Eski çağlarda halkın egemenliğine dayalı ilk demokrasi denemelerini Antik Yunan devletlerinde görüyoruz. Antik Yunan'da halk, başkent Atina'da toplanıp, kararlara doğrudan katılabiliyordu. Yalnız köleler, kadınlar ve yabancılar bu toplantılara katılamıyorlardı. Bu demokrasi biçimi Antik Yunan uygarlığının bitmesiyle sona erdi. Daha sonra kurulan Roma İmparatorluğu'nda aristokratlardan (soylulardan) oluşan "senato" denilen meclis vardı. Bu meclisle kralın yetkileri sınırlandırılmıştı. Bu uygulama bir tür cumhuriyet modeliydi. Roma İmparatorluğu'nun demokrasi ve cumhuriyet uygulaması günümüze Roma Hukuku olarak kalmıştır. Din ve devlet işlerinin karıştırılmasıyla demokraside gerileme olmuştur. Tüm Orta Çağı kapsayan dönemde demokrasi adına fazla bir gelişme olmamıştır. Bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri İngiltere'de 1215'te kabul edilen Magna Carta (Büyük Özgürlük Bildirisi)'dır. Bu bildiriye göre kralın yetkileri soylular tarafından
sınırlandırılıyordu. Bu soylular sınıfının temsilcilerinden oluşan meclise Lortlar Kamarası deniyordu. Lortlar Kamarası, uzun bir süre İngiltere yönetiminde çok etkin bir meclis olarak kaldı. Orta Çağ boyunca kentlerde yaşayan tüccarların oluşturduğu yeni bir sınıf, burjuva sınıfı, yavaş yavaş ortaya çıktı. Burjuvazinin (kentsoylu varsıllar) temsilcilerinden oluşan bir başka meclis daha kuruldu: Avam Kamarası. Günümüzde Lortlar Kamarası önemini yitirmiş, Avam Kamarası sınıf ayrımı olmadan tüm halkı temsil eden bir meclis olmuştur.
Fransa'da krallık 16. yüzyıldan sonra etkili olmaya başlamış; mutlak monarşi denilen yönetim biçimi ağırlık kazanmıştır. Kralın yetkilerinin çoğaltılması anlamına gelen bu yönetim biçiminde insan hakları oldukça kısıtlıydı. Sanayi devrimiyle birlikte burjuvazi güçlenmeye ve monarşiye karşı direnmeye başladı. On sekizinci yüzyılda özellikle Montesquieu (Monteskiyö) ve Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Russo) gibi düşünürler sayesinde özgürlük, eşitlik ve katılım kavramları ön plâna çıkmaya başladı. Bu dönemde işçi sınıfı da gücünü artırdı. 1789'da yapılan Fransız Devrimi ile halk meclisleri, yetişkinlerin eşit oy hakkı gibi kavramlar ön plâna çıktı. Bu devrim tüm Avrupa'da etkili oldu.
Amerika Birleşik Devletleri'nde demokrasinin gelişimi, Avrupa'dan göç edenler sayesinde daha hızlı olmuştur. Dünyanın ilk yazılı anayasası ABD'de yapıldı. 1776'da kabul edilen bu anayasaya göre her eyaletin (devletin) ayrı seçimli meclisleri, federe (birleşik) devletin de eyaletlerden seçilmiş temsilcilerden oluşan Temsilciler Meclisi olacaktı; ama o dönemde yalnızca beyazların oy kullanma hakkı vardı. Zencilere oy kullanma hakkının verilmesi uzun savaşlar ve mücadelelerin sonunda olmuştur. Ancak ABD'de uygulanan yerel yöneticilerin seçimle belirlenmesi, mahkemelerde halk jürilerinin bulunması demokrasi adına önemli örneklerdir. Yirminci yüzyılda yapılan dünya savaşları nedeniyle demokrasi hareketleri büyük yaralar almıştır. Bütün bunlara karşın, insanlık bu dönemleri de aşmayı başarmıştır.
Osmanlı Devleti 17. yüzyıla kadar egemenliği altında bulunan ülkelerde rahat ve bolluk içindeydi. 17. yüzyılda gerçekleşen Sanayi Devrimi'nden sonra gelir kaynakları kuruduğundan devlet güçsüz düştü. Bu sırada aşırı vergi yükünden dolayı imparatorluğun çeşitli bölgelerinde ayaklanmalar çıkmaya başladı. Özellikle Fransız Devrimi, çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti'ni oldukça etkilemişti. 1808'de Alemdar Mustafa Paşa öncülüğünde padişahla ayanlar arasında Sened-i İttifak (Uzlaşma Senedi) imzalandı. Bu senet, bir anayasalı dönem başlangıcı olarak kabul edilebilir; ama bu senet Osmanlı Devleti'ne demokratikleşme hareketi açısından pek fazla bir yenilik getirmemiş, kısa bir süre sonra da kaldırılmıştır. On sekizinci yüzyıldan sonra birçok padişahın döneminde çeşitli yenileşme hareketleri yapıldıysa da yeterli olmamıştır. Osmanlı Devleti'nde yenileşme hareketleri aydın ve yöneticilerin öncülüğünde yani yukarıdan aşağıya doğru olmuştur. Avrupa'daysa sanayinin gelişmesi dolayısıyla işçi sınıfı güçlenmiş, yenileşme aşağıdan yukarıya doğru zorla olmuştur. Yenileşme hareketleri ilk önce ordu daha sonra devlet sisteminde olmaya başlamıştır.
Sanayileşmemiş olan Osmanlı Devleti'nde 1838'de İngiltere ile yapılan Ticaret Sözleşmesi önemli bir başlangıçtır. Daha sonra 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanı (Yenilik Buyruğu)'nın ilânıyla hak ve özgürlükler alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Tanzimat Döneminin ikinci önemli belgesi Islahat Fermanı (Düzeltim Buyruğu)'dır. Bu belgenin kabul edilmesinde dış etkilerin payı oldukça büyüktür. Bu belgeyle Osmanlı topraklarında yaşayan Müslümanlar ile Müslüman olmayanların tam bir eşitliğe sahip olması kabul ediliyordu. Ayrıca Şeyhülislâm ve onun dayandığı dinsel yasaların etkisi azaltılıyordu. Bakanlar kurulu ve danıştay gibi organlar getiriliyor, günümüze kadar gelen birçok çağdaş yasa ve kurum kabul ediliyordu. Tanzimat ve Islahat hareketleri Osmanlı Devleti'nde anayasalı düzene geçişi hızlandırmıştır. İlk anayasa 23 Aralık 1879'da padişah oluruyla kabul edildi. Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) ve Meclis-i ayan (Seçkinler Meclisi) adında iki meclis kuruldu. Bu iki meclisin oluşturduğu Meclis-i Umumi (Genel Meclis) kuruldu. Oy verme hakkı, erkeklere ve vergi verecek kadar geliri olanlara tanındı. Kurumun başında babadan oğla geçen padişahlık kalıyordu. Padişahın, bu meclisleri dağıtma yetkisi vardı. Nitekim II. Abdülhamit Osmanlı-Rus Savaşı'nı bahane ederek bu meclisleri kapattı. II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimi "Jön Türk" (Yeni Türk, Aydın Türk) adıyla anılan grupların oluşmasına neden oldu. Bu grup İttihat ve Terakki (Birlik ve İlerleme) Partisi'ni kurdu. Bunlar meşrutiyetin yeniden kabul edilmesini istiyorlardı. Sonunda baskılara dayanamayan Padişah II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'i ilân etti. Bu yönetim biçiminde padişahın yetkileri sınırlandırılıyordu. Bundan hoşlanmayan padişah, el altından gericileri kışkırtıp isyan çıkartmıştır. Ayrıca Balkan ve I. Dünya Savaşı bahane edilerek meclisin yetkileri askıya alındı. I. Dünya Savaşı'na meclisin izni olmadan girildi. Bu dönemde padişah, meclisi yeniden tatile soktu. Bir sonraki meclis 1920'de toplandı. Bu meclisin yaptığı en önemli iş, Anadolu'daki kurtuluş hareketçilerinin önerdiği "Misakımilli" (Ulusal Sınır Belgesi)'yi kabul etmesidir. 16 Mart 1920'de İstanbul'un İtilâf devletleri tarafından işgal edilmesi nedeniyle meclis bir daha toplanmamak üzere dağıtıldı. 10 Ağustos 1920'de batılı ülkelerle imzalanan Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığı tümüyle ortadan kalktı.
19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasıyla başlayan Kurtuluş Savaşı harekâtı hem iç hem de dış bağımsızlığı ilke edinmişti. Anadolu'da yapılan birçok kongre ve çok güç şartlar altında yapılan seçimler sonunda 23 Nisan 1920'de TBMM açıldı. Bu meclisin en temel ilkesi "kayıtsız şartsız ulus (millet) egemenliği"ydi. Mustafa Kemal ve arkadaşları alınacak her tür kararın meclisten mutlaka çıkması gerektiğine inanıyorlardı. Mustafa Kemal, TBMM başkanı ve başkomutan olduğu hâlde tüm kararlarını mecliste onaylatıp öyle uyguluyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasası 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (Temel Örgütlenme Yasası) adıyla kabul edildi. Bu anayasanın ilk maddesi "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." cümlesiydi. Daha sonra 29 Ekim 1923'te "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir." cümlesi eklenmiştir. Bu anayasa demokrasinin temel kurallarını içeriyordu; ama hak ve özgürlükler yer almıyordu. Daha sonra, Zonguldak ve Ereğli'de çalışan kömür işçileri, Çocuk Esirgeme Kurumu ile savaş yetimi çocuklarının güvence altına alınması; çiftçilere yönelik kimi düzenlemelerle hak ve özgürlükler anayasaya katılmaya başlandı. Cumhuriyetin ilk yılları hak ve özgürlüklerin yerleştirilmesiyle geçti. Buna göre, öğretim birliği, halifeliğin kaldırması ve lâiklik ilk kabul edilen yasalardı. Daha sonra Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Genel Sağlık Yasası gibi birçok özgürleşme atılımı yapılmıştır. 1934 yılında yapılan değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi çok önemli bir adımdır. Bu adımları birçok yasa izleyerek "sosyal devlet" anlayışı getirilmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı'na girmediği hâlde sanayileşme yolunda olan Türkiye zor günler geçirmiştir. Bu savaşın bitmesiyle gerek dünyada gerekse Türkiye'de çok büyük atılımlar yapıldı. 1945'te kurulan Birleşmiş Milletler örgütü tüm ülkelerde çok önemli değişiklikler olmasını sağladı. Türkiye bu dönemde çok partili sisteme geçti. 1945 yılından sonra tam anlamıyla çok partili sisteme girildi.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.