Fransız siyâsetçi, bilim adamı ve yazar. 1913’te Marsilya’da doğdu. İlk orta ve yüksek tahsilden sonra felsefe agrejesi (öğretim görevlisi) oldu. Marksist fikirlerin etkisinde kalarak ateşli savunuculuğunu yaptı.
Gizli örgüt kurmak suçundan 1940’ta tutuklanarak gönderildiği kampta ayaklanmaya elebaşılık yaptığı için kurşuna dizilmek istendi. Ancak komutanın “Ateş!” emrine uymayan Cezâyirli askerler sâyesinde hayâtı kurtuldu. Askerlere; “Niçin ateş etmediniz'” sorusuna bir çavuş; “Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek şerefsizliktir!” cevâbını vermesi Garaudy’in İslâm kültürüne yönelmesine sebeb oldu. Fakat komünist fikirleri savunmaya devam etti. 1945’te Fransız Komünist Parti Merkez Komite üyeliğine getirildi. Her iki Kurucu Mecliste de (1945-1951) Tarn Milletvekili olarak vazife yaptı. 1953’te Maddeci Bilgi Teorisi (Théorie Matérialiste de la Connaissance) adlı doktora tezini verdi. Fransız Komünist Partisi siyâsî büro üyesi seçildi. Seine bölgesini Mecliste (1956-1958), sonra Senatoda (1959-1962) temsil etti.
Clermont-Ferrand ve Poitiers Üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. Fransa’da komünist sistemin ateşli savunucusuydu. Üniversiteden siyâset kürsülerine kadar Fransızlara ve batı dünyâsına Marksizm’i anlattı. İnsanların kurtuluşunun yalnız bu sistemle olacağını savundu. Fransız komünistlerinin en büyük rûh mîmârı sayıldı. Nerede komünistlerin düzenlediği bir miting, konferans ve seminer varsa oraya koştu. Katoliklik ve Hıristiyanlığa karşı kalemiyle ve hitâbetiyle büyük mücâdele verdi. Daha sonra Marksçı inceleme ve araştırma müdürü olarak vazife aldı. Bu vazifesi sırasında Hıristiyanlarla diyaloğu başlattı ve bu konuda çeşitli kitaplar yazdı. Aforozdan Diyaloğa (1965), Yirminci Yüzyıl Marksçılığı (1966) adlı eserleri bunlardandır.
Roger Garaudy, 1968 Çekoslovakya olaylarından sonra Fransız Komünist Partisi idârecilerini Varşova Paktı birliklerinin Çekoslovakya’ya müdâhalesini onaylamamalarına rağmen gerçekte SSCB’yi desteklemekle ve Stalinci metodlara başvurmakla suçladı. Şubat 1970’te FKP siyâsî bürosundan ve Mayıs 1970’te de parti üyeliğinden atıldı. O târihten başlayarak düşüncelerini Marksçılıkla Hıristiyanlığın orta noktasında birleştirmeye çalıştı. Bu dönemde; Ertelenen Özgürlük (Liberdé en Sursis), Marksçılar ve Hıristiyanlar Karşı Karşıya (Marxistes et Chrétienes Kace á Kace), Sosyalizmin Büyük Dönemeci (Le Grand Tournant du Socialisme), İşte Gerçekler (Toute la Vérité), Erkek Sözü(Parole d’homme), Umut Projesi (Projet Espérance), Yaşayanlara Çağrı (Appel aux Vivants) ve Kadının Yükselişi İçin (Pour l’avénement de la Femme) adlı eserleri kaleme aldı. Hıristiyanlıkla sosyalizmin ortak noktalarını araştırıp yazmaya çalışması sebebiyle geniş kitlelerin ilgisini çekti.
Tertiplenen çeşitli konferanslara, panellere ve ilmî toplantılara katılan Roger Garaudy’in ruhundaki fırtınalar dinmedi. Seneler önce tutuklu bulunduğu sırada, kurşuna dizileceği esnâda Cezâyirli Müslüman askerin; “Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek şerefsizliktir!” diyerek komutanın “Ateş!” emrine uymaması Roger Garaudy’i İslâmiyetle ilgili araştırmaya sevk etti. Senelerce yaptığı araştırma, inceleme ve karşılaştırmadan sonra 8 Nisan 1983 günü Libya’nın Bingâzi Karyünes Üniversitesinin konferans salonunda İslâmiyeti kabul ettiğini açıkladı. Hıristiyan ve komünist dünyâsında şok tesirine sebeb olan Roger Garaudy’in Müslüman oluşu haberi Batının sanat, edebiyat ve siyâset çevrelerinde bomba gibi patladı. Haber ajanslarının telekslerinde dünyâya ulaşan bu haberle Kremlin müthiş sarsıldı. Çünkü Garaudy uzun zaman Fransa’daki komünistlerin en büyük akıl hocası olarak tanınan bir bilim adamıydı.
Roger Garaudy İslâm dînini seçmekle şereflendiğini şu sözleriyle dünyâya îlân etti:
“İslâm, çağları arkasından sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yâni, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi, değiştirildi. Kur’ân-ı kerîm ise indirildiği günden beri her zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyâsî ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslâm materyalizme de pozitivistlerin görüşüne de ekzistansiyalistlere de hâkimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslâma hâkim değildir.
İslâmın büyük Peygamberi; «Yarın ölecekmiş gibi âhirete, hiç ölmeyecekmiş gibi, dünyâya çalışın!» derken, her şeyi anlatmıştır. İslâm hem maddeye, hem de mânâya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslâm: «İlim Çin’de de olsa gidip bulunuz.» «İlim ve fen müminin kaybolmuş malıdır, ara ve bul.» diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslâm, dünyâyı sarsan bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyâyı sarsmıştır.
İslâm dînine göre, insan hayâtının anlamı yüce Allah’a îmândır. İslâm toplumu, îmân esasları üzerine kuruludur. Komünizm ve kapitalizmin insanlara huzur vermediğini bizzat yaşayarak öğrendim. Bir arayış sonrası İslâmiyetle şereflendim ve şimdi çok mutluyum. İslâmiyetin kendinden önceki vahiyleri ve peygamberleri kabul eden cihanşumûllüğünü gördüm. Müslüman olmaya karar verdim. Medîne’de hazret-i Muhammed’in meydana getirdiği toplum, ne kan üzerine kuruldu ne de tarım toplumlarında olduğu gibi toprağa dayalı veya Yunan sitelerindeki gibi pazara dayalı toplum kesimine kuruldu. Sâdece bir îmân sevgi toplumu meydana getirdi ve netice îtibâriyle herkese açık bir toplum meydana getirdi. Allahü teâlâyı her şeyden üstün kabul etmezsek, insanı bu şekilde, yâni kul olarak değerlendiremezsek bir yere varamayız. İşin esas püf noktası da burada. Hayâtın anlamı da, çok şükür benim de kavuştuğum îmânlı olmaktır. Bize bugün yeni dünyâ düzeni adı altında empoze edilmek istenen fikir, sömürgeciliğin meydana getirdiği şiddet, haksızlık ve adâletsizlikler düzeninin devamıdır. Hani İnsan Hakları Beyannâmesi, hani eşitlik, hani adâlet' Batının ortaya koyduğu demokrasi, mal, mülk sâhipleri için vardır. Zenginler için vardır. Siyahlara karşı beyazların, kölelere karşı efendilerin demokrasisi vardır.
İslâm insanı, mahlûkların efdâli ve en şereflisi olarak bildirirken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır. İsrâfı, gösterişi ve lüksü yasaklayan; kazancı alın terindeki damlacıklarda arayan; biriken sermâyeyi fakire ölçülü ve ahlâk hükümleri içinde aktaran; fâizi, tembelliğe sebeb olduğu için yasaklayan ve gayrimeşrû serveti böylece imhâ eden bir sistemler manzûmesidir. İslâm, halîfe ile kölenin aynı hakka sâhib olmasını mecbur kılmıştır. Deve olayı vardır ki, bu kralların kılıçlarından daha keskin bir hâdisedir: Hazret-i Ömer ile kölesi bir şehirden bir şehre giderken deveye sıra ile binerler. Zaman zaman, devenin yularını halîfe çeker, zaman zaman da köle... İşte adâlet ve hukukta İslâmın devrimidir bu.
Marksizm ile kapitalizmin ikisi de, insanı sömüren sistemlerdir. İslâm bunlara karşı, insana prestijini iâde eden bir semâvî dindir.”
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.