Emin Çölaşan - Bilgiler
08/12/2009 20:18
1942 yılında Ankara'da doğdu. Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji'nde tamamladı. 1965'te ODTÜ Idari Ilinmler Fakültesi'nden mezun oldu. Daha sonra Devlet Planlama Teşkilatı, Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve PETKIM'de çalıştı.

1977 yılında Milliyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. 1985 yılında Hürriyet Gazetesi'ne geçti. Çölaşan'ın çok sayıda gazetecilik ödülü ve kitabı bulunuyor.

HAKKINDA YAZILANLAR

Baltalı İlah Zagor

OĞUZ ARAL

Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi

O mazlumların, yetimlerin koruyucusu, hırsızların, düzenbazların, hortumcuların kábusu.

Ormanın derinliklerindeki bir kulübede Kızılderili bir ebe, elinde başaşağı tuttuğu bebeğin kıçını tokatlıyor ve,

‘‘Ağlasana be, ağla artık!’’ diye bağırıyordu.

Yeni doğan bebek, inadına gıkını çıkarmıyordu. Oysa, nefes almaya başlaması için doğar doğmaz ağlaması gerekiyordu.

Bebek, yavaş yavaş başını kaldırdı. Poposunu şaplaklayan ve ‘‘Ağla’’ diye bağırıp duran ebesine küçümseyen gözlerle mavi mavi baktı.

‘‘Erkekler ağlamaz!’’ dedi.

*

Aradan yıllar geçmiş ve ormanın düzeni iyice bozulmuştu. Uzaklardan gelen beyazlar, ormanın ortasına kale kurmuş ve zavallı orman Kızılderililerini soyup soğana çevirmeye başlamışlardı. Sadece Kızılderilileri değil, hayvanları, hatta ağaçları bile soyuyorlardı. Zavallı ayılar kış uykusundan uyanınca postlarının sırtlarında olmadığını dehşetle fark ediyor, elma dolu bir ağaçta bir gecede sadece elmaların kemirilmiş koçanları kalıyordu. Bu arada ormandaki kalede oturan beyazlar gittikçe şişmanlıyordu.

Günlerden bir gün Hapşıran Tilki adlı yaşlı Kızılderili pazardan dönüyordu. Evinde dokuduğu kilimleri satmış, karşılığında un, şeker ve 250 gram yağ almıştı. Tam Necatibey Patikası'na saparken karşısına üç beyaz adam çıktı. Hapşıran Tilki'yi dövüp elindeki Migros torbasını aldılar. Hatta torbayla yetinmeyip ihtiyarın ayağındaki plastik Kızılderili mokasenlerini de aldılar. Hapşıran Tilki'nin imdat isteyen hapşırıklı çığlıklarını birden ormanın derinliklerinden gelen, ‘‘AHYAAAK!’’ diye bariton bir kükreme bastırdı. Bu kükremeden sonra ormanı bir anda sessizlik kapladı. Sadece kuşlar değil, bütün gece azı dişi ağrıdığı için ortalığı velveleye veren puma bile susmuştu.

Beyaz soyguncular şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ama şaşkınlıkları uzun sürmedi. Ağaçların arasında sarmaşığa tutunmuş sarışın bir adam uçarak geldi ve yanlarına kondu.

‘‘Hemen ihtiyarın torbasını verin ve buradan toz olun.’’

‘‘Sen de kimsin be?’’

‘‘Ben mazlumların, yoksulların, yetimlerin, adaletin ve bu ormanın koruyucusu ve de hırsızların, düzenbazların, hortumcuların kábusu Baltalı İlah Zagor Emin'im.’’

Beyaz soyguncular silahlarına el atacak oldularsa da Baltalı İlah baltasıyla onların kafalarına, ‘‘Tock! Tock! Tock!’’ diye birer kere vurdu. Beyaz soyguncular da bir daha iflah etmeyip yere serildiler. Yalnız bir tanesi bayılmak üzereyken,

‘‘Ben seni Melih Reis'ime şikáyet edeyim de gör gününü’’ dedi. Baltalı İlah, kendisine çok yakışan sakal üstü tebessümüyle,

‘‘Patronunun adını doğru belle, onun adı Melih Reis değil, İ.Melih'tir!’’ diye cevap verdi. Sonra da ‘‘Ahyaak!’’ diye ünlü narasını patlatıp ağaçların arasında kayboldu.

Artık ormandaki hırsızları ve haydutları bir korku sarmıştı. Hepsi Zagor Emin'den korkar olmuşlardı. Aslında dağlar taşlar bile Zagor'dan korkuyordu. Zagor her hırsızlığa, her haksızlığa, her soyguna yetişiyordu. Yetişmese bile, ormandaki ağaçlara hırsızların, soyguncuların adını kazıyordu. Fakir Kızılderililerin bir kısmı da ağaçlardaki isimlere bakarak,

‘‘Vay be, demek ki bu adamda iş varmış’’ diye bir koşu koparıp o heriflerin kapısında iş arıyorlardı. (Ama bu durumlar konumuzun dışında olduğu için uzatmanın alemi yok.)

*

Bu öyküyü bana erik ağacının altında oturan mavi gözlü bir ihtiyar anlattı. Sırtında bizim emekli Kurtuluş Savaşı gazilerinin giydiği haki rengi bir üniforma, başında ise bir kalpak vardı. Çizmeleri eski ama pırıl pırıldı.

‘‘Eee, sonra Zagor'a ne oldu?’’ diye sordum.

‘‘İhtiyarladı, yoruldu, emekli oldu ve kıyafetini değiştirdi. İhtiyarlayınca ormandaki her ağacı tek başına koruyamayacağını sonunda öğrendi. Şimdi hiç olmazsa bir tek ağacı koruyor’’ dedi ve bastonunu kaldırıp gez-göz-arpacık nişan aldı. Ağzıyla, ‘‘Grav! Grav!’’ silah sesi çıkardı. Can eriklerine saldıran kargalardan ikisi yere düştü.

Önceki
Önceki Konu:
Aydın Bolak
Sonraki
Sonraki Konu:
Hüsnü Doğan

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu