Davranış - Bilgiler
06/10/2014 11:00
Ofisime 30 yaşlarında, iyi giyimli, hoş bir genç adam geldi. Adı Todd'du. Gelir gelmez, bana moralinin çok bozuk olduğunu söyledi. Bu, bugüne kadar terapistlerin karşılaştıkları en yaygın sorundur. Uygulamakta olduğum terapinin adı, gerçeklik terapisidir. Dayandığı nokta, seçim teorisidir. Odak noktası, mevcut ilişkileri iyiye götürmektir. Geçmişte yaşananları, neredeyse hiç konu edinmez. Terapinin başarılı sonuç vermesi, danışan ve danışman arasında iyi bir ilişki kurulmasına bağlıdır. Todd, oturur oturmaz aklımdan şunlar geçti:

Eğer seçim teorisini öğrenmiş olsaydı, kendisi hakkında şu anda olduğundan çok daha fazla şey bilirdi. Fakat, elbette bunu bilse ofisimde olmazdı. Neden olmazdı? Çünkü, onu buraya getirdiğinden emin olduğum şeyi yapmamış olurdu. Bu genç adam gibi insanlar, aslında erişmeleri hiç de zor olmayan seçim teorisini bilip hayatlarında uygulasalardı psikoterapi ihtiyacı çok daha azalırdı. Fakat bunu bilmiyorlar. O halde görevim, bunu onlara öğretmek. Onun şunu görmesini sağlayacağım: Sözkonusu ilişkinin ona tatmin vermediği. Soruna, geçmiş yaşantıların da katkısı olabilir ve hatta birçok psikoterapi yönteminin ilk odak Noktası budur. Fakat problem olan, asla geçmiş değildir.

Söz konusu ilişkinin bir kız arkadaşla yaşanıyor olması da Mümkündür. Fakat bu pek zayıf bir ihtimal. Tecrübelerime göre çok az erkek, kız arkadaşıyla olan sorunları nedeniyle psikologa gidiyor. Bu yaşta sorun yaşanan ilişki, annesi veya babasıyla da olabilirdi, çocuğuyla da. Ancak bu da yüksek bir ihtimal değil. Bu genç adamın yaşadığı sorun eşiyle. Sorun, kendisinin yapmasını istemediği bir şeyi eşinin yapması. Elbette eşi de onun için aynısını düşünebilirdi. Fakat kendisi değil Todd burada. O halde terapi yapmam gereken kişi o.

Bana moralinin bozuk olduğunu söylediğinde, eminim bunun nedeninin kendisi dışında olduğunu düşünüyordu. Fakat inancım o ki, bu kendi seçimiydi. Ona öğreteceğim, şey eşiyle ilişkilerinde yaşadığı sorun karşısında moralini kendisinin boz-masıydı. Eşi, kendisinin istemediği bir şeyi yaptığında bu duygu durumuna giriyordu. Yukarıda ' moralini bozmamak' fiilini ' morali bozuk' şeklinde neden değiştirdiğimi açıklayacağım.

Bütün şikayetler sıfat ya da isim halindedir. Seçim teorisinde bunlar fiil olarak değiştirilir. Bu değişimin büyük önemi vardır. Çünkü bize, şikayet ettiklerimizi aktif olarak kendimizin seçtiğini öğretir. Aynı zamanda, daha iyi seçimler yapabileceğimizin ve şikayetlerimizi ortadan kaldırabileceğimizin de farkına varıyoruz.

Yapacağım terapi ile ona iki alternatif sunacağım. Birini veya her ikisini seçmesi durumunda kendisini daha iyi hissedecektir. Bu seçeneklerden hiçbirini kabul etmezse bu ona bir çözüm sağlamayacağı gibi kendisini şu anda olduğundan daha kötü hisseder. Bu seçimleri beğenmeyebilir. En azından başlangıçta. Fakat kendini iyi hissetmek istiyorsa, elindekilerin sadece bunlar olduğunu bilmeli. İlk olarak, eşinden yapmasını istediği şeyi değiştirmeyi seçebilir. İkinci olarak, ona karşı davranışlarını değiştirebilir. Bir seçim yaptığında -bunlardan biri, diğeri ya da her ikisini birden seçtiğinde- kesinlikle kendini çok daha iyi hissedecektir.

Hissettiği mutsuzluğun kendi seçim olduğunu iddia etmem Todd'u hemen sinirlendirecektir. Kendimizi kötü hissettiğimizde bu bize, yapmış olduğumuz bir seçim gibi gelmez.

Bu duyguların kaynağının yaşadığımız olaylarda olduğunu düşünürüz. Bu nedenle terapideki kişilere, duyguların nereden kaynaklandığını hemen söylemem. Önce onları seçim teorisi hakkında yeterince bilgi verip hazırlarım. Böylece neden bahsettiğimi anlayabilirler. Eğer doğrudan doğruya söylersem kalkıp gidebilirler.

İki ya da üç seans sonra Todd, ne demek istediğimi anlamaya başladı. Ancak evliliğini kurtarmak için zaten çok geçti. Eşi, Todd'u daha o buraya gelmeden önce terk etmiş ve bir daha geri dönmemişti. Fakat Todd yaptığı o seçimlerin, sonradan evlendiği ikinci eşi ile olan ilişkilerinde büyük yararını gördü. Eğer ona ilk eşine davrandığı gibi davranmış olsaydı, bu ilişkinin de fazla şansı olmazdı. Aşağıdakiler, terapinin ilk birkaç seansında konuşulanların özünü oluşturmaktadır. Burada, birbirinizi tanımak için yapılan sohbete ve şakalara yer verilmemiştir. Ancak, sıcak ve destek veren bir ilişki oluşturmanız için bunları yapmanız çok önemlidir. Bu, bütün başarılı terapiler için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Todd'un bana karşı güveni oluştuğunda hemen, eşiyle kopan ilişkileri hakkında konuşmaya başladık. Neler yapılabilirdi? Açıkça görünüyordu ki, eşiyle ilişkilerini düzeltmek istiyordu. Fakat belli olan bir şey daha vardı ki, eğer bu ilişkiyi iyileştiremezse, muhtemelen başka birini bulacaktı. Aşağıda bazı kısa diyaloglar yer almaktadır. Gerçeklik terapisinin ne olduğu konusunda fikir sahibi olmanız için yeteri kadarına yer verilmiştir. Ayrıca, o anda aklımda neler olduğunu açıklamak için belli aralar olacaktır. Bu şekilde, seçim teorisini terapiye nasıl nakış gibi işlediğimi görme imkânınız olacaktır.

