Alm. Imperialusmus, Fr. Impérialisme, İng. Imperialism. Bir devletin, kendi sınırları dışında yaşayan başka halklar üzerinde onların rızâsı olmaksızın denetim kurmayı gâye edinen politikası. Kelime olarak yeni olmasına karşılık, uygulaması oldukça eskidir. Hattâ bu kavramı M.Ö. 1675 civârında Firavunların idâresinden Mısır’ı alan ve idâre eden Hyksos İmparatorluğuna kadar uzatmak mümkündür. Sık kullanılışına Büyük Britanya Krallığının 19. yüzyıldaki meclis tartışmalarında rastlanılmaktadır. Joseph Chamberlain gibi bâzı kişiler, idâre edilen yerlerde mahallî idâre kurulmasına karşı olmuşlar ve kendilerini “emperyalist” olarak isimlendirmişlerdir.
Emperyalizm; askerî, siyâsî, ekonomik ve dînî şartlara bağlı olarak gelişmiştir. Genellikle bu tür şartların berâber görülmesiyle, emperyalizm ortaya çıkmıştır. Bunların başında, politik gücün genişletilmek istenmesi, ham madde ve tabiî kaynakların elde edilip işletilmesi veya kendi ülkesine taşınması ve kendi ürünlerini satacak yeni pazarların bulunmasını sağlama, başka ülkelerin bunları elde etmesini önleme, kendi halkının yerleşmesi ve bu sûretle ürünleri için yeni pazarlar sağlama sebepleri gelmektedir.
Günümüzde, ABD’nin bâzı politikalarını ekonomik emperyalizm olarak tanımak mümkündür. İngiltere ise geri kalmış ülkelere “medeniyet”i götürmek bahânesiyle İngiliz emperyalizmini doğurmuştur. Şanlı bir geçmişe ve saf bir seçilmiş ırka sâhip olduklarını iddiâ eden Japonya, İtalya ve Almanya da 1930’larda emperyalist politikalarını tesis etmişlerdi. Diğer bir tür emperyalist politika olan komünizm ise insanlığa parlak bir gelecek getireceği hayâli ile Sovyetler Birliği tarafından uygulanmış fakat 1990’dan îtibâren iflas etmiştir.
Târihî gelişim: Emperyalizmin târihî gelişimini, batı dünyâsında genellikle üç devrede incelemek mümkündür. İlk bölümü, Romaİmparatorluğundan önceye inmektedir. İkinci bölüm 15. yüzyıla kadar ortaçağ devresi, üçüncü devre ise, keşiflerin yapıldığı 15. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemdir.
İlkçağlar emperyalizmi: Makedonya Kralıİskender’den önce bulunan emperyalist devletler, Mısır, Âsur, Bâbil veİran İmparatorluklarıdır. Yeni krallık olarak bilinen Mısır İmparatorluğu aşağı yukarı M.Ö. 1850’den 1090’a kadar devam etmiştir. Bu imparatorluk Nil Nehri havzasından Fırat Nehrine kadar uzanmaktaydı. Âsur İmparatorluğu ise 911-612 yılları arasında, Yeni Bâbil 625-538 yılları arasında, İran İmparatorluğu ise yaklaşık 546-330 arasında varlık göstermişlerdir. İskender (M.Ö. 356-323) bunlardan daha büyük bir imparatorluk kurmuştu. Kısa bir müddet devam etmesine karşılık, İskender’in döneminde imparatorluk, Yunanistan’dan, Mısır’a ve Hindistan’a kadar uzanmaktaydı. Roma İmparatorluğu, M.Ö. 2. yüzyılda Batı Akdeniz’deki Kartaca İmparatorluğu ve Yunan İmparatorluğunu yenerek İngiltere’den Dicle Nehrine kadar uzanmıştı.
