Alm. Staat (m); Macht (f), Fr. Etat (m), puissance (f), İng. State, pover. Bir ülkede, bir hükümete ve ortak kânunlara bağlı olarak yaşayan bir milletin veya milletler topluluğunun meydana getirdiği siyâsî varlık. Genel ve klasik bir ifâdeyle, belli bir toprak üzerinde müstakil bir teşkilât kurmuş insan topluluğuna devlet denir.
Bu târiften de anlaşılacağı gibi devlet, ferdî, tabiî ve siyâsî unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar sırayla “nüfus, ülke ve hâkimiyet”tir. Nüfus, devletin, birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir devlet düşünülemez. Bir devletin var olması için nüfusun az veya çok olmasının önemi yoktur. Nüfusu yüz milyonları geçen devletler olduğu gibi birkaç yüz binlik devletler de vardır. Ancak nüfusun çeşitli sebeplerle ve zamanla yok olması hâlinde devlet de ya yıkılır veya o bölgedeki insanların yerine başkaları geçerek devâm eder. Fakat bu durumda ortaya çıkan devlet eski devlet değil, yeni bir devlettir. Çünkü devletin birinci gerçek unsuru olan nüfus değişmiştir.
Devletin ikinci gerçek unsuru ülkedir. Bir devletin var olması için yalnız nüfus yeterli olmayıp, bu nüfûsun yeryüzünün belli bir bölgesinde, yerleşmiş olması da lâzımdır. Ülke toprağının küçük veya büyük olması, toplu, yâhud ayrı parçalardan meydana gelmesi de önemli değildir. Önemli olan ülkenin belli ve sâbit olmasıdır. Çünkü belli ve sâbit bir ülke olmadıkça devlet hâkimiyetini tam olarak kullanamaz. Zîrâ bunun yeri ve sınırı belli değildir.
Devletin üçüncü gerçek unsuru hâkimiyettir. İnsan toplulukları düzenli ve istikrârlı bir teşkîlât kurmadıkça ve teşkilât o nüfusu belli sınırlar içinde bağımsız olarak idâre etmeye başlamayınca devletin varlığından söz edilemez. Bu bakımdan bir devletin var olması için nüfus ve ülkenin var olması yanında hâkimiyet de şarttır. Hâkimiyet bir toplumun kendisini bizzât idâre etmesi, emredici kurallar, yâni kânunlar koyması ve bunların gerek kendi içinde ve gerekse dışarıya karşı tatbikini sağlamasıdır. Fakat günümüzde kurulmuş ve yaygın bir şekilde bulunan muhtelif milletler arası teşekküller devletlerin hâkimiyet haklarını sınırlamışlardır. Devletlerin bu tip kuruluşlara katılıp katılmamaları kendi isteklerine bağlı olduğu için, hâkimiyet hakkının kısıtlanmasına kendisi rızâ gösteriyor demektir.
Bu üç unsurun tabiî bir sonucu olarak “devletin şahsiyeti” ortaya çıkmaktadır. Bu özelliğiyle devlet tıpkı bir şahıs gibi borç ilişkilerinde bulunur. Şahsiyet unsuru devamlı olduğu için yapılan kânunlar, taahhüd edilen borçlar ve akdedilen antlaşmalar, bunları imzâ edenlerin ölümünden sonra da değişmedikçe devâm ederler.
İlkçağlardan beri kullanılmış olan “polis, civitas, imperium, statum” gibi kelimeler hep devlet kavramını ifâde etmiştir. Eski Türklerde “il” deyimi, bugünkü modern “devlet” anlayışını karşılayan bir sözdü. Göktürk ve Uygur çağlarında “il” kelimesi devlet mânâsına kullanılıyordu. Çincedeki “kuo” sözü devlet demek olup, bunun Türkçe karşılığının “il” olduğu eski Türk ve Çin kaynaklarından da anlaşılmaktadır. Gene eski Türklerde “halk ve toprak” devleti meydana getiren iki önemli unsurdur. Üçüncü unsur ise “kağanlık” idi. Devlet idâresi yerine “il tutmak” tabiri kullanılırdı. Eski Türkler, devletin kendilerine tanrı tarafından verildiğine inanırlar, zaman zaman tanrıya “il veren tanrı” şeklinde hitâp ederlerdi.
