Ferai, dünyayı bizim için izledi. Önemli mülakatlar yaptı. Uluslararası gazeteciliğe geçtikten sonra, iyice olgunlaştı ve kendine güveni arttı. Köşe yazılarıyla bunu pekiştirdi. Muzırlık yapmadı. ‘‘Ecnebi yazar’’ kimliğine bürünmedi. Bu yazı Ferai Tınç hakkındadır. Ancak içinde biraz da ben varım. Çünkü Ferai'yi, size kendi penceremden gördüğüm şekliyle anlatacağım. Koç'tan arkadaşım Arda Gedik, Hürriyet'in başına geçmişti. Onun davetiyle 1983 yılında Hürriyet ailesine katıldım. Görevim yazı yazmak değil, yazılanları eleştirmekti. Ekonomi servisini bilgilendirmek için kaleme aldığım not, kazaen yayımlanıp, Çetin Emeç de bundan sonra düzenli yazı beklediğini söyleyince, ben de ‘‘derin gazeteci’’ taifesinin arasına sızdım.
Babıáli'deki Hürriyet binasının, hiç bitmeyen dekorasyon projelerinden birinin sonunda, ekonomi ile dış haberler yan yana düştü. Yeni binada da öyledir. Dış Haberler'in başında Şevki Adalı bey vardı. Şevki bey, dış haberler müdüründen çok, diplomata benziyordu. Hoş bir fiziği ve insanı rahatlatan bir kişiliği vardı. Ferai, Şevki beyin yardımcısıydı. Son sınıftayken asilik yaparak ayrıldığı İtalyan Lisesi'nde ve Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenim gördüğü için yabancı dil bilgisi iyiydi. Zannedersem, o tarihlerde (Muhtemelen yine asilikten olacak) üniversite diplomasını henüz almamıştı. Hürriyet'te çalışan çoğu ‘‘geç-genç’’ gazeteci gibi, o da devrimci ekolden geliyordu. Ferai'de ilk gözlemlediğim şey işe çok asılmasıydı. Adeta başarmaya mecburum, diyordu. Yüzüne büyük gelen gözlüklerini arada bir geriye ittiriyor, durmadan okuyor ve yazıyordu. Boyuna kıyasla büyük adım atarak yürüyordu. Herhalde çabuk gidip gelmek içindi.
1960'dan 1980'e kadar, Türkiye'de ve Avrupa'da çok kuvvetli sol rüzgarlar esti. Ferai gibi, burjuva kökenli pek çok üniversiteli genç de bu akımın bir parçası oldu. Ferai, 1968 yılında okumak için gittiği Amerika'yı sevememiş ve geri dönmüştü. Bu gençler, sosyalizmi, Türkiye'nin ve tüm az gelişmiş milletlerin kurtuluş reçetesi olarak görmüşlerdi. 12 Eylül'le bu hikaye acı bir şekilde bitti. Bu gençlerle beraber olmaya başladığımda, çoğunu yorgun ve ezilmiş buldum. Yeni bir arayış içindeydiler. Bir defa daha hata yapacak zamanları kalmamıştı. Gençlikleri ise yavaş yavaş gerilerde kalıyordu.
Bu husus üzerinde bu kadar durmanın sebebi açık. Ferai gibi, kendi deyişiyle devrimcilikten gelen pek çok gazetecinin portresini, onların bu tarafını görmeyerek çizmek mümkün değil. Bana göre onlar, birer idealistti. Ama batıl peşinde koşmuşlardı. Güvenlerini kazanıp, onlarla dost olmak istiyordum. Galiba ben de onların yıllarca kızdıkları ‘‘kapitalist ekonomiyi‘‘ savunan bir iktisat yazarı olarak ilginç bir nebattım. İyi arkadaş olduk. İlişkilerimiz yoğun değil ama derin oldu. Dünyada artık çok kuvvetli yeni rüzgarlar esmeye başlamıştı. Eski fikirler samimi olarak terkedildi. Bu dönüşümün izlerini, Ferai'nin yazdığı haberlerde ve yorumlarda bulabilirsiniz. Ferai, dünyayı bizim için izledi. Yurt dışına açıldı. Önemli mülakatlar yaptı. Uluslararası gazeteciliğe geçtikten sonra, iyice olgunlaştı ve kendine güveni arttı. Köşe yazılarıyla bunu pekiştirdi. Muzırlık yapmadı. ‘‘Ecnebi yazar’’ kimliğine bürünüp, Türklere ‘‘siz şöyle yapmalısınız, yoksa haliniz dumandır’’ üslubuyla yazı kaleme almadı. Ferai'nin siyasi kadın yazar olarak iki tutkusu var. Birincisi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi. İkincisi ise Bakü-Ceyhan projesi. Daha geniş tanımıyla ‘‘Petrol ve Türkiye’’ meselesi. Tahmin ediyorum, Marmara Üniversitesi'nde öğrencilerine, en çok bu iki konudan bahsediyordur.
Bütün bunları yaparken Ferai, biri müzisyen Mustafa, diğeri yakında doktorasını alacak bir hukukçu olan Mehmet gibi pırıl pırıl iki erkek evlat yetiştirdi. Onlarla ne kadar övünse azdır. Eh, Lütfü Tınç'ın da hakkını teslim etmek gerek. Ne derler: ‘‘Her başarılı kadının arkasında, mutlaka bir erkek vardır.’’
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.