Ortaçağ emperyalizmi: Roma düşüncesinden etkilenen ortaçağ batı düşüncesinde dünyâyı kilisenin kontrolü altında birleştirmek yatmaktaydı. Bu, kısa bir müddet için M.S. 9. yüzyılda, Şarlman (1471-1528) tarafından Kutsal Romaİmparatorluğu olarak gerçekleştirilmişti. Ancak kendi ölümüyle parçalanmalar ortaya çıktı. Ortaçağda pekçok imparatorluk dîni bütünleştirme gâyesiyle kurulmuştu. Bu gâye için yapılan Haçlı seferleri bir emperyalist savaş serisinden başka bir şey değildi. Haçlılar emperyalist duygularının yerine getirilmesi için Anadolu ve Ortadoğu’da Müslümanlara karşı korkunç zulümler yaptılar. Daha sonra millî devletlerin kurulması, emperyalist çeşitli ülkelerin birbirlerine göre durumlarını kendi hesâbına iyileştirmesi şeklinde ortaya çıktı. Bu aradaortaçağda kurulan Osmanlı Devletini emperyalist imparatorluklardan ayıran farkı işâret etmek yerinde olur. Emperyalist imparatorluklarda idâre dâimâ dışardan olmuş ve idâre edilen yerli halkın hakları ellerinden alınmıştı. Özellikle bu, İngiliz idâresinde görülür. Osmanlılar ise, idâre altına aldıkları bölgelerde, mahallî teşkilâtlara önem vermişler ve idârenin bölge halkı tarafından gerçekleştirilmesine çalışmışlardı. Bu bölgelerde yetişip Osmanlı Devletinin en önemli mevkilerine kadar gelmek mümkün olmaktaydı. Ayrıca Osmanlı Devletinin kendi idâresinde bulunanlara eşit vatandaşlık hakları vermesi, din, inanç, eğitim, öğretim, ibâdet ve ekonomik hürriyet tanıması, emperyalist düşünceye bağdaşması mümkün olmayan bir uygulama idi.
Modern emperyalizm: Bunu da dört safhada incelemek gerekir:
1. İlk emperyalist güçler: Bunlar İspanya ve Portekiz olup, 15 ve 16. yüzyıllarda çok faaliyet gösterdiler. İspanya esas olarak mücevher ve hazîneye ilgi duyduğundan yeni koloniler kurarak, Meksika, Orta ve Güney Amerika’daki yerlileri idâresi altına aldı. Ancak 1588’de Armada’da İngilizlere yenilmesiyle bir gerileme devrine girdi. Bu târihte İngiltere de bir emperyalist güç olarak ortaya çıktı. Portekiz ise aynı zamanda ticârete ilgi duymaktaydı. Ancak 16. yüzyılın ortalarında önemli bir emperyalist güç oldu. Brezilya ve Afrika’nın batı ve doğu kıyılarında koloniler kurdu. Daha sonra Seylan, İran, Hindistan, Hindiçin ve Malaya’ya oradaki Portekizli ve yerlileri idâre etmek için asker gönderdi.
Bu devrede İspanya ve Portekiz, dünyânın büyük güçlerindendi. Ancak daha sonra önemlerini kaybettiler. İngiltere’nin denizci bir devlet olarak kuvvet kazanması sonucu, İspanya etkisini ve sâhib olduğu toprakları yavaş yavaş kaybetti. Ancak, etkisi 19. yüzyıla kadar sürdü. 1898’deki iç savaşlar sonucu İspanya, Amerika’daki topraklarını ve Filipinleri kaybederken, Portekiz’in önemli kolonilerinden olan Brezilya istiklâlini îlân etti.
2. İngiliz, Fransız ve Hollanda emperyalizmi: On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda İngiltere, Fransa ve Hollanda yeni güçler olarak ortaya çıktı. Deniz gücü olan Hollanda, ticârete ilgi duymaktaydı. On yedinci yüzyılın başında Endonezya’yı alan Hollanda, daha sonra Afrika, Karaibler ve Kuzey Amerika’da toprak sâhibi oldu. Coğrafî olarak küçük olması ve nüfûsunun azlığından dolayı, önemli bir askerî güç olamadı.İkinci Dünyâ Savaşının nihâyetinde meydana gelen çok kanlı bir savaş sonucu Endonezya’yı terk etmek zorunda kaldı. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllardakiFransız ve İngiliz düşmanlığı bâzı çatışmalara sebeb oldu. Fransa, bir hava gücü olarak Kuzey Amerika, Afrika, Ortadoğu, Hindistan ile Uzakdoğu’yu etkisi altına aldı. Buna paralel olarak İngiltere de ham madde kaynaklarına ilgi duydu. Bu sebepten özellikle Uzakdoğu’da, aralarında çatışmalar çıktı. Kuzey Amerika ve Hindistan’daki pekçok toprağını İngiltere’ye kaptıran Fransa, Hindiçin’i ve Kuzey Afrika’daki tesirini muhâfaza etti. İngiliz nüfûzunu zayıflatmak için Fransa, Amerika’ya istiklâl mücâdelesinde yardım etti. Napolyon’un yenilgiye uğraması sonucu (1812-1815), Fransa, 20. yüzyıla kadar denizaşırı topraklara sâhib olmasına rağmen, gücünü kaybetmeye başladı.
30 Mayıs 1814’teki Viyana Kongresinden sonra, İngiltere dünyâdaki en önemli güç olarak görüldü. Sâhib olduğu topraklar Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya, Seylan, Malaya, Birmanya, Hindistan veGüney Afrika’nın önemli bir bölümünü içine almaktaydı. Ortadoğu da etki sâhasına dâhil bulunmaktaydı. İnsanlarının acımasız politik karakteri, kendisinin denizci bir devlet olması sonucu İngiltere, 19 ve 20. yüzyıllarda dünyâ siyâsetinde önemli rol oynadı.
Bu güçlerin yanında başka bir güç de Osmanlı Devletiydi. Ancak Osmanlılar yukarıda zikredilen Avrupa devletleri gibi emperyalist bir güç değildi. Emperyalizmde toprak ve tesir sâhasının genişletilmesi bulunmaktadır. Ancak bu işlemde alınan topraklardaki yerli halk hiçbir zaman idârî işlere dâhil edilmemekteydi. Dışarıdan emperyalist gücün temsilcisi olarak gelen idâreciler de kararlarını alırken, yerli halkın değil, emperyalist gücün menfaatleri doğrultusunda veriyorlardı. Osmanlılarda ise, durum farklı olmuştur. Mahallî idârelere önem veren Osmanlılar, idâreci olarak yerli halkın seçtiğine îtibâr etmişler ve onların, devletin genel siyâsetleriyle ters düşmeyen kararlarını saygı ile karşılamışlardır. Hattâ, yerli halktan, Müslüman olup, Osmanlıların merkezî idâresinde önemli görevlere gelenlere sık sık rastlanmaktadır. Bu sebeptendir ki, Müslüman olmamış yerlerden Osmanlılar çekildiğinde geri bıraktıkları iz, eserlerinden ibâret olmuş, Avrupa devletleri gibi yerli halktan kendi menfaatlerini koruyan bir zümreyi geride bırakmamışlardır.
3. Yeni emperyalist güçler: 1880’den İkinci Dünyâ Savaşına kadar olan dönemde Belçika, Almanya, ABD, İtalya ve Japonya gibi yeni güçler doğmuştur. Pekçok toprakların eski güçler tarafından paylaşılmış olduğunu gören yeni güçler, yeni topraklar ararken, eskilerle karşı karşıya gelmişlerdir.
