Osmanlı şâir ve âlimlerinden. İsmi, Mustafa bin Muhammed’dir. Cenânî mahlasını kullandığı için, bu isimle meşhur olmuştur. Bursa’da Murâdiye Câmii civârında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Arapça, Türkçe, Farsca lisanları üzerinde eser yazacak ve şiir söyleyecek kuvvette bir tahsil gören Cenânî, medrese öğrenimini Muallimzâde’nin yanında tamamladı. Muallimzâde’nin Anadolu Kâdıaskerliği sırasında yanında kâtiplik ve nâiblik yaptı. Daha sonra kâdılık ve müderrislik vazifelerinde bulundu. Bursa’da Mevlânâ Muhyiddîn’in yerine İvaz Paşa Medresesine müderris tâyin edildi. Çok talebe yetiştirdi. Hoş tabîatlı, nüktedân, konuşma ve hikâyeleriyle meclisi şenlendiren bir zâttı. Sultan Üçüncü Murad Hanın iltifâtlarına kavuştu.
Tezkirelerde yazdığı üzere, Sultan Üçüncü Murad Han bir gün, Cenânî’den nâdir hikâyeler, nefis nükte ve latîfeler ihtivâ eden bir kitap yazmasını istedi. Cenânî, hatırında bulunan birçok hikâye ve latîfelere güzel sözler, nükteler ilâve ederek bir eser yazdı. Bedâyı-ül-Âsâr ismini verdiği eserini yazısı güzel bir kâtibe verip temize çektirdikten sonra, kenarlarının yaldızlanması ve ciltlenmesi için bir ciltçiye teslim etti. Derviş Eğlence adlı bir hikâyeci, Cenânî’nin böyle bir eser hazırladığını ve ciltlenmek üzere ciltçiye verildiğini öğrenince, onu ciltçiden alıp ezberledi. Sultân’ın huzûrunda yeri geldikçe hikâyeleri teker teker anlattı. Durumdan haberi olmayan Cenânî bir süre sonra kitabı ciltçiden alıp, saray kapı ağası Gazanfer Ağa aracılığıyle Pâdişâh’a ulaştırdı. Daha sonra Gazenfer Ağa gelip; “Efendim doğrusu bizim Derviş Eğlence’nin anlattığı hikâyeleri bir takım değişik ifâdelerle süsleyerek onlara yeni bir durum kazandırmışsınız. Ama ziyânı yok, bu da bir zahmettir.” demesi üzerine Cenânî oradan mahcûb olarak ayrıldı. Durum daha sonra anlaşıldı.
Ömrünün sonlarına doğru Cenânî’nin gözleri zayıfladı. Bir gün kendisi gibi şâir olan Kefeli Hüseyin Efendiyle birlikteyken, Hüseyin Efendinin gözüne bir çöp kaçtı. Hüseyin Efendi arkadaşına dönüp, çöpü çıkarmasını ricâ etti. Cenânî bir hayli uğraştı ise de çöpü bulup çıkaramadı. Nükteleri ile meşhûr olduğu için ellerini açıp; “Efendim çok çalıştım, lâkin ne çöpü bulabildim ne de gözünüzü!” dedi.
Cenânî, 1595 senesi Muharrem ayı içinde bir Pazartesi günü ikindi namazı vaktinde Bursa’da vefât etti. Hamza Bey kabristânına defnedildi. Âlim bir zât olan Cenânî, aynı zamanda devrinin önde gelen şâir ve nesircilerindendir. Türkçeden başka Arapça ve Farsça şiirler de yazmıştır. Özellikle yazdığı tahmis (beşleme) ve tesdislerle (altılama) tanınmıştır. Şiirlerinden, nüktedân bir şâir olduğu anlaşılmaktadır. Yazdığı eserlerin hiçbiri basılmamıştır. Yazdığı Dîvân’ın bir nüshası, İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar kısmı numara 3096’da kayıtlıdır. Daha çok târih, gazel ve kasîdelerden meydana gelen Dîvân’ında, kendisinden önce yetişen şâirlere nazîreler, tahmis ve tesdisler vardır.
1586 senesinde yazdığı Riyâz-ül-Cinân adlı eser, Azerî Çelebi’nin Nakş-ı Hayal adlı kitabına cevap özelliğini taşımaktadır. Birçok yazma nüshaları bulunan bu mesnevînin bir nüshası Millet Kütüphânesi numara 1149’da kayıtlıdır. Ayrıca Cilâ-ül-Kulûb adlı mesnevîsi ile bir hikâye mecmûası vardır. Bu mecmûaya daha sonra Bedâyi-ül-Âsâr adı verilmiştir. Eserin tamâmı ele geçmemiştir. Cenânî’nin, Dukakinzâde Yahyâ Beyin Usulnâme adlı eserine nazîre olarak yazdığı Nazîr-i Usûl-i Yahyâ li Cenânî adlı eseri Topkapı Sarayı Kütüphânesi numara 750’de kayıtlıdır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.