"Todd, bana neler olup bittiğini anlat. Söyle bana, zihnini Meşgul eden nedir?

"Moralim bozuk. Kendimi berbat hissediyorum. Canım öyle sıkkın ki, bir haftadır işe gidemedim."

"Hissettiklerin için birini suçluyor musun?"

İlk başta, kopan ilişkiyi bulmaya çalışıyorum. Daha sonra, dış kontrol psikolojisini kullanarak içinde bulunduğu durum için başka birini -eşini- suçlayıp suçlamadığını anlama çabası içindeyim. Bu soru, onun dikkatini cezbedecek ve terapiyi başlatacaktır.

"Eşim beni terk etti. Bir hafta kadar önce işten eve geldim. Genellikle evde olur. Fakat o gün yoktu. Önce pek üzerinde durmadım. Bazen yapılacak işleri olurdu. Fakat, aradan bir saat geçti. Aramadı. O zaman farkına vardım."

"Neyin farkına?"

"Bıraktığı notun. Buzdolabına tutturmuştu; tek cümle: Allah'a ısmarladık. Ve gitmişti. Yatak odasına geçtim. Bütün eşyalarını götürmüştü. Yıkıldım. Yani, onu seviyorum. Bunu bana nasıl yapabilir?"

"Bunu sana ben söyleyemem. Sadece o bilir. Fakat ben neden yaptığım merak ediyorum. Bu, kolay kolay alınacak bir karar değil. Birşeye gerçekten çok üzülmüş olmalı. Sence bu neydi?"

"Söylemesi zor. Gerçekten zor."

Eğer bir kişi "söylemesi zor" diyorsa, genellikle ne olup bittiğini biliyor fakat ondan söz etmek istemiyor demektir. Şunu kabul etmelidir ki, olanlarla düşündüğünden daha fazla ilgisi vardır.

"Sen yine de söyle. Burası söylenmesi zor olan şeyleri söyleme yeridir."

"Şey, ben bu düşünceye katılmıyorum ama benim hep kendisine hükmetmek istediğimi söyler dururdu. Fakat, işin komiği, bunun, onun hoşuna gittiğim düşünüyordum. Benden daha genç. On yaş fark var aramızda »Yirmi üç yaşında. Ben her şeyi ondan daha iyi bilirim. Yönetimin bir şekilde benim elimde olmasından hoşlanacağını düşündüm."

"Onu geri istiyor musun?"

"Allah'ım, tabî ki istiyorum. Onu geri getirmeme yardımcı olabilir misiniz?"

Bu soruyu cevaplamadım. Belki de onun için en iyisinin hangisi olacağını biraz daha konuşmamız gerekiyor. Onun geri dönüşünün, kendisi açısından iyi olup olmayacağını iyice açıklığa kavuşturmalıyız. Hatta, eşi için de iyi olup olmayacağını düşünmeliyiz. Soruyu cevapsız bırakmakla, ona ne "yapabilirim" demiş oldum ne de "yapamam". Fakat bundan sonra, neler yaptığı hakkında bir soru sordum. Amacım, aslında şu ana kadar düşündüğünden daha iyi şeyler yapıyor olabileceğini göstermekti.

"Evi terk ettiğinden beri neler yapıyorsun?"

"Pek bir şey yapmıyorum. O kadar üzüntü içindeyim ki. Elimden bir şey gelmiyor. Ofisten bazı arkadaşlar beni merak etmişler. Eve ziyarete geldiler. İçlerinden biri numaranızı verdi. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Depresyonu duymuştum. Fakat ne olduğunun farkında değildim. Elimi kolumu oynatacak halim yok."

Bu söylediklerini cevapsız bıraktım. Çünkü kendisini hemen rahat hissetmesini sağlayacak bir şey söyleyemezdim ona. Bana, kendisini nasıl hissettiğini anlatırken ben, duygular hakkında fazla birşey söylemedim. O buradaydı ve konuşuyordu. Bunun bu işlevi vardı. Yaptığı seçimleri üzerine odaklanıyordum. Onu, seçme ve seçim konularında düşünmeye sevk etmem gerekiyordu. Bu, başlangıç için iyi bir zamandı.

"Eşin gittiğinden beri, gördüğüm kadarıyla evde oturup *Şe gitmemeyi seçmişsin, öyle değil mi?"

"Doktor, anlamıyorsunuz. Evde oturmayı ben seçmedim." Haklısın, anlamıyordum. Nasıl oluyor da bunun senin SeÇimin olmadığını söylüyorsun? Seni evde oturmaya biri mi zorluyor?

"Fakat çok sarsılmıştım. Hiç işe gidecek durumda değildim. Ben birşey seçmedim. O notu okuduğumdan beri perişan bir haldeyim."

"Bugün bana gelmeyi seçtin."

"Fakat, yardıma ihtiyacım var; bunun için buraya geldim."

"Onunla temas kurmaya çalıştın mı? Seni hiç aradı mı?"

"Arayacağını ümit ediyordum. Onu bulmaya çalışacaktım. Buna niyetim vardı. Fakat sonradan kavga ederiz. Bu da her şeyi daha kötüye götürür diye düşündüm. Bir ara, gittiği için gerçekten çok öfkeliydim. Sonra bu büyük bir üzüntüye dönüştü. Doktor, onu seviyorum ve ne yapacağımı da bilmiyorum. Ben kimseye hükmetmek falan istemiyorum; bu benim elimde değil. Babam da böyleydi; fakat annem bundan şikayetçi görünmüyordu. Belki de böyle olmayı babamdan öğrendim."

"Kimden öğrendiğin fark eder mi?"

"Psikiyatrların böyle şeylerle ilgilendiklerini düşünürdüm."

"Annenle babanın konumuzla ilgisi yok. Sen bir yetişkinsin. Beni ilgilendiren, şimdi ne yapmayı seçtiğindir. Beni ilgilendiren senin ne istediğindir. Ve onu elde etmen için bir yol seçmende elimden geldiğince sana yardım etmek istiyorum. Beni ilgilendiren budur. Onun gittiği gerçeğini ele almamız gerekiyor. Temelli mi gittiğini düşünüyorsun?" j

"Tamamen öyle. Bu konuda çok kafa yordum. Bilmiyorum. Eğer geri gelmeyi düşünseydi, sanırım eşyalarından bazılarını bırakırdı. Ne var ne yok götürmüş. Her şey o kadar ânî oldu ki. Ne yapacağımı bilemiyorum!.."

"Farzet ki onunla konuşma imkânın oldu. Ona neler söylerdin?"

"Çok üzgün olduğumu söylerdim. Ne yaptığımı bilmiyordum derdim. Onu hiç anlamamışım meğer. Ne kadar körmüşüm. Burnumu her şeye sokmanın hoşuna gittiğini sanıyordum. Bu şekilde onu eleştiriyordum. Hiçbir şeyi doğru dürüst yapamazdı. Her zaman aksayan bir şey olurdu. Bana, 'Bay Mükemmel' derdi. Kızar gibi söylemezdi. Aslında bir iltifat olduğunu düşünürdüm bunun. Hiç kavga etmedik. Gitmeden bir hafta önce, hiçbir şeyin kendi istediği gibi olmadığını söyledi. Benim bunu hissedip hissetmediğimi sordu. Beni rahatsız eden tek şey, onu mutsuz görmemdi. Bunu söyledim ona. Mutlu olmaya çalışmasını tavsiye ettim. Bunu denediğini söyledi. Ancak bunun pek mümkün görünmediğini de ilave etti. Yapabileceğim bir şey olup olmadığını düşünmüş müydüm? Bana bunu sordu. Ben de ona, 'Elimden geleni her zaman için yaparım.' dedim. Düşüncede kalmazdı bunlar. Daha fazla ne yapabilirdim bilmiyorum. Bunu söyleyeceğimi tahmin ettiğini söyledi bana. Bütün bunlardan sonra, bir parça daha mutlu görünüyordu. Ben de her şeyin daha iyi olacağını düşündüm. İşte bunun için, evi terkettiğinde büyük bir şaşkınlık yaşadım."

"Hâlâ, farklı bir şey yapmayacağını mı düşünüyordun?"

"Oh, hayır hayır. Şimdi anlıyorum ki, pek çok şeyi farklı yapardım. Fakat bunu ona nasıl söyleyebilirim ki? Gitti. Aramasını bekledim. Fakat hiç aramadı."

"Ona, onu özlediğini söylemek ister miydin? Onu sevdiğini... Değişmeye hazır olduğunu..."

"Elbette, fakat nasıl yapabilirim ki bunu? Nerede olduğunu bilsem bile, işleri daha da kötüye götürmekten korkarım. Ben, öyle hatanın bende olduğunu kabul edebilecek biri değilim. İlk yaptığım onu suçlamak olurdu. Tamam, çok üzülüyorum ama, biraz da öfkeliyim ona karşı. Böyle gitmemeliydi."

"Bir öneride bulunabilir miyim? Terapi yaptığım birkaç kişi bunun faydasını gördü."

"Allahım, evet, nedir?"

"Ona mektup yaz. Onu ne kadar çok sevdiğini, ne kadar özlediğini söyle. Değişeceğini ifade et. Sana ne yazacağını söylemek istemiyorum. Bu, sen olmalısın; ben değil. Yazacağın şeyler yüreğinden gelmeli. Yoksa hiç kendini yorma. Fakat ona, buraya geldiğini, benden yardım istediğini söyleyebilirsin. Onun da gelmeyi ve terapiye birlikte katılmayı isteyip istemeyeceğini sorabilirsin. Böylece, seninle yalnız olmak zorunda da kalmaz. Buraya gelmek için daha istekli olur."

"Bunu yapabilirim. İyi bir fikir."

"Bu şekilde, üzerinde baskı da olmaz. Mektubu okuyup üzerinde düşünebilir. Telefonda konuşsanız bu onun için baskı demek olur. Çünkü diğer uçta sen olacaksın. Mektubu yaz, bana getir. Göndermeden önce birlikte gözden geçiririz. Tamam mı?"

"Bu güzel bir fikir. Memnuniyetle getireceğim."

"Söyle bakalım, şimdi kendini nasıl hissediyorsun? Yani şu anda."

"Daha iyi, çok daha iyi." "Bunun sebebi nedir?"

"Çünkü yapacak birşeyim var artık. Kendimi eskisi kadar çaresiz hissetmiyorum. İşe yarayabilir, mutlaka yarayabilir."

Todd eve gitti. Eminim, hemen mektubu yazmaya başladı. Bu harika olacaktı. Eğer hâlâ eşinin nitelikler dünyasında ise, bu işe yarayacaktı. Ben, bir şansı olduğunu düşünüyordum. Fakat, bütün eşyalarını toplamış olması pek iyiye işaret değildi. Eşi mektubu okudu ve onu aradı. Çok fazla konuşamıyordu. O da baskı yapmadı. Bu iyilir yaklaşımdı. Onunla birlikte bana gelebileceğini söylemiş. Bunun üzerine Todd randevu aldı.

Geldiği zaman fazla bir şey söylemedi. Yeniden denemesi için uzun uzun duygularını değerlendirmeye çalıştı.

Onu dikkatle dinliyordu. Fakat sonra hayır dercesine başını iki yana salladı ve şunları söyledi: "Bak, dört yıldır evliyiz. Buraya kadar. Kötü biri değilsin. Sadece, bana göre değilsin o kadar. Eğer niçin üzgün olduğumu bilmiyorsan bu bana, senin hakkında çok şey anlatıyor. Sadece 23 yaşındayım. Seninle tekrar başlayamam. Şu anda söylediklerin harika, fakat benim baskım altında böyle konuşuyorsun. Bu, senin için bir oyun ve sen kaybetmekten nefret ediyorsun. Oysa ben, bunu o gözle görmüyorum. Herşey bitti. Hakkım olmayan hiçbir şeyi istemiyorum. Nafaka istemem. Hiçbir şey. Sadece, evliliğimiz süresince biriktirdiklerimizden payıma düşeni. Bu bana yeter."

Bana teşekkür etti ve gitti.