Devlet anlayışı, devletin kaynağı ve vasıfları konusundaki görüşler çağlar boyunca değişmiştir. Ayrı ideolojilere göre farklı devlet anlayışları belirmiştir. Aristoteles’ten günümüze kadar hemen bütün filozoflar devlet kavramı ile ilgilenmişlerdir. Hıristiyanlıkta kendi prensipleri açısından devlet konusuyla meşgul olmuştur. İslâmiyetin devlet hakkında vaz ettiği (koyduğu) esaslar, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asr-ı saâdetten beri kurulmuş olan İslâm devletlerinin icrâatlarından anlaşılabilir.
Devletin siyâsî olarak açıklanmasını ilk defa filozof Hegel ve Pufendorf ele almıştır. Özellikle 16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da hâkim olan bozulmuş kilise ve papazlara dayalı dînî kudrete karşı siyâsî otoriteyi güçlendirme çabaları devletin bugünkü mânâsıyla ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece dînî kurallara uygun (teokratik) devlet anlayışı, yerini siyâsî devlet anlayışına bıraktı. Bu arada marksist anlayış siyâsî örgütlenmeyi ifâde eden devlet anlayışına karşı çıkarak devleti egemen sınıfın imtiyazlarını koruyan bir hukukî biçim olarak nitelendirdi ve sınıfsız bir toplumda devlete gerek olmayacağı görüşünü öne sürdü. Ancak, marksizmin uygulandığı ülkelerde bu düşüncenin tam tersi olarak işçi sınıfı adına küçük bir grubun bütün devlete hâkim olduğu ve kendi hak ve imtiyazlarını korumak, artırmak, devâm ettirmek için her türlü baskı ve şiddete baş vurduğu görüldü.
Organik yapı bakımından devletler, “basit devletler” ve “bileşik devletler” olmak üzere ikiye ayrılır. Birinciler iyiden iyiye merkezleşmiş olan ve bölünmez bir bütün meydana getiren devletlerdir. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir devlettir. İkinciler ortak bir hükümetin yönetiminde birleşmiş bulunur ve türlü türlü olur. Bâzı çeşitleri târihe mâl olmuş bulunan bu tür devletlerin bugün önde gelen misâlleri ABD ve İsviçre’dir. Bunlar, herbiri bağımsız farz edilen devletlerin geniş ölçüde adem-i merkeziyet ilkesine göre yönetilmek ve özellikle savunma ve dış temsil ortaklığı kurmak yoluyla meydana getirdikleri birliklerdir.
Devletler çeşitli şekillerde doğar; fetihler, paylaşmalar, monarşi ile idâre edilen devletlerin evlenme veya mîrâs yoluyla birleşmeleri, bir yabancı devletin boyunduruğundan kurtulma, bir sömürgenin bağımsızlığa kavuşması gibi. Yeni bir devletin hukûkî bakımdan var olabilmesi için tanınması, yâni öteki devletlerin meydana getirdiği milletlerarası topluluğu kabul etmesi gerekir.
Bugün dünyada genel olarak devletlerin hâkimiyet ve bağımsızlık, eşitlik ve kendilerini temsil ettirme haklarına sâhib oldukları kabul edilmektedir. Fakat devletlerin bâzı vazîfeleri de vardır ve bunların uygulanmaması kendine karşı beynelmilel müeyyidelerin tatbîkine yol açabilir.
Devletin varlığının sona ermesi çeşitli sebeplerden ileri gelir. Toplum bağlarının çözülmesi, devletin çeşitli öğelerinin kendi istekleriyle veya zorla ayrılması, bir devleti başka bir devletin kendi bünyesine katması vs. gibi. Devletlerin ortadan kalkmasıyla hâkimiyetin devri, borçlar, antlaşmalar, kânunların yürürlüğü ve uyrukluk gibi birçok problemler ortaya çıkar.
Devletler arasındaki eşitlik ilkesi 1815’ten beri büyük devletlerin kendilerine hak tanıdıkları imtiyazlar yüzünden devamlı olarak bozulmuş ve bozulmaktadır. Milletler Cemiyeti Konseyinde bu devletler her zaman üye sandalyesinde oturmuşlardı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde de aynı imtiyâz bugün ABD’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye, Çin’e, Rusya’ya tanınmaktadır.
Devlet idâresi şekilleri:
Monarşi: Siyâsî otoritenin bir tek kişi ve onun temsilcileri tarafından kullanıldığı rejim.
Aristokrasi: İktidârın asiller veya zenginler gibi belli bir sınıfın eline geçmesi.
Oligarşi: İktidârın az sayıdaki bir azınlık tarafın keyfî idâre şekli.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.