Serdar Turgut'un onun aleyhinde yazdığı yazıların hepsi kayıkçı kavgası...
Evet, itiraf ediyorum.
Şeker bayramında yayımlanan dizide Genel Yayın Yönetmeni'ne yöneltilen isimsiz sorulardan bazıları bana aitti.
Bunlardan ikisinde beni suç üstü yakaladı.
Örneğin, ‘‘50'li yaşların orta diliminde seyrediyorsunuz. Hayatın içinden çekiliyor olmak nasıl bir duygu?’’ sorusu bendenizindi.
Bu soruya ‘‘Bu sorunun faili bence meçhul değil. İsterseniz bir robot portresini çizeyim. Ankaralı, lacivert elbiseyi çok seviyor. Kolalı gömlek giyiyor, metal balen kullanıyor’’ yanıtını vermişti.
Bir diğer sorumu ‘‘Müşfik bir dede misiniz?’’ şeklinde yöneltmiştim.
‘‘Bu soruyu hangi hainin sorduğunu gayet iyi biliyorum’’ yanıtından telepati yoluyla yine yakalandığımı anladım.
Fark edeceğiniz gibi, onunla baş edebilmek hiç de o kadar kolay değil.
Sorudan kimliğinizi yakalar. Size, sadece bu kadarını söyleyeyim.
Tabii, yakalayamadığı sorular da var gerçi. Ama bunu bir başka sefer konuşuruz.
Anlayacağınız gibi, onun yumuşak karnını biliyorum. Ve onu en çok mutsuz edecek, kızdıracak, sinirlendirecek soruları soruyorum. Maksat hainlik olsun.
Ben ki bir Ankara Temsilcisi'yim ve rejimin, istikrarın hassas dengeleri üzerinde uzmanım, bu dedelik konusunda çok ince bir denge, daha doğrusu kırılma noktası yakaladım.
Demek istiyorum ki, Serdar Turgut'un onun aleyhinde yazdığı yazıların hepsi kayıkçı kavgası...
Serdar, bu kırılma noktasını bulamadı. Bulamaz da...
Ayrıca soruyorum size, dede olduğu gerçeği karşısında kendime otosansür mü uygulayacağım?
Ama haksızlık etmeyelim, torununa nasıl tutkuyla bağlı olduğunu çok iyi biliyorum.
Hatta, torununun ilkokula başlayacağı günü nasıl heyecanla beklediğini bugünden hissediyor gibiyim. Her sabah Zeynep'in elinden tutup, onu okulun kapısına kadar bıraktığını gözümde çok iyi canlandırabiliyorum.
Onu tanıdığımda, doğrusu, günün birinde dede olacağı hiç aklımın ucundan bile geçmemişti. Çünkü, Gülümsün daha ilkokuldaydı.
İlk kez Ertuğrul Özkök adıyla galiba 1970'li yılların sonunda Yazı dergisinde karşılaşmıştım. O zamanlar edebiyat ve kültür dergilerinde ismine sıkça rastlamanız mümkündü. Paris'te doktorasını tamamlayıp yeni dönmüştü. Doçent doktordu ve Hacettepe Üniversitesi'nde sosyoloji ve kitle iletişimi dersleri veriyordu. Siyasi hırsları da vardı. Dönemin Başbakanı ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in danışmanıydı. İnanmayabilirsiniz ama, CHP'nin seçim ve eğitim çalışmalarından sorumluydu.
Örneğin, Ecevit'in 1979 sonbaharındaki ara seçim öncesinde hazırlattığı 100 soruluk eğitim kitabını kaleme alanlardan biriydi. Türkiye'de yokluklar dönemiydi. Kitabın sloganını o bulmuştu: ‘‘Zor günleri halkla beraber aşacağız...’’
Seçim kampanyasında bir ara Ecevit'in seçim otobüsünde de görülmüştü.
Ve sonuç: CHP ara seçimi 5-0 kaybedince, Ecevit Başbakanlık'tan olmuştu.
O yıllarda sık sık Çankaya'daki evinde verdiği partilerde buluşurduk. Sıkı danslar yapılırdı. Eğlenmeyi severdik. Mutfağa, Tansu'nun yerine girdiği de olurdu ve bayağı egzantrik soslar yapardı.
Yine inanmayacaksınız, müzik beğenisi bugün kapıldığı türden popüler şeylere itibar gösteren bir çizgide değildi. Pink Floyd ve Rolling Stones dinlerdi.
1980'lerin başlarıydı. Bir akşam yine onun evdeki danslı bir partide gece geç saatte kapı çaldı. Biz herhalde komşular gürültü nedeniyle kapıya dayanmışlardır diye düşünüyorduk ki, kapıdaki adam ertesi günkü Hürriyet gazetesini bıraktı.
Hürriyet üst yönetimine danışman olduğunu öğrendik o akşam.
O, her yere zaten önce danışman kimliği ile ayak basar. Danışmanlık, sonradan onu önce Hürriyet koordinatörlüğüne, ardından Ankara Temsilciliği'ne ve sonra da Genel Yayın Yönetmenliği'ne taşıdı.
İş burada da bitmedi. Hürriyet'in İcra Kurulu Başkanlığı'nı da üstlendi, son olarak Doğan Yayın Grubu Başkan Yardımcılığı'na geldi.
O gece eve bırakılan taşra baskısının öğretim üyesi arkadaşımın bütün hayat çizgisini değiştirip, onu bugünkü konumuna taşıyacağını söyleseler, vallahi inanmazdım.
Galiba Hürriyet kadroları içinde kendisini en eski tanıyan benim. Bu geçmişim kendisine şu soruyu yöneltme hakkını veriyor: Bundan 15 yıl önce Hacettepe Üniversitesi'ndeki mütevazı çalışma odasında bıraktığı öğretim üyesi Doç. Ertuğrul Özkök ile arada bir konuştuğu oluyor mu?
Alın size bir kırılma noktası daha...
Dedim ya, maksat hainlik olsun...
- - - - - - - -
Farklı bir kaynaktan derlenen biyografisi:
4 Ağustos 1947 tarihinde İzmir'de doğdu. Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni ve Doğan Yayın Holding Başkan Yardımcısı.
İzmir Namık Kemal Lisesi ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu'nda okuyan Özkök, bir yıl TRT'de muhabir olarak çalıştı ardından Fransa'da İletişim Bilimleri'nde doktora yaptı.
Hacettepe Üniversitesi'nde 1986 yılına kadar öğretim üyesi görevini üstlendikten sonra, Hürriyet Gazetesi'nde çalışmaya başladı. Halen, Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni olarak görev yapmaktadır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.