İbn-i Sına - Bilgiler
12/01/2014 7:00
İslâm âleminde yetişen meşhur felsefeci ve tıp âlimi. İsmi, Huseyn bin Abdullah bin Hüseyin bin Ali bin Sînâ el-Belhî, künyesi Ebü’l-Ali’dir. İbn-i Sînâ diye meşhur oldu. Batı dünyâsında Avicenne adıyla tanındı. 980 (H.370) senesinde Buhârâ yakınlarındaki Afşan’da doğdu. 1037 (H.428) senesinde elli yedi yaşındayken öldü.

Fevkalâde bir zekâ, hareketli ve çok kuvvetli bir hâfızaya sâhib olan İbn-i Sînâ, on yaşında Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi. On sekiz yaşına kadar devrinin bütün ilimlerini öğrendi. İlk tahsiline, sapık İsmâiliyye fırkasından olan babasının yanında başladı. On yedi yaşındayken, Buhârâ Prensi Nûh bin Nasr Sâmânî’yi tehlikeli bir hastalıktan kurtardığı için, Saray Kütübhânesinin müdürlüğüne getirildi. Buhârâ’ya gelen Abdullah Nâtilî’den mantık ve felsefe tahsil etti. Bu sırada tıp ilmini de öğrenip, hastalar üzerinde incelemeler yaptı. Tıp ilmini Ebû Mansûr Hasan Kamerî ve Yahyâ bin Îsâ adlı şahıslardan öğrendi. Önce Aristo’nun daha sonra Fârâbî’nin felsefî fikirlerini inceleyerek onların tesirinde kaldı.

İbn-i Sînâ, yirmi yaşındayken babası, bir müddet sonra da hâmisi Sâmânî Hükümdârı Nûh bin Nasr öldü. Buhârâ’da kargaşalıklar çıkması üzerine, İbn-i Sînâ oradan ayrıldı. Harezm’e giderek, Harezmşâh Ali bin Me’mûn’un sarayına ve mektebine yerleşti. Burada İbn-i Miskeveyh, Ebû Nasr el-Irâkî, İbn-i Tayyib, Bîrûnî ile birlikte hocalık yaptı. İbn-i Sînâ’nın, saray mensuplarını ve özellikle Şemsüddevle’yi iki defâ sıhhate kavuşturması, Şeref-ül-Mülk ünvânı ile vezirlik makâmına yükselmesini sağladı. Bâzı yazıları yüzünden hükümdârın gözünden düşüp, vazifeden uzaklaştırıldı ve hapsedildi. Hayâtının son kısımlarını seyâhatle geçirdi. Barsak hastalığına, daha sonra da sara hastalığına tutuldu. Hemedân’da öldü. Kabri oradadır. Ömrünün sonunda bozuk fikir ve inanışlarına tövbe ettiği söyleniyorsa da eski Yunan filozoflarının küfre sebeb olan fikirlerinden sıyrılamadığı Mu’âd ve Müstezâd kitablarından anlaşılmaktadır.

İbn-i Sînâ; tıp, matematik, mantık, felsefe, astronomi, fizik, kimyâ, farmakoloji, edebiyât ve arkeoloji ilimlerinde söz sâhibiydi. En meşhur olduğu ilim sâhası tıptı. Tıp mütehassısı olarak önceleri tıp ilminde yer alan pekçok metodu değiştirdi ve birçok keşifler yaptı.

Kanın, gıdâyı taşıyıcı bir sıvı olduğunu, akciğer hareketlerinin pasif olarak göğüs hareketleri ile ilgili bulunduğunu, diâbette idrârdaki şekerin varlığını ve kızıl hastalığını keşf etti. Yine ilk defâ ameliyatlarda uyutucu ilâçları kullandı. Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan da İbn-i Sinâ’dır. Dokuz yüz sene evvel; “Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki, bunları görecek bir âletimiz yoktur.” diyerek mikropların varlığından bahsetti. İç hastalıkları, bedeni parmaklarla sertçe yoklayarak tesbit etme metodu da ona âittir. İlk filitre kullanarak suyu mikroplardan temizleme fikri de İbn-i Sînâ’ya âittir.

İbn-i Sînâ’ya gelinceye kadar beyin gibi gevşek, kemik gibi sert dokuların iltihaplanmayacağı iddiâsını ilk defâ o reddetmiş ve “Kemikler de iltihaplanır” diyerek bu görüşü çürütmüştür. Enfeksiyonez beyin iltihâbını diğer akut enfeksiyonlardan yine ilk defâ o ayırmıştır. İbn-i Sînâ aynı zamanda İran humması adını verdiği şarbonu açık ve tam bir şekilde îzâh etti. Genetik yolla hastalıkların yaratılıştan olabileceğini bunun ise, organ üzerinde şekil, fonksiyon bozuklukları ile kendisini gösterebileceğini bildirdi. Karaciğer hastalıklarını ve sarılığı en iyi şekilde târif etti. Karaciğer hastalığında; sindirim bozuklukları, kanamalar olabileceğini, dalak ve mesânenin fizyolojisini bozacağını bildirdi. Sarılığın, karaciğer dokusunun bozulmasından veya safra yollarındaki tıkanıklıktan ileri geldiğini açıkladı. Akıl hastaları, Avrupa’da karanlık deliklerde, mağaralarda dayak yiyip ağır zincirlerle bağlanırken, İbn-i Sînâ bunlara insanca muâmelenin daha faydalı olacağı fikrini ileri sürdü. Sara hastalığı ile ilgili olarak, cinden bahsetmekte ve Kânûn’da; “Hastalıklara birçok maddeler sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl ettiği hastalıklar da vardır ve meşhurdur.” demektedir.

