Geyikli Baba Hicri 674 yılında Hoy şehrinde doğar. Küçük yaşta ilim tahsiline başlar. Çok okur, çok dinler, nerde bir sohbet olsa oraya koşar. Tasavvuf yolunda mesafe almak için bir velinin dizi dibine çökmek lâzım geldiğini anlar. Arar sorar, Bağdâtlı Şeyh Ebü’l-Vefâ hazretlerinin talebelerinden Baba İlyas Horasânî’nin kapısını çalar.
Bu büyük âlimin terbiyesinde zâhirî, bâtınî ilimler ikmal edip, kemâl derecesine ulaşır. Manevi işaretler üzerine Anadolu’ya gelir ki o yıllarda yöre halkı tekfurların elinde kıvranmaktadır.
Geyikli Baba derviş gazilerle en uç bölgelere koşar, mücâhidlerle omuz omuza cenge çıkar. O günlerde Bursa kuşatma altındadır, Rumlar devasa bir geyik üzerinde altmış okkalık kılıçla savaşan nur yüzlü cengaveri görünce manen yıkılır, “teslimi” konuşmaya başlarlar.
Geyikli Baba ordugâhta hoşça sohbetler yapar, mücahidlere Sahabe-i kiramın (Aleyhimürrıdvan) büyüklüğünü, Ehli beyt’in asaletini anlatmaya bakar. Askerler bu babacan tavrından dolayı onu “Baba” diye anarlar.
Hanefi fıkıh âlimi
Geyikli Baba, Bursa’nın fethinden sonra Keşiş (Ulu) Dağı eteklerinde bir dergâh kurar ve kendi hâlinde yaşar. Adını soranlara “Allahın kulu” der, geçer sanki unutulmaya bakar. Şehre inmez, çarşıya çıkmaz, ama ilim sevdasıyla yananlara hadis, kelâm, tefsir okutmaktan kaçınmaz. Talebelerine Ehl-i sünnet vel cemaat akaidini anlatır, Hanefi mezhebi üzerine fıkıh dersleri yapar. Her mutasavvıf gibi o da hocalarına gönülden bağlıdır. Bağdat’ta medfûn Tâc-ül ârifin Ebü’l-Vefâ (Seyyid Muhammed) hazretlerinden duyduklarını eksiksiz noksansız aktarmaya bakar.
Geyikli Baba’nın sohbetleri öylesine tatlıdır ki bir zaman sonra insanlar fevc fevc dergâhına koşarlar. Orhan Gazi dahi elini öpüp duasını almayı çok arzular. Nitekim o günlerde yaptırdığı bir imaretin açılışını vesile ederek mübareği Bursa’ya çağırır. İhtimal genç Sultan Geyikli Baba’ya çok hürmet edecek, onu baş köşeye oturtup hizmetine koşacaktır. Gelgelelim dervişler devlet ricalinin arasında bulunmaktan hoşlanmaz, böylesi merasimlerden uzak dururlar.
Göz ehlidir, gözetir
Orhan Gazi muradına nail olamayınca, hazretin talebelerinden ve baba dostu Durkut Alp’e gidip içini açar. “Geyikli Baba’nın duasını nasıl alsak?” diye akıl sorar. İhtiyar Gazi “Bunlar Allah adamıdırlar” der, “dağda bayırda dolanır, kurtla, kuşla konuşurlar. Kendilerinden söylemez, hocalarından duyduklarını anlatırlar. Muhabbetle dolar, muhabbet taşarlar, Asr-ı saadet yıllarını anlatırken gözyaşlarını tutamazlar...
-Davet ettik gelmedi, acaba biz mi yanına varsak?
-Öyle çat kapı olmaz. Soralım, kâbul ederlerse ne âlâ.
Durkut Alp büyük veliye, sultanın ziyaret arzusunu açar. Geyikli Baba “Biz Orhan’ımızı hâtırımızdan çıkarmıyoruz ki” der, “O cihada koştukça kalbimizde taht kuruyor. Lâkin her şeyin bir zamanı var.”
Orhan Gazi herkese açılan kapının kendisine açılmadığını görünce tacından tahtından soğur, bir hüzne düşer ki nasıl anlatıla! Durkut Alp “üzülme sultanım” der, “veliler göz ehli olur, gözetirler. Vakti dolunca kendileri gelirler!”
Çınar durdukça...
Aradan bir zaman geçer. Bir gün Geyikli Baba, dergâhın bahçesinden bir ağacı kökler, omuzuna vurup Bursa Hisarına varırlar. Sorgusuz sualsiz sarayın bahçesine girer, bir çukur kazmaya başlar. Muhafızlar derhal Orhan Gâzi’ye çıkar “Bir derviş gelmiş, saray avlusuna ağaç diker” diye haber ulaştırırlar.
Sultan vaktin geldiğini anlar, koşar Geyikli Baba’nın elini öper. Büyük veli, Orhan Gâzi’ye; “Bu hatıramız burada kaldığı müddetçe, dervişlerin duâsı senin ve neslinin üzerinde olsun. Devletin bu ağaç gibi kök salsın, dalları çok uzaklara ulaşsın, evlatların dîn-i İslâma hizmette bulunsunlar” der ve davudî bir sesle “Kökü sâbit, dalları ise göktedir” meâlindeki, İbrâhim sûresinin 24. âyet-i kerîmesini okumaya başlar. Öyle bir hal yaşanır ki dinleyenlerin göğüsleri derya gibi genişler, yüreklerine nehirler akar.
Büyük veli geldiği gibi sessizce gider, diktiği ağaç ulu bir çınar olup zemini gölgeler. (O ağacın bugün hazret-i Üftâde’ye giden Kavaklı Cadde’deki çınar olduğunu söylerler.)
Bir zaman sonra Orhan Gâzi, Geyikli Babaya iâde-i ziyârette bulunur ve “İnegöl ve çevresini” bağışlamaya kalkar. Büyük veli güler geçer “Mülk cenâb-ı Hakk’ındır, onu ehline verir, biz ehli değiliz. Mal, para emirlere gerek” der. Pâdişâh ısrar edince, gönlü olsun diye dergâhının çevresinden az bir araziyi “odunluk olarak” kabûl eder.
Baba Sultan köyü...
Geyikli Baba ömrü boyunca Keşiş Dağındaki dergâhında ibâdet ve zikirle meşgûl olur ve talebe yetiştirmeye uğraşır. Orhan Gâzi onu vefatından sonra da ziyaret eder, kabri üzerine bir türbe, yanına bir cami yaptırır. Dergâh eskisi gibi dervişlerle dolar taşar. Sevenleri bu nurlu mekândan ayrılmaz, çevresinde yerleşmeye başlarlar. Zamanla şirin bir köy olur ve bu köyü “Baba Sultan” ismiyle anar, ona lâyık komşu olmaya çalışırlar.
Geyikli Baba Külliyesi zaman zaman (mesela 1950 yılında) onarılır, şimdiki halini alır.
Taşköprüzâde merhum, Şakâyık-ı Nu’mâniyye’sinde, Osmanlı’nın gülbahçesinde yetişen, Nu’mân’ın (İmâm-ı A’zam’ın) bülbüllerini anlatırken, Geyikli Baba’dan da söz eder ve kabrini ziyâretle şereflendiğini söyler. Kabrin yakınında bir mezar daha görür ki, bu mezar Germiyan ilinde bey iken saltanatı terk edip, Geyikli Baba’nın hizmetine giren bir Hakk aşığına aittir.
Geyikli Baba’nın büyüklüğüne bakın ki “beyler” bile kapısında “er” olmayı dilerler.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.