Bâbürlü hükümdarı, Şah Cihan’ın Mümtaz Mahal’den doğan üçüncü oğlu. 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah olarak da bilinir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İyi bir tahsil gördü. Din ve fen ilimlerinde ilerledi. Askerlik ve idârecilikte ustalaştı. Dekken vâliliği esnâsında (1634-1644) idâresinin ve ahlâkının güzelliği ile kendisini halka ve çevresine sevdirdi. Safevîlere karşı yapılan seferlere komutan olarak katıldı ve başarılı savaşlar yaptı (1646-1647). İkinci defâ Dekken vâliliğine tâyin edildi (1654). Yaklaşık dört sene bu vazîfede kalıp başarılı hizmetlerde bulundu. Şah Cihan, daha çok Hindulara yakınlığı ile tanınan oğlu Dara Şükuh’u veliaht tâyin etmişti. 1657 yılında Şah Cihan’ın ciddî bir şekilde rahatsızlanması Evrengzib ile Dara Şükuh’u taht mücâdelesinde karşı karşıya getirdi. Evrengzib, ağabeyi Dara Şükuh’u, Samugarh’da kesin bir mağlûbiyete uğrattı. Bu arada rahatsızlığı geçen babası Şah Cihan’ı da Agra’daki sarayında göz hapsine aldı. İki sene süren iktidar mücâdelesini 1659 da bitirerek hâkimiyeti sağladı. Muhyiddîn Birinci Âlemgîr ünvânıyla tahta çıktı.
Âlemgîr Şah, tahta geçtikten kısa bir müddet sonra memlekette sulh ve sükûnu sağladı. Müslim ve gayri müslim herkesin, huzur içinde yaşamasını temin etti. Zulüm ve kötülüklere, bid’at ve sapıklıklara son verdi. Ayak altına düşme ihtimâlini gözönüne alarak, paralardaki Kelime-i şehâdet yazılarını kaldırdı. Ateşe tapan Mecûsilerin dînî bayramı olan Nevrûz (21 Mart) ve Mihrican günlerinin resmî bayram olarak kutlanmasını yasakladı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarının memleketin her tarafında tatbikinin kontrolü için, Molla İvaz Vecih isimli âlimi vazîfelendirip emrine müfettişler verdi. Molla İvaz’ın emirlerine aynen kendi emirleri gibi itâat edilmesini, memleketin her köşesindeki idârî âmirlere fermanlarla bildirdi. İslâmiyetin emretmediği seksen çeşit vergiyi halktan kaldırdı. Müslüman ve kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazîne zayıflaması gerekirken, zenginleşti.
Agra başta olmak üzere ülkenin her yerinde imâret vazîfesini gören Bulgurhâneler açtırdı. Yolcu ve misâfirler için han ve kervansaraylar yaptırdı. İlim ve ilim ehline çok kıymet verip, talebelerin ve müderrislerin vazîfelerini râhat yapmaları için maaş verdi. İlmî yayın faaliyetlerini teşvik ederek eser takdim eden âlimleri mükâfatlandırdı. Din ve fen ilimlerinin herkes tarafından öğrenilmesine büyük gayret sarf etti.
Âlemgîr Şah, memleketin ileri gelen ulemâsından meydana getirdiği kalabalık bir heyete her türlü imkânları verip büyük bir kütüphâne kurarak Fetâvâ-yı Âlemgiriyye ve Fetâvâ-yı Hindiyye adları verilen kânun kitabını ve devletin anayasasını, Hanefî mezhebi hükümlerine göre hazırlattı. Bu hükümler, yetişen âdil kâdılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Daha sonra aynı şey Mecelle ile Osmanlı Devletinde de yapıldı. Âlemgîr Şahın âdil idâresine hayran kalan Hindûlar, böyle bir sultanın dînine girmek için âdetâ yarışıyorlardı. Böylece binlerce Hindunun bâtıl dinlerini bırakıp hak din olan İslâmiyeti seçmelerine sebeb oldu.
Âlemgîr’in ilk fetihleri Hind-Pakistan Yarımadasının doğu ucunda cereyân etti. Kuç-Bihar ve Assam’ın hindû idârecileri, taht mücâdelesi sırasında devletin zayıf durumundan faydalanarak buraları istilâ etmişlerdi. Âlemgîr buraları geri aldı. Şah Cihan zamânından beri Müslümanların alâkasını cezbeden Bengal topraklarını fethetti. Bu zengin memleketin gelirleri daha sonra Âlemgîr Şah’ın ordularının ana mâlî kaynağı oldu.