İbn-i Sînâ’nın, tıp ilmi yanında diğer ilimlerde de birçok başarıları vardır. Jeoloji ilmindeki keşifleri devrinin çok ilerisindedir. Günümüzden dokuz asır önce dağların meydana gelişini şöyle açıkladı: “Dağların meydana gelişi iki ayrı sebebe dayanır. Dağlar, ya şiddetli zelzeleler netîcesi arzda buruşukluklar hâsıl olması veya kendisine yeni bir yol bulmak üzere vâdiler açan nehirlerin tesiriyle meydana gelir. Taş tabakaları çeşit çeşittir. Bâzıları yumuşak, bâzıları serttir. Aşınma ve dağılmanın sebebi, sular ve rüzgârdır. Bunun başlıca sebebinin su olduğunu dağlarda yaşayan hayvanların kalıntıları isbât etmektedir.”

İbn-i Sînâ, tıp ilminin yanında bilhassa felsefe alanında tanındı. Onun felsefesi, yeni Eflâtunculuk olarak tanınmıştır. Madde hakkındaki görüşleri, îmân-akıl-mantık üzerine ileri sürdüğü fikirler, rûhun mâhiyeti, öldükten sonra dirilme, vahiy ile ilgili şahsî inançları ve nihâyet Yunan filozoflarının sözleriyle peygamberlerin bildirdiklerini ve kelâm âlimlerinin sözlerini birbirleriyle birleştirmeye kalkması, onu İslâm dîninin îtikât esaslarından uzaklaştırmıştır. Başta İmâm-ı Gazâlî olmak üzere İslâm âlimleri, onun sözlerine cevaplar yazarak bozuk ve yanlış taraflarını kitaplarında ispat ettiler. İmâm-ı Gazâlî Tehâfet-ül-Felâsife kitabında İbn-i Sînâ’nın ve felsefecilerin yirmi meselede dalâlete düştüklerini yâni sapıttıklarını ve bunlardan üç meselede de dinden ayrılmış olduklarını bildirdi. Bu üç mesele; Allahü teâlânın ilmi, âlemin yaratılışı ve öldükten sonra dirilme hakkındadır. İbn-i Sînâ’nın, Mu’âd kitabında öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiği, Ahlâk-ı Alâî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Meârif-i Ledünniyye kitaplarında bildirilmektedir.

Eserleri:

Yüz yetmişe yakın eseri olan İbn-i Sînâ’nın tıb sâhasında en büyük eseri El-Kânun fit-Tıb adlı kitabıdır. Beş ciltten meydana gelen eser, öğrencilerin kolaylıkla anlayabilecekleri şekilde kısa notlar ve özetler hâlinde yazılmıştır.

On ikinci asırda Lâtinceye tercüme edilen Kânun, Avrupa üniversitelerinde ders kitabı hâline gelmiştir. On yedinci asrın ortasına kadar Fransa’da Montpellier ve Belçika’da Louvain üniversitelerinde mecbûrî ders kitabı olarak okutuldu. Batı dillerine çevrilen Kânun ilk defâ 1473 senesinde Milano’da basıldı. 1500 senesine kadar Galen’in (Calinos’un) iki ciltlik eseri bir defâ basılmasına rağmen, Kânun on altı defâ basıldı. On sekizinci asırda Sultan Üçüncü Mustafa zamânında, Mustafa bin Ahmed adında Tokatlı bir doktor tarafından Türkçeye çevrildi. Bu esere, Tül-Mathûn adı verildi. Eserin el yazması, Râgıb Paşa Kütüphânesi 1542 numarada kayıtlıdır.

Diğer eserlerinden bâzıları şunlardır:

1) Eş-Şifâ: Ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, Meşşâî felsefesinin sistematik eseridir. Burada mantık ve matematikten başlayıp, bütün tabiat ilimlerinden metafiziğe kadar çıkılmaktadır. On sekiz cilttir. 2) En-Necât: Üç cilt olup, Şifâ adlı eserin kısaltılmışıdır. 3) El-İşârât vet-Tenbihât, 4) Hikmet-i Arûzî, 5) Hikmet-i Meşrikiyye, 6) Esbâbu Hudûs-il-Hurûf, 7) Et-Tayr, 8) Esrâr-us-Salât, 9) Lisân-ül-Arab, 10) En-Nebât vel-Hayevân, 11) El-Hey’e, 12) Esbâbu Râd vel-Berk (Şimşek ve gök gürültüsünün sebepleri), 13) Ed-Düstûr-ut-Tıbbî, 14) Aksâm-ül-Ulûm, 15) El-Hutab.

Önceki
Önceki Konu:
Mecidiye
Sonraki
Sonraki Konu:
Darülaceze

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu