Bu sefer tayinleri Ankara’ya çıkar. Eşinden dolayı burada protokole dahil olduğunu belirterek, “İmkan dolu bir yaşamım oldu. İhsan, benim bir dediğimi iki etmezdi. Hayatımda istediğim her şeyi elde ettim. 63 yıl önce İzmir’e yerleştik ve eşim şehrin iki doktorundan biriydi. Albay olmasına bir ay varken askeriyeden ayrıldı.” diyor.
Kaymakam Kemal Bey her ne kadar mili şehit ilan edilse de toplumda onun Ermenileri öldürdüğünü düşünenler vardı. Hatta Kemal Bey’in adı ‘kasap’ idi. Müşerref Hanım zaman zaman farklı tepkilerle de karşılaştığını belirterek, babasına kasap denilmesinden üzüntü duyduğunu söylüyor. Müşerref Hanım’a göre yapılanlar soykırımı değildi. Babası sadece vazifesini yerine getirdi. Yol çok uzun olduğu için ölümler yaşandı. Hayatını yitirenler arasında Türk askerleri de vardı. Ama bütün bunlar dünyaya ‘katledildi’ şeklinde anlatıldı. “Soykırımı yapıldı” iddiasını dile getirenlerin yeterince bilgili olmadığını belirterek, “Atatürk’ün çıkardığı kanun, tehcirden sorumlu tutulan üç Türk bürokratın kasap değil, millî şehit olduğunu ilan etmiştir. Yani siz bu kanunu yok sayarak Ermenilerin toprak taleplerine, hak iddialarına olur cevap veremezsiniz. ‘Evet soykırım yapılmıştır’ diyerek özür dileyemezsiniz. Orhan Pamuk, Halil Berktay gibi isimler kanunları yok sayıyor.”Diyor.
Müşerref Hanım, babasının idam kararının İngiliz etkisiyle alındığını iddia ediyor. İstanbul’un işgal edilip Damat Ferid Hükümeti’nin iş başında olduğu bir ortamda, Kürd Mustafa Divan-ı Harbi’nin bir düzmece mahkeme olduğunu vurguluyor: “İki mahkeme oluyor. Birinde beraat ediyor ikincisinde idam kararı veriliyor.” Müşerref Hanım, bu noktada ilginç bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Babamın erken davranması Boğazlıyan halkının imha edilmesini de önlemiştir. Babama Ermeni çetesinden biri gelerek ‘yarın Ermeniler size saldırıp kıyım yapacak’ diyor. Babam bütün memurları topluyor ve tehcir o an başlıyor. Babam, başarısı nedeniyle mutasarrıf yapılıyor. Sonrada ‘onları sen öldürdün’ diyorlar.”
Müşerref Hanım babasının idamının, “Türkler Ermeni katliamı yaptı” tezine kanıt olarak gösterilmesinden rahatsız: “Türkler, suçlu olduklarını kabul ediyorlar ki yargıladılar, idam ettiler denildi.” Ona göre, bu konuda siyasiler suçlu. Soykırım iddialarına karşılık Kemal Bey’in “millî şehit’ unvanı aldığı söylenebilirdi. O dönemde yapılanları ‘kurban siyaseti’ olarak nitelendirerek, “Kimi gözlerine kestirdilerse yargılayıp idam ettiler.” diyor.
İzmir’de yaşayan 92 yaşındaki Müşerref Hanım’ın hayatı şimdilerde tarihî bir müzeyi andıran evinde sessizce geçiyor. Tüm yakınlarını kaybetmesine rağmen elindeki fotoğraflara bakarak geçmişle özlemini gideriyor. Babasının fotoğraflarına bakarak son sözlerini söylüyor: “Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.