Todd, bir süre hiç konuşmadı. Sonra, "Onsuz yaşayamam." dedi. "Oldukça dramatik sözler bunlar. Kendini öldürmeyi falan düşünmüyorsun ya?" dedim ben de.

İntihar edeceğinden en ufak bir şüphem olsa, bu sözleri söylemezdim. İntihar edecek tipte biri değildi. Hayatının diğer alanlarında söylediklerim gerginliğini azaltmışa benziyordu.

"Hayır, intihar etmeyeceğim ama uzun bir süre kendimi fena hissedeceğim. Onu gerçekten seviyordum."

"Süreyi istediğin kadar uzun tut. Ben, hayatımı mutsuz insanlarları dinleyerek kazanıyorum."

"Bütün bunları ciddiye almıyorsun, değil mi?"

"Pek fazla değil. Çünkü hikâyenin geri kalanını biliyorum. Orada bir problem yok."

"Hikâyenin geri kalanını biliyorum da ne demek?" "Yani kısa zamanda başka birini bulacaksın ve eğer ona, eşine biraz önce söz verdiğin gibi davranabilirsen mutlu olacaksın. Hikâyenin sonu da bu işte."

Ve öyle de sonlandı. Eşini nitelik dünyası dışına çıkarması birkaç ayı aldı. Kendisi onunkinin zaten dışındaydı. Birini buldu ve hatta beni görmeye getirdi. O sıra, onun nitelik dünyasında o kadar büyük bir yerim vardı ki, onu görmemi ve onayımı almayı istedi. Bir evliliğin ne kadar iyi gideceğini kimse tahmin edemez. Böylece, destek vermenin dışında bir şey yapmanın anlamı yoktu. Ona, benim hakkımda her şeyi anlatmış. İlk evliliğinin neden yıkıldığından söz etmiş. Bu kadın onun yaşındaydı. Ve ona karşı gerçekçi bir yaklaşımı vardı.

Ona doğruları söylemişti. Bu nedenle, "Şimdi, sana karşı nasıl davranacağını düşünüyorsun?" diye sordum. "Hayatını kontrol altına almaya çalışıyor mu?"

"Hayır, tam tersine çok iyi biri."

"Fakat, başlangıçta o da böyle düşünüyordu. Hep böyle olur, bilirsin."

Söze karıştı: "Hayır, böyle olmayacak."

Olmadı da. Yine de ihtiyatlı davrandı. Bir yıl içinde evlendiler. O yıl boyunca onu birkaç kez gördüm. Her şey yolunda gidiyordu. İlginç olanı, ilk karısı da aşağı yukarı bir yıl içinde beni arayıp mutlu olduğunu söyledi. İstediği gibi biriyle tanışmış.

Şimdiki aşama Gerçeklik terapisinin şimdiki aşamasında; seçim teorisinin anlatılma aşaması Todd, kendini toparlayıp yeni bir ilişkiye başladığı sırada ona seçim teorisini öğretme fırsatım oldu. Ona bütün öğrettiklerimi kız arkadaşına öğrettiğini söyledi. Bunun, her ikisinin de iyi bir başlangıç yapmalarında faydası olmuş görünüyordu. Ona özellikle, moralini bozma seçimi konusunda bilgi verdim. Onu, bu seçimi tekrar yapmaya götürecek bir durum ortaya çıkarsa ne yapacağını öğrettim. Üzerinde odaklandığım sadece bu seçim değildi. İnsanların seçtikleri çeşitli mutsuzluklardan, en yaygın olanlarına da değindim.

Geldiğinde, uzun süreli mutsuz bir ilişki yaşıyor ya da ipler tam kopmak üzereydi. Bunu ben biliyordum. Çünkü, birini psikiyatra getiren neredeyse yegâne sebep budur. Açıkladığım gibi, bu sorunu yaşadığı kişinin karısı olduğundan da neredeyse emindim. Şikayet ettiği mutsuzluğu, kişi kendisi seçiyordu. Bu, çoğu kişiye çok şaşırtıcı gelmiştir. Çünkü bu, çoğu kişinin inandığı şeyi kökünden sarsıyordu. Özellikle de, psikolojik yardım almaya geldiklerinde, yaşadıklarını depresyon olarak nitelendirenlerin inançları için de aynı şey geçerliydi. Moral bozukluğu yaşadığımızda, üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığı bir duygunun esiri olduğumuza inanırız. Bu duyguyu uzun bir süre ve ağır yaşadığımızda bu seçim, genelde klinik anlamda depresyon adını alır ve bir ruh hastalığı olarak kabul edilir.

Yaygın görüş, ruh hastalıklarının, beynin kimyasındaki bir dengesizlikten kaynaklandığı yönündedir. Bu dengesizliği düzeltmek ve kendilerini daha iyi hissetmeleri için hastaların ilaca ihtiyacı vardır. Todd'un tedavisinde hiç ilaç kullanmayı düşünmedim. Onun yaşadıklarının psikolojik bir hastalık olduğunu sanmıyordum. Ben, yaşadığı durumla başa çıkmak için moral bozukluğunu seçtiğine inanıyordum. Ve yine inanıyordum ki, ilaca hiç ihtiyaç olmadan, daha iyi seçimler yapmasında ona yardım edebilirdim.

Daha sonra, ona seçim teorisini öğretirken şu konuyla başladım: Doğumdan ölüme kadar yapabildiğimiz tek şey, belli davranışlar sergilemektir. Kendi hayatınıza bakın ve belli bir davranış içinde olmadığınız bir zamanı belirlemeye çalışın. Davranışlarımız, temel ihtiyaçlarımız üzerine kuruludur. Ve hepsinin özelliği yaptığımız seçimlerle ortaya çıkmalarıdır.

Biz, seçtiğimiz davranışların hayatımız üzerinde en etkili kontrolü sağlayacak olmasına dikkat ediyoruz. Seçim teorisi açısından etkili kontrole sahip olmak demek, nitelik dünyamızdaki resimlerin makul şekilde tatminini sağlayacak davranışlar içinde bulunmak demektir. Todd ilk geldiğinde, nitelik dünyasındaki kendi resmini hala karısıyla birlikte tanımlıyordu. Kendi mutsuzluğunu seçmesi ya da nitelik dünyası hakkında bir şey bilmiyordu. Bildiği; kendini kötü hissettiği ve moralinin düzelmesini arzu ettiği idi.

Mutsuzluğun, elini kolunu bağlamasına izin vemeyecekti. Mektubu yazdı. Bundan sonra kendini daha iyi hissetti. Çünkü şimdi, sorununu çözmeye yardımı olabilecek bir şey yapıyordu. Başka bir deyişle, hayatı üzerinde yeniden daha etkin bir kontrole sahip olacağı bir şey yaptığına inanıyordu. Sizi terk etmiş olan birine sevgi dolu bir mektup yazmak, mutsuzluğu seçip hiçbir şey yapmamaktan daha etkili bir yoldur. Daha sonra istediğini değiştirince; nitelik dünyasındaki resimde eşinin yerini yeni nişanlısı alınca, neredeyse tam bir rahatlama elde etti. Moralimizi bozmak gibi acı veren bir davranışı seçmemek için; (i) istediğinizi, (2) yaptığınız şeyi, ya da (3) her ikisini de değiştirin.

Terapide açıkça görülen bir şey vardı: Todd, ciddî bir moral çöküntüsü seçimi yapmış olsa bile daha iyi seçimler yapma yeteneğine sahipti. Bu yeteneğe sahip olması, ruh hastalığı diye adlandırılan bir şeyi olmadığı anlamına geliyordu. Hiçbir şey, bu seçimleri beyninde yapabilme yeteneğini engellemiyordu da. Daha sonra açıklayacağım gibi, moral bozukluğu seçimi ne kadar güçlü olursa olsun ya da ne kadar uzun sürerse sürsün bir ruh hastalığı değildir. Ancak bu, yürümek ya da konuşmak gibi doğrudan doğruya yapılmış bir seçim değildir. Fakat toplam davranış kavramım anlattığımda, bize acı ya da zevk versin, bütün duygularımızın dolaylı olarak seçildiğini göreceksiniz. Ayrıca, dolaylı yoldan yapılmış seçim de yine bir seçimdir.

Bu iddiayı doğrulamak için, davranış kelimesine çok dar bir anlam yüklediğimizi belirtmek istiyorum. Sözlükte davranışa, hareket ediş şeklimiz gibi bir açıklama getiriliyor. Buradaki şekil kelimesini açmak istiyorum. Seçim teorisi açısından bu kelimenin önemli bir yeri vardır. Hareket ediş "şeklimizi" meydana getiren, birbirinden ayrılmayan dört bileşen vardır. Bunlardan ilki, faaliyettir. Davranışı düşündüğümüzde, çoğumuzun aklına yürüme, konuşma ve yeme gibi faaliyetler gelir. İkinci bileşen düşünmedir. Daima bir şeyler düşünürüz. Üçüncü olarak ise, hissetme çıkıyor karşımıza. Ne zaman bir davranışta bulunsak, daima bir şeyler hissederiz. Dördüncü bileşen ise fizyolojimizdir. Yaptığımız her şeyde fizyolojimiz daima işin içindedir. Örneğin, kalbimiz kan pompalar, ciğerlerimize hava dolup boşalır, beynin ise işleyişine ilişkin nörokimyası vardır.

Bütün bu bileşenler aynı anda faaliyette olduğundan, seçim teorisi, davranış kelimesi yerine toplam davranış kelimesini getirir. Toplam; çünkü bünyesinde daima dört bileşeni taşır; faaliyet, düşünme, hissetme ve bütün bunlara ilişkin fizyoloji. Bu yazı da zaman zaman sadece davranış kelimesini kullanıyorum; fakat kastettiğim daima toplam davranıştır. Oturmuş bu bölümü okurken oturma davranışını seçiyorsunuz, sayfaları çeviriyorsunuz, gözlerinizi ve başınızı hareket ettiriyorsunuz. Temel olarak bu faaliyetlerde bulunuyorsunuz. Ayrıca, okuduğunuz şey hakkında düşünüyorsunuz. Aksi takdirde neler yazdığım anlayamazdınız. Pratikte, faaliyette bulunurken daima düşünürsünüz ve bunun tam tersi de söz konusudur. Hep bir arada meydana geldikleri için çoğunlukla bir kelime ile ifade ediyoruz: Yapmak. "Bir şey yapıyorum." dediğimde, daima faaliyette bulunma ve düşünmeye ilişkin belli bir bileşimden söz ediyorum demektir.

Aynı zamanda, bu sırada bazı hisler de yaşıyorsunuz. Acı ya da zevkin farkında oluyorsunuz. Muhtemelen, şu anda Pek fazla bir şey hissetmiyorsunuz. Fakat, en azından benim iddialarımla aynı fikri paylaşıyor, karşı çıkıyor ya da onlar hakkında düşünüyorsunuz. Daima bazı hisler yaşarsınız. Ancak çoğu zaman, hissettiklerinize pek dikkat etmezsiniz. Aynı zamanda, kalbiniz çarpıyor, nefes alıyorsunuz ve beyniniz de işleyiş halindedir. Bu, daima meydana gelir. Faaliyet, düşünme ve hissetme, yani toplam davranışımız için vücudumuz bir fizyolojik işleyiş içindedir.

Toplam davranış kavramını açıkladım. Şimdi, hislerinizi kendinizin seçtiğini söylemekle ne anlatmak istediğime yer verebilirim. Eğer dikatinizi verirseniz, bu kitabı okurken bazı duygular yaşadığınızı kolaylıkla fark edebilirsiniz. Fakat bu farkına varma, hissettiklerinizin kendi seçiminiz olduğu anlamına gelmez. "Duygularımın farkındayım fakat bunlar kendiliğinden meydana geliveriyor." diyebilirsiniz. Onları seçtiğimin farkında değilim. Mutsuz olduğumda da mutsuzluğun benim seçimim olduğunu kesinlikle bilmem. Diyebilirsiniz ki "Yapacak bir seçimim olsaydı, kesinlikle mutsuz olmayı seçmezdim."

Fakat bu söylenenler doğru olsa, o zaman psikoterapiste gitmenin bir anlamı olmazdı. Eğer hissettikleriniz hakkında bir seçim yapamıyorsanız, hayatınızdan ve sorunlarınızdan bahsetmenin ne yararı olabilir? Todd'a bana gelme seçimini yaptıran, büyük bir mutsuzluk yaşamasıdır. Eğer karısından nefret etseydi ve evi terk etmesi ümidini taşısaydı, kendisini çok iyi hissederdi ve bana hiç gelmezdi. Hissettikleriniz üzerinde bir kontrolünüz olduğuna inanmamanızın nedeni, bunlar üzerinde, faaliyetleriniz ya da düşünmeniz üzerinde sahip olduğunuz şekilde doğrudan doğruya bir ve kontrole sahip olmamanız dır.

Todd, moralinin bozuk olduğunu söylediğinde ona "Haydi neşelen!" dememin bir anlamı olmazdı. Kimse doğrudan doğruya iyi hissetmeyi seçemez. Tenis ya da düşünmenin hakim olduğu satranç gibi aktif bir davranışı seçmekle aynı şey değildir bu. Fakat, eğer toplam davranış kavramını kabul ederseniz, hissettikleriniz üzerinde doğrudan doğruya bir kontrolünüz olmasa da bunlar ve hatta fizyolojik işleyişiniz üzerine dolaylı yoldan pek çok kontrol imkânına sahipsiniz.

Toplam davranış seçimini yaptığınızda, bütün bu dört bileşen faal durumdadır. Ancak, sadece faaliyetleriniz ve düşünceleriniz üzerinde doğrudan doğruya bir kontrole sahipsiniz. Şöyle bir eleştiri getirebilirsiniz: Bazen, düşüncelerimi kontrol edemediğim oluyor. Devamlı, aklıma takılan bir düşünce oluyor. Bunu kafamdan atamıyorum. Bu aklınıza takılan düşünce sizin seçiminizdir. Bu sizi mutsuz edebilir. Ancak, böylece hayatınızın bir bölümü üzerinde, o anda seçeceğiniz başka bir davranıştan daha iyi bir kontrol imkânı elde ediyorsunuzdur. Bu, zamanın gerektirdiği en iyi seçimi yapmaya çalışmanız fikrinin, toplam davranışı anlamadaki önemi büyüktür.

Aşağıdaki olay, en iyi olduğu düşünülen seçimin daima iyi bir seçim olmadığını gösterir. Bu seçim, seçme işlemini yaptığınız anda iyi bir seçim olarak görünebilir. Genç bir adam, Phoenix'teki büyük belediye kaktüs bahçesinden geçmektedir. Birdenbire bütün giysilerini çıkarır ve kendisini, küçük kaktüslerin olduğu yere fırlatıp sağa sola yuvarlanmaya başlar. Etraftakiler onu çekip almayı sonunda başarırlar. Her yerine iğneler batmış, kan içindedir. Biri sorar: "Bunu neden yaptın?" O da cevap verir: "O anda iyi bir fikir gibi geldi." Hepimiz hayatımızda buna benzer şeyler yapmışızdır. Fakat amacımız canımızı acıtmak değildir. Bütün mesele, o eylemin sadece o anda iyi bir fikir gibi görünmesidir.

Örneğin Todd, ne kadar acı verse de eşinin evi terkedişi-ni kafasından atamadığını söylüyordu. Bu tür seçimler için, seçim teorisinin öne sürdüğü iyi bir sebep vardır. Belirttiğim gibi, yaşanan belli bir durumun (eşinin evi terkedişinin), nitelik dünyamızdaki önemli bir resimle ilgisi varsa, dünyayı kontrol etmeye çalışırız. Bunun nedeni; bu resmin, gerçek dünyadaki kadar bizi tatmin etmesidir. Todd'un devamlı aklından geçen düşünceleri, bu çabanın sonucunda ortaya çıkar. Şöyle bir mantığı vardı: Hep onu düşündüğüm sürece, belki de onu nasıl geri getireceğimi bulabilirim. Temelli gitmiş olabileceği fikrine tahammül bile edemiyorum.

Fakat şimdi, hissettiklerimiz ve fizyolojimiz konusunda dolaylı olarak yaptığımız seçimler üzerinde yoğunlaşalım. Faaliyetlerimiz ve düşüncelerimiz üzerinde neredeyse tam bir kontrole sahibiz. Hissettiklerimizi ve fizyolojimizi de seçmiş olduğumuz bu iki bileşenden ayırmamız imkânsız. Eğer kafamı duvara vurma toplam davranışını seçersem, acıdığını hissederim. Faaliyete ve düşünceye ilişkin yaptığım bu seçimle, yaşadığım bu acı hissinin de benim seçimim olduğunu söylemek mantıklı olabilir mi? Kendimi mutsuz hissedersem, daha iyi hissetmek amacıyla içki içme toplam davranışını seçebilirim. İçki, beni önceden de rahatlatmıştı. O halde neden yeniden denemeyeyim? Fakat, alkolü damarlarıma göndermek için, düşünme ve faaliyete geçme seçimlerini yapmalıyım. Alkol, oraya kendi kendine giremez. Bu işlem gerçekleşmeden de kendimi mutlu hissedemem.

Todd, morali bozuk olduğunu söylediğinde, bu mutsuzluğun kendi seçimi olduğunu söylerken, bunu doğrudan doğruya yaptığını söylemedim. Böyle bir seçim, faaliyete geçme ve düşünme bileşenleri için olurdu. Buna ilişkin toplam davranışa moral bozukluğu yaşama ya da moralini bozma seçimi diyorum. Moral bozukluğu yaşadığı sürece, aklından devamlı olarak aynı mutsuzluk düşüncelerini geçirecektir: Keşke gitmeseydi, keşke geri gelse, keşke ona farklı davransaydım, onsuz ne yapacağım gibi.

Bu mutsuzluk verici düşüncelerle devamlı meşgul oldukça faaliyetleri yavaşladı. Neredeyse felçli gibiydi. Her şey gözünde büyümekteydi. Kalkıp işe gidecek gücü kendinde bulamiyordu. Hareketleri yavaşladıkça, fizyolojisi de daha açık bir şekilde işin içine girdi. Devamlı bir bitkinlik ve uyuşukluk yaşıyordu. Hiç enerjisi yoktu. Kalkıp işe gidemiyordu. Fakat bu bir toplam davranış olduğundan, duyguları ve fizyolojisi bu toplam içindeki ayrılmaz yerini koruyordu. Hissettikleri ya da fizyolojisi ne olursa olsun bunlar, düşünme ve fiziksel faaliyetlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Moral bozukluğu yaşadığımızda, ki zaman zaman hepimiz yaşarız, faaliyetlerimizin yavaşlamasının bizim elimizde olmadığını düşünürüz. Fakat bu doğru değildir. Eğer Todd, daha çok çaba göstermeyi seçseydi, bunu yapabilirdi. Ofisime gelme çabasını gösterdi.

Seçim teorisi şunu da öğretir: Todd'un moralini bozma seçiminin nedeni, her birimizin herhangi bir toplam davranışı seçme nedenimiz ile aynıdır. Moral çöküntüsü ona, hayatı üzerinde bu durumda düşünebileceğinden daha iyi bir kontrol imkânı vermiştir. Bu, onun kaktüslere atlama yoluydu. Farkında değildi ama hepimiz gibi moralini bozmayı o da çocukken öğrenmişti. O zamandan beri pek çok kez bunu yapmıştı ve şimdi de yapıyordu. Fakat bu seçimi o kadar güçlüydü ki, yardım almak için bana gelmişti. Bu durumda, moralini bozma kadar bunun tersini yapmak da acı verici olmaktaydı.

Bu durumda ve seçtiğiniz bütün durumlarda, moral bozmanın neden en kolay seçim olduğunu kısaca açıklayacağım. Bu fikri daha iyi anlamanız için, ilk önce, sözünü ettiğim toplam davranışa neden moralini bozma ya da moral bozukluğunu seçme adını verdiğime açıklık getireceğim.

Seçim teorisini takip ederek, her toplam davranışa en be-hrgin bileşenin adını veriyorum. Bunun için dört bileşene de yer vermem kullanışsız olur ve yanlış anlaşılmalara yol açar. ^ğer sizi caddede yürürken görsem, yürüdüğünüzü söyleyebilirim. Bu sırada hem düşünüyor, hem de bazı hisler yaşıyorsunuz. Ve eminim kalbiniz çarpıyordur. Fakat bütün bunlar içinde en belirgin olanı, yaptığınız faaliyettir. Satranç oynarken, sizin bir hamle için uzun uzun düşündüğünüzü görsem, burada yine, düşünüyorsunuz diyebilirim. En düşük düzeydeki faaliyetlerinizin vurgulamam. Nasıl hissettiğinizi ya da fizyolojik işleyişiniz konusunda soru sormam. Yediklerinizi çıkardığınızı görürsem, meydana gelen fizyolojik olguyu kusma olarak adlandırırım. Bunların dışındaki bileşenlere pek dikkat i etmem. Sizi acile götürüp kustuğunuzu söyleyince, doktor diğer bileşenleri inceleyecektir. Örneğin; ne yediğinizi, nerede yediğinizi öğrenmek isteyecektir. Fakat kusma hâlâ en belirgin bileşendir. Bu soruların soruluş nedeni odur.

Todd, bana gelip moralinin çok bozuk olduğunu söylediğinde, toplam davranışın en belirgin bileşeni üzerine dikkatini çekmiş oluyordu. Moralini bozduğunu söylemiyordu. Fakat bunu öğrenmesi zor olmadı. Ona seçim teorisi hakkında! bilgi verdim çünkü. Ona, bu seçimi neden yaptığını açıkladım. Gerçekten de, kitapta, bu noktadan itibaren endişe nevrozu veya fobi için -bunlar normalde ruhsal bozukluk olarak kabul edilirler- toplam davranış modelinin gerektirdiği isimleri kullanacağım. Nörotik endişe için, kendini endişeye verme ya da endişeli olmayı seçme; fobi için, kendini fobiye teslim etme ya da fobik olmayı seçme ifadelerini kullanacağım.

Bu yeni isimler başlangıçta tuhaf görünebilir. Fakat alıştıkça gayet doğal gelecektir. Bunlar, geleneksel ifadelerden daha kesindirler. Çünkü, aktif durumdadırlar. Bir seçim sonucu ortaya çıkmışlardır. Bu, beraberinde "ümit"i getirir. Eğer bir seçim yapıyorsanız, daha başkasını -daha iyisini- yapabilirsiniz. Yaptığınız seçim acı verebilir. Ancak bu seçimin geri dönüşsüz olması söz konusu değildir. Acı çekmeyi kimse istemez. Bu nedenle terapist, terapideki kişinin daha iyi bir seçim 1 yapmasına yardım eder. Moral çöküntüsü ya da nörotik olma, edilgen durumlardır. Bizleri, öylece etkileri altına almışlardır. Onların esiriyiz. Üzerlerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. Bu isim ve sıfatların kullanımı bizi, kendimiz için hiçbir şey yapamayacağımıza inandırır.

Fiiller, seçme fiili ile yan yana geldiğinde sizi, temel seçim teorisi fikri ile karşı karşıya getirirler: Yaptıklarınız sizin seçiminizdir. Ancak, daha iyisini yapma yeterliliğine sahipsiniz. Seçimlerinizin sorumluluğu da size aittir. Filler işin içine girdiğinde, ruhsal bozuklukların değil, yaptığınız kötü seçimlerin kurbanı olursunuz. Yaptığımız iyi seçimler de, iyi sonuçlarını fazlasıyla gösterecektir. Söz konusu olan, grip ya da gıda zehirlenmesi gibi bir rahatsızlık değildir. Seçim teorisi dünyası, sorumlulukların olduğu sıkı bir dünyadır. Yaptıklarınızın sorumluluğundan kaçmak için grameri kullanamazsınız.

"Depresyon" ve diğer "ruhsal bozuklukları anlatmak için genelde isim ve fiiller kullanılıyor. Ancak bu, çok sayıda insanın bir hataya düşmesine yol açıyor. Bu acıları yaşamaktan başka bir şey yapabileceklerini düşünemiyorlar. Oysa, daha iyi seçimler yapma konusunda neredeyse her zaman serbest olduğunuzu öğrendiğinizde, bir iyimserlik yaşarsınız: Mutsuzluk sizin seçiminizdir ama, bunun tersine dönmesi her zaman mümkündür. Bu farkındalık, kişisel özgürlüğünüzün baştan başa yeni bir tanımını gündeme getirir. Bu durumu rahatsızlık verici hale getiren, ümitsiz olduğunuz, elinizden bir şey gelmediği fikridir. Milyonlarca kişi, seçim teorisi ye ruhsal bozukluk hakkında hiçbir şey bilmiyor. Üstelik bunlar, bir psikologa da gitmemiş kişiler. Ama, hayatlarında pek Çok kez, morallerini bozmaktan daha iyi seçimler yapmışlar. Siz de yapabilirsiniz.

Şunu bir deneyin: Maaşınızda önemli bir artış beklediğinizi ama sonuçta beklediğinizin çok altında bir miktar aldığınızı düşünün. Bir müddet için öfke yaşayabilirsiniz; fakat işinize devam etmek istediğiniz için, birdenbire bu duygu "moralinizi bozmaya" dönüşebilir. Şimdi, moralinizi bozmaya devam etmek yerine kendinize şunları söyleyin: "Moralimi bozmayı seçiyorum; çünkü beklediğim zammı alamadım. Bu seçimin, durumun üstesinden gelmemde ne gibi bir yararı olacak? Bunun bir yardımı olmuyorsa, daha iyi bir şey seçebilir miyim?"

Aklınızdan bunları geçirdikçe, moralinizi bozmaya devam etmenin faydasız olduğunu göreceksiniz. Daha iyi bir toplam davranış seçmeyi deneyeceksiniz. Söz konusu durum için patronunuzu suçluyordunuz. Fakat, daha iyi bir artış alabilmek için daha başka neler yapabilirsiniz, bunları gözden geçirirsiniz. Veya, şikayet etmeyi bırakıp yeni bir iş arama kararını verirsiniz. Ya da, çalışma arkadaşınızı arayıp, "Ben, yapabileceğimizi hepsini yaptım. Bana biraz destek verirsen bu j durumun içinden çıkarız" dersiniz. "Kendimi mutsuz hale sokmanın hiçbir anlamı yok. Bu durum, hiç kimsenin arzu ettiği bir şey değil. Elimden gelenin en iyisini yaptığımı kabul ettiğim sürece kendimi iyi hissedeceğim." Bunun gibi aktif bir tavır takınmak birçoklarının hareketsiz kalıp mutsuzluğu kabullenmesinden çok daha iyidir.

Eğer, toplam davranış kavramını biliyorsak, acı ya da mutsuzluk yaşadıkları açıkça belli olan insanlara şu soruyu sormamayı öğreniriz: "Kendini nasıl hissediyorsun?" Bu soruyu sorduğumuz pek çok kişi, hasta veya yaralıdır. Üstelik, bunların kısa zamanda iyi olmaları da mümkün değildir. Los Angeles Ortopedi Hastanesi'nde psikiyatr olarak çalışırken, doktorları ve diğer personeli, bu tür hastalara bu soruyu sormamaları için ikna etmeye çalışırdım. Çünkü, soruyu soranlar "İyiyim ya da kendimi daha iyi hissediyorum." cevaplarının beklentisi içindedirler. Hasta da bu beklentinin farkındadır.

Hasta genellikle yalan söyler ve "Kendimi iyi hissediyorum." der. Bu yalan, doktor hasta ilişkilerine zarar verir. Bu soru, aynı zamanda, hastanın kendini iyi hissetmesine neden

olanın, sadece doktorun tedavisi olduğu izlenimini de verir. Aslında, durum böyle değildir. Sorulacak daha iyi bir soru şudur: "Bugün ne yapmayı planlıyorsunuz?" Hastanın durumu ne kadar kötü olursa olsun, sadece orada uzanmanın dışında yapabileceği şeyler vardır. Kendisi için olumlu birşey yapacağı izlenimini uyandırmak, ona bir kontrol duygusu yaşatır. Bu da, bu kötü durumda bile kendisini daha iyi hissetmesine yardımcı olacaktır.

Bu soru karşısında hasta, doktorun çılgın olduğunu bile düşünebilir. Bazı hastalara sözkonusu soruyu yönelttiğimde, yüzüme aynı düşünceler içinde bakmışlardır. İyileşmesi uzun zaman alacak bu hastalara daima bazı faaliyetler öneririm. Bu, bir televizyon programı seyredip koğuştaki diğer arkadaşlarıyla konuşmaları kadar basit olabilir. Onları her hafta ziyaret ediyordum, dört gözle bu sorunun sorulmasını bekleyerek karşılığında bana söyleyebilicekleri şeyleri için hazırlanmış oluyorlardı. Çoğunlukla, birşey yaparken kendilerini daha iyi hissettiklerini de söylediklerine ekliyorlardı. Bu da, genelde benimsenmiş olan yaklaşımda bu değişikliğin yapılması gerektiğini bir kez daha gösterir. Seçim teorisi dünyasında otomotik cevaplar alacağımız "Nasılsınız?" sorusu yerine "Bugün ne yapmayı planlıyorsunuz?" sorusu getirilir. Ya da bu "Önemli bir gelişme var mı?" sorusu da olabilir. Bunlar, aktif eylem içeren sorulardır. İnsanları kalıplaşmış bir cevapla sınırlayan pasif, sadece duygulara hitap eden sorular değildir.

Toplam davranış kavramını açıkladık. Şimdi bu kadar çok insan niçin moralim bozmayı seçiyor, bunun mantıklı üç gerekçesini anlatalım: Bu sebepler; genelde, ruhsal olarak moralini bozma, kendini endişeye kaptırma ve kendini korkuya teslim etme olarak sıralanabilir. Romatizma gibi hastalıklar bile bu üç nedenle açıklanabilir. Birçok doktor, pek çok hastalığın psikolojik bir boyutunun olduğuna inanır. Bunlara psikosomatik

hastalıklar adı verilir. Bu, düşünüş tarzımızın, vücudumuzun işleyişi üzerinde pek çok etkisinin olduğu anlamındadır. Hayatımız üzerindeki kontrolümüz etkili olmadığında, bunun etkileri fizyolojiyle işleyişimiz üzerinde ortaya çıkabilir. Aynı durum, tatmin edici olmayan bir ilişki yaşadığımızda da sözkonusu olur. Hayal kırıklığı yaşadığımızda hasta olmayız ama, fizyolojik işleyişimiz tam olarak normal olmaz.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu