Cem Atabeyoğlu - Bilgiler
08/12/2009 20:19
HAKKINDA YAZILANLAR

Spor yazarlarının duayeni Cem Atabeyoğlu, 80. yaşına bastı. 41 kitabı çıktı ve hâlâ kitap yazmaya devam ediyor. Elinde özenle biriktirdiği Türk spor tarihinin arşivi mevcut. Arşivinizi kime bırakacaksınız sorumuza ise ‘Meydanda yakacağım’ diyerek cevap veriyor.

'Arşivimi bir meydanda yakacağım'

Aksiyon Sayı: 506 19 Ağustos 2004 Behram Kılıç

Kimileri ona ayaklı kütüphane diyor, kimileri ise yürüyen tarih. Spor yazarı Ahmet Çakır'ın ifadesiyle, 'bilgisini ve arşivini kıskanmadan paylaşabilen' bir gazeteci Cem Atabeyoğlu. Bugüne kadar tam 41 kitap yazdı. Hâlâ da yazmaya devam ediyor. Elinde Türk sporunun neredeyse tüm safhalarında neler olup bittiğini barındıran bir arşiv var. Olimpiyatlarda madalya alan ilk atletimiz Ruhi Sarıalp’ten tutun da, Lefter'in 47 yaşındayken F. Bahçe Genç takımı oyuncuları ile oynadığı karşılaşmadaki futbolunu anlatacak kadar olağanüstü bir hafızaya sahip. Onunla konuşurken adeta uçsuz buçaksız bir bilgi deryasının ortasına düşmüş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bir heykeltıraşın taşı oyması gibi siz de, spor tarihimize kalemiyle şahitlik etmiş, karşınızda duran bu büyük üstaddan bilgi yontmaya çalışıyorsunuz. O anlattıkça siz küçülüyorsunuz. Çünkü bilmediğinizi öğreniyorsunuz. Yanında saatlerce kaldık. 80. yaşına basan "arşiv adam"la spor tarihimizden ziyade kendi iç dünyasına seyahat ettik.

— 41 kitap yazan biri olarak oldukça zengin olmalısınız?

Çeşitli müesseselerle yaptığım kitaplar beni zarara sokmadı. Ama kendi hesabıma yaptıklarımın hepsinden zarar ettim. Artık kendi adıma kitap yazmıyorum. Ötekisinden hiç olmazsa biliyorum ki fasulye parası çıkıyor.

— Yaptıklarına pişman olmuş biri gibi konuşuyorsunuz?

Hiç pişman olmadım. Kimseden korkmadan herşeyi yazabildim. Mesela şu kitap. (Sporda Devlet mi, Devlette Spor mu? kitabını gösteriyor.) Bugüne kadar bu kitaba kimse birşey diyemedi.

— Büyük bir emek var ortada...

Yalnız emek değil. Ben profesyonel olarak mesleğe 15 Haziran 1942'de başladım. 62 senem bitti. Daha evvele gidersek, ortaokul sıralarından itibaren topladığım kupürler var. Ben yalnız emeğimi değil 60 senenin de tecrübesini koyuyorum bu işe. Bir bilgi birikimim var. Bir arşivim var. Hiç bir kitabımı Atatürk'ün bir sözünün ışığı dışında hareket etmeden yazmadım. Atatürk, "Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazar şayet yapana sadık kalmazsa o zaman hakikat, toplumu şaşırtıcı bir mahiyet alır” der. Ben bu ışığın altında yazdım. Tarihi yapana sadık kalarak yazdım.

— Siz tek başınıza o kadar kitap yazmışsınız ama Türkiye'de spor alanında ortaya konan eser sayısı çok fazla değil...

Bu beni de gerçekten çok üzüyor. Bugün Türkiye'nin en zengin kütüphanesi olan TMOK'daki kitapların yüzde 80'i yabancı yayınlardır. Cumhuriyetin 50. yılında İsmail Hakkı Celal genel müdürdü. Bana telefon etti. “Ne olur 50. yılda bir Türk spor bibliyografisi yaz' diye. 'Bak' dedim. Sevdiğim insansın. Vazgeç bu işten. Bırak kitap yazmayı 4 yaprak yazamazsın” dedim kendisine. Bugün kitap sayıları biraz arttı. Ama bakıyorsun pek çoğu yalan yanlış şeyler yazıyor. Ona da üzülüyorum.

— Arşivinizi nerede saklıyorsunuz?

Yüzde 80'i buradadır (kafasını gösteriyor). Geri kalan kısmı ise evde ve TMOK'ta.

