fıkıh, târih ve edebiyât âlimi. 1389 (H. 791) senesinde Dımaşk’ta (Şam’da) doğdu. Çocukluğu Dımaşk’ta geçti. Orada Zeynüddîn Ömer bin el-Lebân el-Makrî’den ilim öğrendi. Timur Han, Şam’ı alınca, İbn-i Arabşah’ı, annesini, kardeşlerini ve kız kardeşinin oğlu olan Abdürrahmân bin İbrâhim bin Havlân ile birlikte Semerkand’a gönderdi. O sırada Semerkand, fethedilen memleketlerden getirilen tanınmış âlim, tabip, fakih ve sanatkârlar ile doluydu. Burada, İbn-i Arabşah yetişip ilim tahsil etmesi için bir zemin bulmuştu.
İbn-i Arabşah, bir yandan Farsça, Türkçe ve Moğol yazısını öğrenirken, diğer taraftan İdgutemur Medresesinde Seyyîd Şerîf Cürcânî hazretlerinin derslerine devâm etti. Onun talebelerinden olan Mevlânâ Hâcî’den sarf ve nahiv, Şemsüddîn Muhammed Cezerî’den hadis ve kırâat ilmini tahsîl etti. Muhammed Buhârî, Hüsâmüddîn Vâ’iz, Ahmed Kasîr’den de çeşitli ilimleri öğrendi. Âlim Urban Edhemî ile görüşerek, ondan Farsça ve Moğol dillerini öğrendi. Ayrıca tahsilini tamamlamak için Mâverâünnehr ve Çin sınırına kadar uzanan Türkistan seyahatine çıktı. Burhânüddîn Endekânî, Kâdı Celâlüddîn es-Sirâmî gibi birçok âlimle karşılaşıp, sohbetlerinde bulundu ve onlardan istifâde etti. Sonra Harezm’e giderek Nûrullah ve Ahmed bin Şemsüleimme’den ilim tahsil etti. Türkistan’da bulunan “Deşt” denilen beldeye giderek, orada Behâüddîn Zâhir ve Mevlânâ Hâfızüddîn Muhammed bin Nâsırüddîn Bezâzî’den usûl ve fıkıh ilmini öğrendi. Orada dört yıl kadar kalıp, Şerefüddîn, Muhammed Bulgarî gibi âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Kırım’a gidip, orada edîb ve Şâir Abdülmecîd ile görüştükten sonra, Karadeniz üzerinden Osmanlı pâyi tahtı Edirne’ye geldi. Sultan Çelebi Mehmed’in sarayına girerek, birçok ikrâm ve iltifâta kavuştu. İznik Medresesi müderrislerinden olup, Karaman ve Mısır’da ilim tahsil eden, tasavvuf, mantık ve diğer aklî ilimlerde mütehassıs olan büyük âlim Molla Fenârî ve Burhâneddîn Haydar el-Havafî gibi âlimlerden ilim tahsil etti.
İbn-i Arabşah Edirne’de bulunduğu zaman, Ebü’l-Leys-i Semerkandî hazretlerinin tefsirini Arapçadan Türkçeye, Câmi’ul-Hikâyât ve Lâmi-ur-Rivâyât adlı eseri Farsçadan Türkçeye tercüme etti. Edebiyâttaki kudreti, ifâdede gösterdiği incelik ve birkaç yabancı dili bilmesi sebebiyle, Sultan Çelebi Mehmed Hanın iltifâtına kavuşup, Dîvân-ı Hümâyûn’da vazife aldı. Sultan Çelebi Mehmed’in husûsî kâtipliğini yapıp, civar devlet başkanlarına mektuplar yazdı. Bu arada Burhânüddîn Haydar’dan Miftâh-ül-Ulûm adlı eseri okumaya devâm etti. 1421 (H.824) senesinde Sultan Çelebi Mehmed’in vefât etmesi üzerine, on sene müddetle kaldığıOsmanlı ülkesinden vatanına dönmeye karar verdi. 1422 senesinde Haleb’e gelerek, orada üç sene kaldı. Sonra esas memleketi olan Dımaşk’a gitti. Memleketine vardığında, eski hemşehrilerinden onu tanıyan az kalmıştı. Hemşehrileri tarafından yabancı gibi karşılandığı için “Acemî” denilmiştir. Mescid-ül-Kasab’ın bir odasında, çok az kimse ile görüşerek münzevî bir hayat yaşadı ve eser yazmakla meşgul oldu. Kâdı Şihâbüddîn Hanbelî’den Sahîh-i Müslim’i okudu.