Otto von Bismark’ın idâresi altında emperyalist güç olan Almanya 1880’den sonra deniz aşırı toprakları elde etmeye başladı. Ancak Birinci Dünyâ Savaşında yenilmesiyle bu toprakları kaybetti. Hitler’in idâresi altında Alman emperyalizmi, tekrar canlandı, Avusturya ve Çekoslovakya’yı işgâl etti. Ancak İkinci Dünyâ Savaşındaki yenilgisiyle bütün bunları kaybetti.
Libya’yı kontrol altına alan İtalya, daha sonra Habeşistan’ı ve Arnavutluk’u işgâl etti. Eski Roma imparatorluğu hayâliyle Almanya ile berâber Fransa’ya saldırdı.
Japon emperyalizmi, 1894-1895’deki Çin-Japon Savaşı ile başladı. Japonya, Kore ve Tayvan’ı işgâl ederek, Mançurya’ya ilerledi. ABD’yi Uzakdoğu’dan atmaya çalışan Japonyaİkinci Dünyâ Savaşında yenilgiye uğradı.
Son zamanlarda emperyalist güç olarak çıkan ABD; Porto Riko, Guam ve Filipinleri elde etti. Daha sonra 1867’de Alaska’yı ve 1898’de Hawai’yi sınırlarına dâhil etti.
4. İkinci Dünyâ Savaşından sonra: İkinci Dünyâ Savaşından sonra eski emperyalist güçler kolonilerine istiklâllerini verdiler. Ancak bu arada yeni ve büyük iki emperyalist güç doğdu. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhûriyeti. 1939’da Sovyetler, Almanya ile Doğu Avrupa’daki tesir alanları üzerinde anlaşmaya vardılar. Ancak, Almanya’nın, Polonya’ya saldırmasıyla Sovyetler, Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgâl ederken, Finlandiya’nın bir kısmını da kendi topraklarına kattı. İkinci Dünyâ Savaşından sonra Sovyetler, Doğu Avrupa ülkelerinde kukla devletler kurup, bunların devâmı için dâimâ işgalci Sovyet askerleri bulundurdular. Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Polonya bu devletlerin başında gelenleridir.
Daha sonra bunlara DoğuAlmanya ve Çekoslovakya da katıldı. Önceleri işgâlci durumunda bulunan Sovyetler, 1950’lerden sonra taktik değiştirerek, yetiştirdikleri yerli komünistlerle sömürgelerini genişletmeye çalıştılar.
Komünist fikre göre emperyalizm, kapitalizmin son devresidir. Buna göre biriken kapital, ülkede yatırım yapamayınca, daha az gelişmiş ülkelere dönecek ve onları sömürge hâline getirecektir. En son devrede ise bu ülke menfaatlerini korumak için sömürgeye askerî müdâhalede bulunacaktır. Ancak târihî gelişim bunu doğrulamadı. Batılı ülkeler, sömürgelerine istiklâl verip ve idâreyi yetişen yerli zümreye bıraktıkları hâlde, Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa ülkelerinde 1980’lerde Polonya’da olduğu gibi, en basit hürriyet fikrinin doğmasından bile kuşkulandı. Fakat 1989 senesinden îtibâren azınlıklarda Milliyet fikirleri gelişerek; Âzerbaycan, Ermenistan, Kazakistan ve Gürcistan’da çatışmalar, gösteriler başladı. Sovyet idârecileri bütün çabalara rağmen bunları önleyememektedir.
Kültür emperyalizmi: Emperyalizm, son yıllarda diğer çeşitlerinin yanısıra kültür emperyalizmi şeklinde de tatbik edilir oldu. Bu emperyalizm çeşidinde milletlerin din, inanç, örf, âdet, gelenek, görenek, dil, zevk, sanat ve ahlâk gibi üst değerleri hedef alınmaktadır. Kültür emperyalizminin tatbik edildiği milletler yavaş yavaş ve ustaca tertiplenmiş uzun vâdeli organizasyonlarla, millî, mânevî, târihî, ahlâkî ve bedîî değerlerinden koparılarak dejenere edilmekte, kendilerine telkin edilen hâkim kültürün etkisi altında benliklerini kaybetmiş nesiller meydana getirilmektedir. Böylece milletlerin hakîkî varlıkları sona erdirilerek uydu topluluklar ve insan yığınları meydana getirilmek istenmektedir. Bunun netîcesi olarak siyâsî ve ekonomik emperyalizm kolayca, savaşsız, herhangi bir direnme ve karşı koyma olmadan, uzun vâdeli bir şekilde yerleştirilmek istenmektedir.
Bu noktadan bakıldığında her geçen gün dünyâda kültür savaşlarının arttığı, çeşitlendiği ve şiddetlendiği müşâhade edilmektedir. Dünyâda bir çok ülke, bilhassa komünist blok ülkeleri ve bâzı kapitalist ülkeler tarafından, kültür emperyalizminin pençesi altına düşmüş ve dejenere edilmiş olarak değerlendirilmektedir. Bu milletler kayıp milletler, kültürleri de târihe karışmış kültürler olarak isimlendirilmektedir.
Kültür emperyalizminin yakın târihteki en ısrarlı ve devamlı uygulaması kilise tarafından ortaya konan ve devâm ettirilenidir. Kilisenin kontrolu altında özel olarak kurulan misyoner teşkilâtları, misyoner okulları ve buralarda yetiştirilen misyonerler, dünyânın her tarafında her türlü vâsıta ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu çalışmaların bâzı Afrika veAsya kabîleleri üstünde kısmî başarılarına rağmen, bilhasa İslâm ülkelerinde hiç muvaffak olamamaları, yeni usûl ve tertipleri doğurmuştur. Bunlar arasında kültür emperyalizmine tâbi tutulan ülkelerin eğitim müesseselerine, tedrisât programlarına, ders kitaplarına ve eğitim şekillerine tesir ederek, arzu ettikleri fikir, düşünce ve anlayışları genç nesillere empoze etmek en çok kullanılan yol olmuştur. Birçok ülkede tatbik edilen bu vahim tertibe eğitim reformu, yenilik, ilericilik, devrim ve buna benzer isimler verilerek gerçek maksadın sinsice gizlendiği müşâhede edilmektedir. Böylece yarı aydınlar ve kozmopolit nesiller meydana getirilmektedir. Ayrıca son yıllarda baş döndürücü bir süratle gelişen ve yeni yeni sistem ve cihazlarla çeşitlenen haberleşme vâsıtaları (veya diğer adıyla kitle iletişim araçları) bu tür kültür emperyalizmi tatbikâtlarının en ucuz, en rahat ve en verimli âleti olarak kullanılmaktadır. Bunlar arasında kitap, gazete, mecmua, sinema filmi, tiyatro, plaklar, TV filmleri, video kasetler ve radyo yayınları en meşhurları ve en tesirlileridir. Bu vâsıtalar yoluyla seçilen konu üstünde telkin edilmek istenen fikir, düşünce ve anlayışlar devamlı ve çeşitli cepheleriyle tekrar edilmekte, insanlara câzip gelen şeyler arasında hissettirilmeden benimsetilmektedir. Bunun netîcesi olarak çok kısa bir zaman sonra bu telkinlere muhatab olanların hal ve hareketleri, giyinişleri, düşünceleri, anlayışları, hattâ ibâdet ve inançlarında büyük değişiklikler meydana gelerek kültür emperyalizmi yolunu tutanlar maksatlarına kavuşmuş olmaktadır.
Kültür emperyalizminin dünyâ çapındaki bir diğer tatbikatçısı da siyonist teşkilâtlar olarak görülmektedir. Kaynağını Yahûdî inançlarından alan bâzı düşünce ve sistemler, çeşitli isimler altında bütün dünyâya yayılmış kuruluşlar kanalı ve eliyle insanlara empoze edilmektedir. Bu faaliyetlerin esâsını, dinleri ortadan kaldırmak ve çeşitli yollarla millî ve mânevî benlikleri unutturulmuş insanları Yahûdî ırkına hizmet eder hâle getirmek teşkil etmektedir.
Kültür emperyalizmi üstünde en çok çalışan ülkeler arasında komünist blok ülkeleri, İngiltere ve ABD zamanımızda en başta yer almaktadır. İngilizler, hâkim oldukları bütün İslâm memleketlerinde yaptıkları gibi, İslâm âlimlerini, İslâm kitaplarını, İslâm mekteplerini yok ettiler. Tam din cahili, ahlâk yoksunu, târihine düşman gençlik yetiştirdiler. İngilizler hâkim oldukları İslâm memleketlerinde eğitim veren mektepleri kapatırken kendi kültürlerini yayan kız ve erkek kolejleri açtılar. Bu kolejlerde talebelerin babalarının dinlerine, ecdadlarının örf, âdet ve ahlâklarına karşı düşmanlık duyacak şekilde beyinlerini yıkadılar. Tanzimâttan sonra aynı uygulama Türkiye’de de kendini gösterdi.
İngilizler bu düşüncelerini hâkim oldukları ülkelerde bizzat kendileri yâhut piyonları olan kişilerle tatbik ettirirler. Hindistan, Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye bunlara misaldir. Bu çalışmalarıyla birlikte haberleşme vâsıtalarını, basın-yayın organlarını ve diğer âletleri en yüksek oranda kullanarak kendi arzularına uygun insan yığınları meydana getirmeye çalışmaktadırlar. Bu insanları dinlerinden, dillerinden, millî kıymet ve ahlâkî değerlerinden, dünyayı, hayâtı kendi kültürlerine uygun olarak anlayışlarından tamâmen koparmayı hedef almaktadırlar. Hattâ bu işi çok ileri derecelere vardırarak beyin yıkama noktasına dayandırdıkları, beyinleri âdetâ programlanmış robot insan ve insan topluluklarını hedef aldıkları ve bunda yer yer muvaffak oldukları da görülmektedir.
Komünist blok ülkelerinin kültür emperyalizminin temelini, materyalist felsefenin esaslarını dünyâya yaymak ve hâkim kılmak teşkil etmektedir. Bu esaslar; Allahsızlık, dinsizlik, hiçbir ahlâkî değere inanmamak, millî örf ve âdetlerden uzaklaşmak, vatan, bayrak, nâmus, özel mülkiyet gibi mefhumları reddetmek, âile müessesesini ortadan kaldırmak, dilleri ve millî kültürleri yok etmek şeklindedir. Kısaca emperyalizmin gâyesi şu üç kelimedir: Parçala, hâkim ol ve sonra büsbütün boz.
Son yıllarda her geçen gün yaygınlaşan ve çeşitlenen haberleşme vâsıtaları sebebiyle kültür emperyalizmine her fert tek tek muhâtab olma durumuyla karşı karşıyadır. Bu husus, milletler için çok büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bu bakımdan dinlere, insânî değerlere ve medenî fazîletlere saygılı ve bağlı milletler bu tehlikeye karşı tedbirler almakta, kendi din, inanç, ibâdet, örf, âdet, dil, ahlâk ve sanat değerlerini titizlikle muhâfaza etmeye ve yeni yetişen nesillere aktarmaya çalışmaktadır. Gerek batı kaynaklı ve gerekse komünist bloktan gelen kültür emperyalizminin sızmaya ve başarılı olmaya çalıştığıİslâm ülkelerinde de çeşitli tedbirler alınmaktadır. Bu tedbirler her geçen gün arttırılmakta, milletin ve yeni yetişen nesillerin millî, mânevî, ahlâkî, târihî ve bediî kıymetlere sâhip çıkması için çalışmalar yapılmaktadır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.