— Arşivinizi ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bir meydanda toplayıp yakacağım. Çünkü bugün doğruya itibar gösteren yok. Bir yere bağış etmeyeceğim. Hiç bir zaman kıymet görmedi bunlar. Benim yazdıklarım kıymet görseydi eğer 80 yaşında hâlâ kitap yazmak zorunda kalmazdım. Bugün palavrayla geçinenler

- Allah ziyade etsin kimsenin parasında gözüm yok- çalıştıkları gazetelerde milyarlar alıyor. Ne veriyorlar: Sıfır. Bugün hangisi bir kitap yazdı: Hiçbiri. Benden sonra en çok kitap yazan 6 kitapla geliyor. Altısı da güreş kitabı.

— En çok yazarken zorlandığınız kitap hangisiydi?

Fotospor'a yaptığım 600 sayfalık Türk Spor Kronolojisi beni epeyce zorladı. Çok geceyi uykusuz geçirdim. Şu an elimde bir tane kaldı bu kitaptan. Oğluma mı bırakırım, kızıma mı bilmiyorum.

— Hâlâ kitap yazıyor musunuz?

400 küsür milyon emekli maaşıyla bu şehirde bir evin dönmesine imkan var mı? Neden yazıyorum biliyor musun? Bildiklerimi beraber götürmemek için yazıyorum. Eşim, çocuklarım bu sözüme alınıyor, ama çabam bu. Birisi çıkar belki, ‘Allah rahmet eylesin, bu adam birşey bıraktı' der. Dua makbul benim için.

Jüridekiler ya mason ya da parti mensubu

— Sizi hiç sporcu jurilerinde göremiyoruz...

Bir kaç tane şahıs görürsün ortada. Onlar da ya masondur, ya parti adamıdır, ya ahbap adamıdır. Yerleşmişler, her juride onlar var. Bukalemun gibi renk değiştirirler. Onlar muteberdir, sen de 40 kitap yazmış biri olarak bir kenara aforoz edilmişçesine, itilmişdir. Yakmakta haklıyım herhalde arşivi değil mi. Doğru söze bu memlekette kıymet yok. Acı da olsa benim yaşadığım bu.

— Şu an üzerinde çalıştığınız eser var mı?

Şimdi 10 ciltlik hayatımın en büyük eserinin peşindeyim. Onu yazmaktayım.

— Nedir bu eser?

Fenerbahçe'nin yüz yıllık tarihi. 1000 sayfa olacak.

Benim mirasım kitaplarım

— Bildiğim kadarıyla iki çocuğunuz var. Onlara miras olarak ne bırakıyorsunuz?

Kitaplarımı... Şu an 12 tane basılmamış kitabım var. 50'ye aşkın tefrikam var gazetelerde ama kitap haline getirilmemiş. İtibar görür mü görmez mi? Basılır mı bazılmaz mı bilemem.

— Bildiklerinizi söyleyebilirsiniz bize. Neler var bu kitaplarda?

Türk Futbolunda Hakemler, Türklerde Kayak Sporu ve Dağçılık, Türkiye'de Kürek Sporu. Türk Atletizmi gibi kitaplarım daha basılmadı.

— Mesleğe kendini bu kadar verecek kadar adayan adamın bu işe başlamasının da bir hikayesi vardır...

Babam da gazeteciydi (Selahattin Enis). Onun vefat etmesinden hemen sonra onun gazetesi olan Son Posta'da başladım. Sen spora meraklısın spordan anlıyorsun, gel çalış dediler. Onun öncesinde amatör olarak Kırmızı-Beyaz dergisinde çalışmıştım. Hatta o dergi için cumartesi amatör müsabakalarını takip ederdim. Patron bunun karşılığı olarak bize pazar günü Taksim Stadı'nda oynanacak bir maçın biletini hediye ederdi.

— O dönemde spor yazarlığına çok önem veriliyor muydu? Bugünkü kadar popüler bir meslek miydi?

Biz pazartesiden cumaya kadar polis ve adliye muhabirliği yapıyorduk. Cumartesi ve pazar günü ise spor muhabirliği. Hatta çok kere Şeref Stadı'ndaki maçlardan çıkıp, Ortaköy'deki yangına koştuğumu bilirim. Ondan sonra tekrar maça gelip ‘Ne oldu diye arkadaşlara’ sorardım. Ama şimdi branşlaşma şart bu işte.

— Spor yazarlığının kendi içinde branşlaşmasını mı kastediyorsunuz?

Türkiye'de spor yazarı yok ki branşlaşma olsun. Futbol yazarı çok, bir kaç tane de basketbol yazan var.

— Tüm spor dallarında birikime sahipsiniz. Mevcut dallar içerisinde en çok hangisini sevdiniz?

