Alm. Heiliger schwarzer Stein in Mekka, Fr. Pierre noire bénite a la Mecque, İng. Holy black stone. Kâbe’nin doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak siyah taş. Lügatte, hacer “taş” ve esved de “siyah” demektir.
Kâbe, Müslümanların namazda kıblesi olup, hac emrini yerine getirmek için ziyâret edilmesi şart olan bir mesciddir (câmidir). Hacda, Kâbe’nin etrâfında dönerek ziyâret etmeye“tavâf” denir. Tavâfa Hacer-ül-esved’den başlamak ve bitirmek haccın sünnetidir (Bkz. Hac). Hacer-ül-esved, Kâbe’nin doğu tarafındaki duvarın bir buçuk metre yüksekliğine yerleştirilmiş olup, uzun çapı 30 santimetredir. Hacer-ül-esved’in kendisine mahsus bir kokusu vardır. Elin veya herhangi bir eşyânın ona sürülmesi hâlinde, bu koku uzun zaman hissedilir.
Hacer-ül-esved, Cennet’ten indirilmiş bir taştır. âdem aleyhisselâmın Cennet’ten ayrılıp, yeryüzüne (Hindistan’daki Serendip Adasına) indirilmesinden sonra ziyâret ettiği ilk hâne (ev) Kâbe’dir. Rivâyete göre âdem aleyhisselâm Cennet’ten dünyâya indirilince, meleklerin seslerini ve tesbihlerini (zikirlerini) işitemez olmuştu. Bu hâlinden yakınarak, Allahü teâlâya yalvardı. Allahü teâlâ, melekler vâsıtasıyla bir beyt indirdi. Bu beyt, Cennet yâkutlarından bir yâkut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri doğu, diğeri batı olmak üzere iki kapısı vardı. Üzerinde Cennet’ten kandiller bulunuyordu. O hâne, bugün Kâbe’nin bulunduğu yere indirilmiştir. Allahü teâlâ; “Ey âdem, senin için bir hâne (ev) gönderdim. Arşım etrâfını tavâf ettiğin gibi, bunun etrâfını da tavâf eyle! Arşın çevresinde namaz kıldığın gibi, bunun etrâfında da namaz kıl!” buyurdu. Hacer-ül-esved’i de bu beytle beraber gönderdi. Bu taş, yeryüzüne ilk indirildiğinde beyazdı. Câhiliyet zamânında, günâhkâr kişilerin ve hayızlı kadınların dokunmasıyla siyah oldu ve bundan dolayı ismine Hacer-ül-esved, (Siyah taş) dendi. Tufan olacağı zaman Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma Hacer-ül-esved’i Ebû Kubeys Dağında saklamasını ve tufandan kurtulmasını emretti.
İbrâhim’e, (aleyhisselâm) Kâbe’yi yapmaları emri verilince oğlu İsmâil aleyhisselâm ile berâber çeşitli dağlardan taş getirerek yaptılar. Bu arada Ebû Kubeys dağındaki Hacer-ül-esved’i İbrâhim aleyhisselâm aldı ve yerine koydu.
Hacer-ül-esved, asırlardan beri Müslümanların hürmet ve tâzim gösterdiği mukaddes bir taştır. Onun korunması için her türlü ihtimâmı göstermişlerdir. İslâmiyetten önce de bu taşın kıymeti bilinoyurdu. Mekke’deki Arap kabîlelerinin her biri, ona ihtimâm göstermeyi kendileri için bir şeref sayıyorlardı. Nitekim, Kâbe’nin yıkılmasını önlemek için yapılan bir tâmirât esnâsında, her kavim bir duvarın inşâatı ile meşgul oldu. Sıra Hacer-ül-esved’i duvardaki yerine yerleştirmek işine gelince, herbiri bu şerefin kendi kavmine âit olmasını istediler. Aralarında neredeyse harp çıkacaktı. İçlerinden yaşlı ve akıllı birisinin; “Aramızdaki bu ihtilâfı halletmek için birini hakem yapalım. Onun teklif edeceği hal çâresine uyalım!” demesi üzerine; “Buraya ilk gelen kişiyi aramızda hakem tâyin edelim!” diyerek anlaşmaya vardılar. Biraz bekledikten sonra, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm çıkageldi (O sırada henüz peygamberliği bildirilmemişti). Hepsi buna çok sevindi. Çünkü O, kavmi arasında “Muhammed-ül-emîn” diye tanınan, hiçbir kimseye haksızlık yapmıyan güvenilir bir kişiydi. Meseleyi ona arz ettiler. Arkasındaki mübârek paltosunu çıkardı. Hacer-ül-esved’i üzerine koydu. Her kavmin ileri gelenlerinden birini paltonun uçlarından tutturarak duvarın üzerine koydurdu. Sonra kendi mübârek eliyle yerine yerleştirdi. Böylece, çıkabilecek büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu. Târihte buna“Peygamberimizin Kâbe Hakemliği” olayı denmektedir.
Hacer-ül-esved’in korunmasında bütün Müslüman devletleri, her türlü ihtimamı göstermekte kusur etmemişlerdir. Hazret-i Ömer, bir gün Hacer-ül-esved’e yaklaşarak; “Hakîkaten bilirim ki, sen bir taşsın! Ne zararın, ne de iyiliğin vardır. Allah’ın Resûlünün sana yüz sürdüğünü görmeseydim, ben de sana yüz sürmezdim.” buyurdu.
Hacer-ül-esved zaman zaman bâzı kötü niyetli kimselerin tasallutuna da mâruz kalmıştır. 756’da çıkan yangın esnâsında bâzı parçaları düşmüştür. Hazret-i Ebû Bekr’in torunu Abdullah bin Zübeyr, bu parçaları gümüş muhâfazalık içine koyarak yerine yerleştirmiştir. Hattâ İslâm âleminde sapık inançlarını yaymak isteyen Karmatîlerin reîsi Ebû Tâhir Süleymân, 929’da Kâbe’yi basıp tavâf edenleri de kılıçtan geçirerek, Hacer-ül-esved’i alıp Bahreyn’e götürdü. 22 sene sonra vücudunda çıkan yaralardan korkarak, Kâbe’ye geri getirdi.
Osmanlı pâdişâhlarının, başta Mekke ve Medîne olmak üzere mukaddes beldelere ve mukaddes emânetlere gösterdiği ihtimamlar ve yaptıkları hizmetler sayılamayacak kadar çoktur. Denilebilir ki, Asr-ı saâdetten (Peygamberimiz devrinden) sonra Kâbe’ye yapılan en büyük hizmetler, Osmanlılar zamânında olmuştur. Kâbe’nin örtüsünün her sene değiştirilmesi, duvarlarına altın olukların yapılması ve Kâbe binâsının temellerine kadar inilerek yeniden inşâsı, mecbûriyet hâsıl olunca Hacer-ül-esved’in daha önceki gümüş muhâfazasının da değiştirilmesi hep Osmanlı sultanlarının hizmetidir. Hâlen Hacer-ül-esved’i çerçeveleyen gümüş muhâfaza, Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) tarafından yaptırılmıştır.
Hacer-ül-esved muhâfazaya alınırken, çevresinden kopan parçalar, İstanbul’a getirilerek bâzı câmi ve türbelere konuldu. Bu parçalardan birkaç tânesi Sokullu Mehmed Paşa Câmiinin girişinin, mihrabının ve minberinin üst kısmındadır. Biri de, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın türbesinin giriş kısmının üst tarafında bulunmaktadır. Hacer-ül-esved’in bu parçaları, altın çerçeve ile kaplıdır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.