Osmanlılar zamanında esnaf ve sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak, kalite kontrolü yapmak ve esnaf içinde tekelleşmeyi önlemek için kurulmuş olan sistem veya bu sistem içinde kazanılan çalışma yetkisi. Gedik kelimesi: Bir zemin üzerinde açılan boşluk, aralık, çatlak; bir şey üzerinde meydana gelen giderilmesi güç olan zarar; dağlar arasındaki geçit; askerî birlik içinde bir maddî engel veya bir sûr içinde açılan geçit veya yarma yeri gibi mânâlarda da kullanılır.
Gedik sistemi, günümüzdeki ticâret ve sanâyi odalarının vazifesini görmekteydi. Bu sistem, insan gücüne dayanan ve 3-5 kişi çalıştıran işyerleri hâlinde faaliyet gösteren Osmanlı sanayiinin ve Osmanlı ülkesinin ekonomik ve siyâsî hayâtı içinde önemli yer tutmaktaydı. Esnaf ve sanatkârlar arasında kuvvetli bir dayanışma mevcuttu. Fakirlere yardım edilmekte, yeni işyeri açanlara sermâye verilmekte, âlet ve edavat yardımı yapılmakta, esnaf mensupları özellikle çıraklar için tertip edilen meslek kursları finanse edilmekteydi. Bu durumuyla belirli bir hayat seviyesinde bulunan esnaf, toplumun tam mânâsıyla bir orta sınıfını teşkil etmekteydi.
Osmanlı şehirlerinde ticâret ve sanatla uğraşmak belli şartlara ve kâidelere bağlanmıştı. Kişiler istedikleri ticâret ve sanat mesleğine hemen giremezler, istedikleri yerde ve biçimde çalışamazlardı. Her esnaflık ve sanatkârlık dalı kendi içinde teşkilâtlanmıştı. Bu teşkilatlara “lonca” denirdi. Her loncanın kendine has gelenekleri ve kâideleri vardı. Bunlara titizlikle uyulurdu. Loncaya çırak olarak girilir, belli zamanlarda verilen imtihanlardan sonra dükkan veya sanat sâhibi olunurdu. Loncaya girip belli bir müddet sonra usta veya dükkan sâhibi olmak yetmezdi. Özellikle büyük şehirlerde plansız şehirleşmeyi önlemek, şehirler ve bölgeler arası dengesizliklere mânî olmak için belli mesleklerde çalışacakların ve iş yerlerinin sayısı dondurulmuştu. Bu sebeple meslek sâhiplerinin gerekli çalışma yetkisine ve yerine sâhip olmaları gerekirdi. Bu yetkiye “gedik”, bunu sağlayan sisteme de “gedik sistemi” denirdi. Memurların kadro sistemine benzeyen bu sistemde ihtiyaç duyuldukça yeni gedik kadroları ihdas edilir böylece, ticâret, sanâyi, zirâat ve hizmet sektörleri arasındaki dengenin korunması sağlanırdı. Gerçekten halkın ihtiyacı sebebiyle kendiliğinden açılan dükkanlar ve işyerleri kapatılmaz, bunlar gedik sisteminin içine alınarak kontrol edilirdi. Hem mal ve hizmet kontrolü sağlanmış olur hem de fiyatların fâhiş bir şekilde artması önlenirdi. Hepsinden daha önemlisi iş ve çalışma ahlâkı sağlanırdı. Esnaf ve sanatkârın birbirlerinin üretim ve satış sahalarına taşmaları yasaktı. Ancak halkın menfaati söz konusu olunca, böyle uygulamalara izin verilirdi. Esnafın çalışma alanlarının belirlenmesi hem haksız rekâbeti hem de işsizliği önlemede önemli bir tedbirdi.
Gedik sistemiyle iş ve ticâret ahlâkına sahip olmayan, hileli mal üreten, ticârette karaborsacılık yapan veya piyasa fiyatının üzerinde fâhiş fiyatla mal satan kimseler halka ve mâliyeye zarar verdikleri için teşkilattan ihraç edilirlerdi.
17. yüzyıldan îtibâren Lonca Teşkilâtının sisteminde meydana gelen bâzı gevşeklikler sebebiyle sanatkâr kesiminde dağılmalar oldu. Kendileri için tahsis edilen toplu alış veriş yerlerini bırakan esnaf, semtlerde yeni iş yerleri açtı. Bu husus, entegre çalışma sisteminin ve kalite denetiminin giderek ortadan kalkması gibi olumsuz neticeler doğurdu. 1727 senesinde getirilen gedik hakkıyla hizmetin veya zanâatın başkalarınca yapılması yasaklandı. Önce “müstekar gedik” ve “havâî gedik” biçiminde iki uygulama getirildi. Müstekar gedik dükkan, mağaza, atölye gibi sâbit bir işyerine veya tezgaha bağlı işleri; havâî gedik ise balıkçılık, börekçilik, suculuk gibi seyyar satıcılıkları ifâde ediyordu. Havâî gedik hakkı her yerde kullanılabildiği halde, müstekar gedikte yer değiştirmek yasaktı. Havâî gedik, kişiye bağlı bir hak doğururdu. Müstekar gedik ise bir ticâret veya zanâatı belli bir yerde yapmak hakkı doğururdu. Bu hak aynî bir hak olup taşınmaz mala bağlıydı.
Gedik sisteminin kurulmasından bir müddet sonra müstekar gedik özelliğindeki işyerlerinde ayrıca bir üst veya asma kat bölünerek buralarda da havâî gedik adı altında ikinci işyerleri açılmasına izin verildi. 18. yüzyılın ikinci yarısında gedik sisteminin şumûlü (kapsamı) genişledi. Her işyerine “gedik” adı verilen bir alâmet asılması şartı getirildi. Bâzı gediklerin sayısı hiç değişmediği halde, sayı sınırlaması olmayan kunduracılık, belli şartları yerine getiren her kalfaya açık tutuldu.
Boşalan gedikler için bedel-i muaccele (peşin bedel) ödenmesi şartıyla berât verilirdi. Ölen ustanın gediği yetişmiş bir kalfaya devredilirken, vârislerine tezgahın araç-gereç bedeli olarak ustalık hakkı ödenirdi. Ayrıca gediğe tahsis edilmiş olan işyerinin mülk sâhibine de kirâ bedeli verilirdi. Mülk sâhibinin ustayı çıkarma veya işyerini başka bir gâyeyle kullanma yetkisi yoktu. Müstekar gediklerde “âyan-ı kâime” (ocak ve tezgâh), âyan-ı menkûle” (araç ve gereç) olmak üzere iki çeşit alâmet vardı. Gedikler devlet adına ihtisâb ağası tarafından denetlenirdi. Meslekî denetim ise esnaf kethüdâsı ve ustabaşılarca yapılırdı. Gedik kayıtları ihtisâb nezâretinde tutulurdu.
Sultan Üçüncü Selim Han, gedik sisteminde bâzı düzenlemeler yaptı. Mecbûrî ihtiyaçları karşılayan işleri gedik sistemi içinde tutmak için bir nizamnâme çıkardı. Sultan İkinci Mahmûd Han gedik kapsamını genişleterek kurduğu vakıflara kaynak bulmak düşüncesiyle yeni gedikler kurdu. Birçok mülk gedikler, vakıf gediğe dönüştürüldü. Bunlara nizamlı gedik adı verildi. İstanbul’da ve taşrada bulunan han odaları, hamamlar, mahzenler, mağazalar gedik konumu kazanırken han ağası, odabaşı, sakabaşı, sokakbaşı, tablakâr, muhallebici gibi kişilerle, dalyan, pazar kayığı, piyâde kayığı işletenlere de gedik senetleri satıldı. On dokuzuncu yüzyılın başında başlıca gedik türleri; muhder (çarşı ve sokak köşelerindeki iğreti işyerleri), müstekar, müstahlas (yanmış, yıkılmış işyeri), tabla (tabla koyma hakkı), vakıf ve havâî idi.
Gedik sistemi Osmanlı toplum yapısında çok faydalı hizmetler gördü. Ancak idârî, siyâsî ekonomik ve adlî bakımdan Avrupâî tarzda düzenlemelerin yapıldığı Tanzimat döneminde gedik sisteminde de değişikliğe gidildi. 1860’ta çıkarılan bir kânunla gedik sisteminin sınırlı bir alanda tutulması ve serbest piyasa şartlarına geçilmesi için bir irâde ve buna bağlı bir nizamnâme çıkarıldı. Bununla önce menkûl gedikler kaldırıldı. Uzun yıllar belli bir teşkilât içinde yaşamaya alışmış olan esnaf arasında çözülme başladı. Ekonomik ve sosyal hayat gittikçe bozuldu. Bu duruma daha fazla dayanamayan Tanzimatçılar yarı resmî mahiyette bir teşkilât olan Islâh-ı Sanâyî Komisyonunun kurulmasını kararlaştırdılar. Komisyonun kuruluş ve çalışmalarını belirleyen on bir maddelik bir nizamnâme hazırlandı. Yapılan bu düzenlemeler Lonca Teşkilâtının ve gedik sisteminin yerini dolduramadığı için esnaf ve sanatkâr kesimi kendi hâline hareket etmeye başladı. Daha sonra Nâfia Dâiresi ile Ticâret ve Zirâat Meclisi kurularak gedik sisteminin vazifesi yürütülmeye çalışıldı. Ancak zamanın siyâsî ve ekonomik istikrarsızlığı sebebiyle istenen netice elde edilemedi. Tezgâha ve dükkana bağlı gedikler ise 16 Şubat 1913’te çıkarılan bir kânunla yasaklandı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.