Benim üç branşta hakemliğim vardı. Atletizm, yüzme, basketbol. Ayrıca bütün talimatnameleri okumuşumdur. En çok sevdiğim ise hayatımın 40 yılından fazlasını verdiğim basketboldur. 1944’te Fenerbahçe Kulübü'nün çatısı altında bir arkadaşımla birlikte basketbol şubesini kurarak girdim bu spora. Antrenörlük dahil her branşta çalıştım basketbolda.

— Türk sporunun mevcut durumunu değerlendirir misiniz?

Türkiye'de spordan önce sporcu kurtulmuştur bence. Dün pantolununu yırttı diye çocuklarını döven anne babalar bugün ellerinden tutup spor okullarına gönderiyorlar. Biz lisede spor yaparken; tembel, haylaz, yaramaz damgası yerdik. Bugün öyle değil. Bir takım okullar burs vermeye bile başladı sporculara.

Süreyya bana Ruhi Sarıalp'i hatırlattı

— Olimpiyatları uzun yıllar yakından takip eden biri olarak bu yıl Türk sporcularının şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyanın 5 kıtasından gelen devlerin boğuştukları yerdir olimpiyatlar. Buradan tok kalkman kolay olmaz. Hepsi tecrübelidir. Seninkiler de acemi çaylaktır. En tecrübelimiz Naim bile sonunu getiremedi. Ama Atina'da madalya şansımızı yüksek görüyorum.

— Ya Süreyya Ayhan olayı... Atina'da olmamasının suçu kimde?

Rezalet. Bir insan bu kadar başı boş bırakılmaz. Dünya klasmanına girmiş bir atlet için iyi bir antrenöre ihtiyaç vardır. Kocasının antenörlük hayatı hakkında fazla bir bilgimiz yok ama meşhur bir atlet olmadığı da biliniyor. Ondan sonra sen kim oluyorsun da kapıyı kilitliyorsun. Hayretler içinde kaldım. Sanırım bu işi kazanç vesilesi yapmışlar. 1948'de Olimpiyat üçüncüsü olan Ruhi Sarıalp aklıma geliyor. Çok zor şartlar altında hazırlanmıştı. Fenerbahçe kulübünün verdiği bodrum katında günlerce kalmıştı. Süreyya Ayhan'a da öyle yapılsın demiyorum ama kontrol altında tutulmalıydı.

SPORCULARIMIZ OLİMPİYATTA AY–YILDIZIN YANINA ALTI OK TAKTI

Cem Atabeyoğlu'nun yazdığı 41 kitap içerisinde en çok tepki alanı 'Sporda Devlet mi, Devlette Spor mu' olmuş. Atabeyoğlu, bu kitapta tek parti döneminde Türkiye'de sporun hangi amaçlar için kullanıldığına ağırlıklı olarak yer veriyor. Başta dönemin Spordan Sorumlu Bakanı DSP'li Fikret Ünlü olmak üzere Gençlik ve Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu da kitaptan dolayı Atabeyoğlu'na tepki göstermiş. Atabeyoğlu tepkinin nedenini şöyle anlatıyor; "Bilindiği gibi ilk 'Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı' kurulmuştu. Bu ittifak 1924 Paris Olimpiyatları'na sporcu gönderecek maddi imkan bulamadığı için hükümetten yardım istedi. Atatürk'ün emri ile ittifakın kasasına 17 bin lira aktarıldı. Ve sporcular Paris'teki olimpiyatlara gitti. 1928 yılında Amsterdam'da yapılan Olimpiyat Oyunları için de devletin yardımı gerekiyordu.”

Bu durumun CHP saflarında 'Madem ki parayı biz veriyoruz, o halde sporun yönetimini de biz yapalım' gibi bir havanın oluşmasına sebep olduğunu kaydeden Atabeyoğlu, “Parti, Almanya'da Hitler'in spor politikalarını yöneten Carl Diem'le temasa geçti. Diem'in hazırladığı 'Türk Spor Kurumu' 18 Şubat 1936 yılında kabul edildi ve bağımsız olarak sporu yöneten Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı tarihe karıştı. Spor artık partinin eline geçmişti. Ardından Olimpiyat Cemiyeti de partiye bağlandı. 29 Ekim 1936'da alınan bir kararla ülkedeki tüm sporcuların partiye üye yapılmasına karar verildi. Hatta o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerinde gençler parti bayraklarıyla tur attı. Ancak 1936 yılındaki Berlin Olimpiyatları'na katılan Türk kafilesindeki sporcuların kıyafetlerinde ay-yıldızın yanında partinin 6 oklu simgesinin de yeralması Atatürk'ün dikkatinden kaçmadı. Onun emriyle 29 Haziran 1938'de TBMM'de yapılan toplantı sonrasında 'Spor devletin işidir. Onun için bu işi bütünüyle devlete veriyoruz' görüşü oy birliği ile kabul edildi. Ve 3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ile Türkiye'de spor partinin elinden alınarak devlete mal edildi".