Bugün Bangladeş olarak bilinen bölgenin dünyâya açılması ve iskânı da büyük ölçüde Âlemgîr Şah tarafından gerçekleştirildi. Daha önceleri bölge kapalı bir hayat sürmekteydi. Dışardan gelen tesirler kendilerini ancak büyük yerleşim merkezleri ve zengin manastırlarda gösterebiliyordu. Hindûlar ve Hıristiyanlar, Doğu Bengal insanının şahsı ve dili ile alay ediyorlardı. Diğer insanların kötülükleri, Müslümanların bölgedeki çalışmasını kolaylaştırdı. İslâm medeniyetini Doğu Bengal’e yerleştirerek ülkenin çehresini değiştirdiler.
Bu sırada Batıda Peşâver civârında oturan Afgan kabilesi Yusufzâîlerin lideri Baku başkaldırdı. Âlemgîr’in komutanlarını mağlûb etti. Âlemgîr bizzat müdâhale edinceye kadar da mücâdelesini devâm ettirdi. Ancak Âlemgîr’in uzun iktidârı boyunca tâkib ettiği usta siyâset, Afganlılarla münâsebetlerinin iyiye dönüşmesini temin etti. 1675’lerde ortaya çıkan Sih isyanlarını bastırdı. Evrengzib döneminde Safevîlerle olan dostluk devâm ettirildi. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddî yardımda bulunuldu. Osmanlı Gürgâniye münâsebetleri ileri bir safhaya ulaştı. İkinci Süleymân Han zamânında Hindistan elçiliği ile Bâbür ülkesine gelen Ahmed Ağa büyük bir merâsimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi (1690). Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile temaslarda bulunuldu.
Bâbürlüler Devletini yönetmeye başladığı ilk günden îtibâren, Allahü teâlânın rızâsı için cihâdı elden bırakmayan Âlemgîr Şah, vefât edeceği zaman bile, Marata denilen isyânkâr Hindûlarla savaşıyordu. 3 Mart 1707 târihinde Bombay’ın kuzey doğusuna düşen Evrengâbâd yakınlarında, Ahmednagar’da vefât etti ve Huldâbâd (Ravza) denilen yerde defnedildi. Âlemgîr Şahın dört oğlu, üç kızı vardı.
Târihlerde Âlemgîr Şahın en müşahhas özelliklerinin, eksiksiz bir cesâret ile gâyesine erişmekte gösterdiği azim ve sebat olduğu yazılmıştır. Askerî harekâtları, cesâretinin seviyesini yeteri kadar ortaya koymaktadır. Düşmanlarını safdışı etme veyâ kendine bağlamada gösterdiği mahâret onun diplomasi ve devlet adamlığındaki ihtisâsını göstermiştir. Çok iyi bir hâfızaya sâhib olan Âlemgîr, aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidârı zamânında kendisiyle görüşebilme fırsatını bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgîr’in kendisine yapılan mürâcaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük haz duyduğunu kaydetmiştir.
Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgîr’in sâde bir hayâtı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faâliyeti sâdelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayâtı vardı. Doksan yaşında vefât ettiğinde, işitme hâriç bedenî faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu.
Okumayı çok severdi, bu sevgisini vefâtına kadar devâm ettirdi. Kendisi de yazardı. Fârisî nesirleri çok beğenilmektedir. Mektuplarını ihtivâ eden, Ruk’at-i Âlemgîrî kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umûmi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kâbiliyetliydi. Hemen hemen bütün Hint-İslâm liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgîr Şah için şu îtirâfı yapmaktan kendini alıkoyamamıştır: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezâi metodlar kullanmadı. Dîni tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.”
Tasavvufta Muhammed Mâsum-i Fârûkî gibi bir zâta talebe ve halîfe olmakla şereflenen bu büyük hükümdâr, İslâm hukûkuna büyük hizmet etmiş, hadis ilminde pek kıymetli bir eser kaleme almış, aynı eseri şerh ettikten sonra yine kendisi Farsçaya çevirmişti. Ayrıca belâgat yönü çok üstündü. Bu sebeple, belâgat şâheserleri denilebilecek pek kıymetli risâleler de kaleme almıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.