İbn-i Arabşah, 1428 senesinde Hicaz’dan Dımaşk’a dönen Mevlânâ Ebû Abdullah Muhammed bin Muhammed Buhârî’ye talebe olup, ondan tasavvuf, fıkıh, usûl, me’ânî, beyân ve diğer ilimleri öğrendi. Vefâtına kadar hocasından ayrılmadı. 1438 senesinde hocasının vefâtı üzerine, hac vecîbesini yerine getirmek üzereHicaz’a, oradan da Mısır’a gidip, bir daha vatanına dönmemek üzere Kâhire’ye yerleşti. Kısa zamanda buranın âlimleri ve şâirleriyle yakınlık peydâ edip, SultanMelik Zâhir Çakmak’la tanıştı. Sultan ona iyi muâmelede bulunup, iltifât etti. Orada bulunan âlim ve şâirlerle münazarada bulundu. Yüksek bir zekâya sâhipti. Etrâfındakilere doğruyu anlatmaktan geri durmadı. Bu sebeple onu çekemeyenler çoğaldı. Kendisini çekemeyenlerin şikâyetleri üzerine hapse atıldı. Üzüntüsünden hastalanan İbn-i Arabşah, hapishânede beş gün kaldı. Hapisten tahliye edildikten on iki gün sonra vefât etti.
İbn-i Arabşah; âlim, fazîletli, tevâzu ve iffet sâhibi bir zâttı. Nesir ve şiirde, lügat ilminde, güzel yazı yazmada, tatlı ve beliğ söz söyleme husûsunda eşi yoktu. Sohbetinde bulunan, çok feyz ve lezzet alırdı. Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilirdi. Bu sebeple ona Arap, Fars ve Türk dillerinin melîki denirdi. Yazmış olduğu eserlerin çoğu manzumdur.
1451 (H.854) senesinde Kâhire’de vefât etti ve oraya defnedildi.
İbn-i Arabşah’ın; fıkıh, târih, tefsir, ahlâk, sarf, nahiv ilimlerine dâir pekçok eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Ukûd-ün-Nasîha, 2) Mir’ât-ül-Âdâb: Me’ânî ve beyân ilminin esaslarını anlatan 2000 beytlik manzum bir eserdir. 3) Hitâb-ül-İhâb-in-Nakîb ve Cevâb eş-Şihâb-üs-Sâhib, 4) Maraznâme, 5) Câmi’ ul-Hikâyât Tercümesi, 6) Ebü’l-Leys Tefsîri Tercümesi, 7) Ta’bîr-ül-Kâdirî Tercümesi, 8) Tercümân-üt-Terâcim bi Müntehel-Arab fî Lügat-it-Türk vel-Acem vel-Arab: Lügat ilmine dâirdir. 9) Acâib-ül-Mahdûr fî Nevâib-üt-Teymûr: Timur Hanın yaşadığı dönemdeki târihe dâirdir. 10) Te’lif-üt-Tâhir fî Şeyh-il-Mâlik ez-Zâhir Ebî Sa’îd Çakmak: Mısır Sultânı Melik Zâhir’in zamânını anlatan ve onu medh eden bir eserdir. 11) Fakîhat-ül-Hulefâ ve Mufâkahât ez-Zürefâ: Ahlâka dâir yazılmış bir eserdir. 12) El-Ikd-ül-Ferîd fî İlm-it-Tevhîd, 13) Gürret-üs-Siyer fî Düvel-it-Türkî vet-Tatar.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.