Atabeyoğlu kitabında Atatürk'ün ölümünden sonra partinin yine sporu ele geçirmek için uğraş verdiğini anlatıyor "Demokrat Parti iktidara geldikten sonra spor CHP'nin elinde oyuncak olmaktan kurtuldu. Fakat herşeye rağmen siyasiler spordan elini ayağını tam olarak çekmedi. Bu işi uzmanlara bırakmadılar. Öyle adamlar genel müdür olarak geldi ki karşımıza, orada karşılaştıklarımı anlatmaya utanıyorum".

Sözkosunu kitabı geçmişte yaşananlar unutulmasın diye yazdığını dile getiren Atabeyoğlu, "Herşeyi dokümanlarıyla ortaya koydum. Belgelerin çoğu Resmi Gazete’den alınmadır. Kimse kitabımda en ufak bir yanlış bulamadı. Hatta Kemal Mutlu, 'Kelimeler üzerinde o kadar cambazlık yaptı ki ağzımızı açamadık' dedi."

- - - - - - - -

Farklı bir kaynaktan derlenen biyografisi:

1924 yılında doğdu. Öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde yaptı. Gazeteciliğe 1942 yılında Son Posta Gazetesi'nde spor yazarı olarak başladı. Daha sonra Cumhuriyet, Günaydın, Fotospor, Türkspor gazete ve dergilerinde yazılar yazdı. Fenerbahçe Kulübü'nde basketbol şubesinin kurucuları arasında yer aldı. 1955-1980 yılları arasında Basketbol Federasyonunda üye ve asbaşkan olarak çalıştı. 1970 yılında Uluslararası Spor Yazarları Derneği "AIPS"e (Basketbol Komitesi) seçilen ilk Türk üye oldu. Spor tarihi ve inceleme-istatistik konularındaki çalışmaları ve eserleriyle tanınır, bu konuda en büyük otoritelerden biri olarak sayılır.

SPOR TARİHÇİSİ BİR USTA

Cem Atabeyoğlu, 1940’ta İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken Talat Mithat Hemşeri’nin çıkarttığı “Kırmızı Beyaz" gazetesinde, okul arkadaşı “Sadri Alışıköla birlikte spor haberleri yazmaya başlar. Emeğinin karşılığı ise pazar gününün önemli bir maç davetiyesidir!



Cem Atabeyoğlu önceleri Cumhuriyet gazetesinde, polis, adliye muhabirliği yapar. Siyasi partileri ve liderlerin gezilerini de takip eder. Hafta sonları ise spor yazarlığı yapar. Bu arada dergilere de yazı yazan Atabeyoğlu, Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra Haldun Simavi’nin, babıali’de ilk kez ofset tekniğini kullanarak çıkardığı “Günaydın” gazetesinin kadrosuna katılır. Günaydın gazetesinde belli bir süre çalıştıktan sonra ayrılır ve serbest çalışmaya başlar1973’te ise Hayat Spor’un Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlenir; ta ki iki yıl sürecek greve kadar. 1978’de emekli olduktan sonra iş yapmadığı gazete kalmaz. Hürriyet, Milliyet, Tercüman gazetelerinin ilavelerine araştırma yazıları hazırlar. Milliyet’in çıkardığı Türkiye Ansiklopedisi’nin spor maddelerini yazar. Tercüman’ın hazırladığı üç ciltlik Spor Ansiklopedisi de onun eseridir. 1981’de Günaydın ısrarla çağırınca yeniden gazeteye dönüp, spor yazarlığı yapar. Spor yazarlığının yanı sıra Günaydın’ın Almanya baskısına pehlivan tefrikaları, 50 büyük Türk zaferi, umut kapıları, evliyalar, yatırlar ve türbeler, şifalı sular ve kaplıcalarla ilgili dizi yazıları hazırlar. 1991’de Fotospor’a geçer. 1995’te ise Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Bilgi Birikim Merkezi’nin başına getirilir.

Sonraki
Sonraki Konu:
Ensar Kılıç

Yapılan Yorumlar

Adnan Bülent Bora
Adnan Bülent Bora01 Haziran 2020

Atabeyoğlu ,babamın İSTANBUL ERKEK LİSESİ ve İSTANBULSPOR'dan arkadaşıydı.Bir TV programında İstanbul futbolu anılarıyla ilgili,fıkra gibi anılarını anlatmıştı(Şeref Stadında oynanan bir maçla).Fakat ben o anılarını bulamadım,''Bİr İstanbul Vardı''adlı kitabında,çok güzel anılardı,kendi ağzından dinlemiştim.Hangi kitabında söyleyebilir misiniz ?

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu