Basralı Muhammed uzun boylu, geniş omuzlu, kara kaşlı, kara gözlü, inci dişli, gül yüzlü bir gençtir. Zevkli giyinir ve daima çiçek gibidir. Nereden görür, nasıl peyler bilemiyoruz ama devlet adamlarından birinin karısı ona fena takar. Karşılıksız aşkı yüzünden insanlıktan çıkar. Kara pus kara yas somurtur, yemeyi içmeyi unutur. Bu ani değişim yaşlı dadının gözünden kaçmaz. Yaşlı dediysek saf değildir. Anasının gözüdür ve şeytana bile papucunu ters giydirir.
Bir gün hanımını deşeler. “Ne o güzel kızım” der, “hele söyle, derdin ne?” Kadın önce “yok bi şey”lerle geçiştirmeye kalkar ama ihtiyar kurt yutmaz. İşin içinde bir gönül meselesi olduğunu anlar. Hani ‘aşk insanı söyletir’ derler ya, yine öyle olur. İhtiyar dadı ağzından girer burnundan çıkar ve büyük sırra kapı aralar. Hanımefendi uzunca bir tereddütten sonra “filanca yerdeki bezzaz” der, “adı Muhammed olmalı.”
-Üzüldüğün şeye bak. Ben de vali ya da nazırlardan biri sandımdı.
-Ne farkeder?
-Çok şey farkeder.
-Anlayamadım?
-Anlamasan da olur. Şimdi söyle bana, o genci sana getirmemi ister misin?
-Böyle bir şeyi yapabilir misin?
-Sen beni ne sanıyorsun?
-Bunu becerebilirsen seni altınlara, elmaslara boğarım.
İhtiyar kadın ertesi gün iki koca destiyi suyla doldurur. Oflaya puflaya bezzazın önünden geçer. Muhammed fırlayıp kalkar ve yaşlı kadının destilerini kapar.
-Müsaade ederseniz ben taşıyayım anacım.
-Ay zahmet olacak. Evimiz de azıcık uzakçadır ama...
-Olsun be anacım, sen dua et yeter.
Kadın önde Muhammed arkada yürürler. Nitekim muhteşem kasrın önüne gelirler. İhtiyar dadı. “A be evladım” der, “oldu olacak şunları yukarı bırakıver.”
Bir kat çıkarlar, iki kat çıkarlar, üçüncü kata gelince kadın onu bir odaya sokar ve üstünden kilitleyiverir. Muhammed olan biteni anlamaya çalışırken içeriye genç bir kadın girer. Salına salına gelip karşısına dikilir ki maksadı bellidir. Genç bezzaz kıpkırmızı kesilir, ağlamaklı bir sesle “bırakın beni gideyim” diye yalvarır. Kadın buna sadece güler ve kararlı bir sesle “Hayır!” der, “ya dediklerimi yaparsın ya da çılgınlar gibi bağırır, uşakları başına toplarım.”
-Ama ben, ihtiyar kadın, su, desti...
-Bunlara kimin inanacağını sanıyorsun? Üçüncü katta ve yatak odamdasın.
Genç bezzaz kapıdan çıkamayacağını anlayınca camı açar ve zerre kadar tereddüt etmeden kendini aşağı atar. Yere oldukça sert düşer ve kendinden geçer. Baygınlık anında Yusuf Aleyhisselam’ı görür. Yüce Nebi onu muhabbetle kucaklar ve “Biliyor musun” der, “senin başına gelenler benim başıma gelenlere benziyor. Dilerim Rabbim’den, sana da ilmimden versin!”
Ve duaları kâbul olur. İbn-i Sirin rûya tabirinde benzeri az gelen bir derya olur.
Hayat hikayesi
İbn-i Sirin’in annesi (Safiye Hatun), Hazret-i Ebûbekir’in azatlı kölesi, ablası (Hafsa Radıyallahü anha) ise sayılı muhaddislerden biridir. O da genç yaşlarda ilme sevdalanır ve Hazret-i Aişe, Zeyd bin Sabit, Hasen bin Ali, Ebu Hureyre, Abdullah bin Abbas, Cündeb bin Abdullah, Samira bin Cündeb, İmran bin Husayn, Huzeyfe bin el Yemani, Ebû Said-i Hudri ve Ebû’d-Derdâ’nın (Aleyhimürrıdvan) sohbetlerinde yetişir. Özellikle Enes bin Malik’ten (Radıyallahü anh) çok istifade eder.
İbn-i Sirin hadis ilminde isnada çok ehemmiyet verir. O yıllarda talebeleri bu titizliğin lüzumunu kavrayamazlar, ancak ortalık karışınca hocalarının hassasiyetini anlarlar. İbn-i Sirin ayeti kerimelerin hangi hadise üzerine inzal olduğunu araştırır ve talebelerine sadece Sahabe-i kiramın yaptığı tefsirleri aktarır. Kendisi müctehid olmasına rağmen bütün fıkhi meseleleri sahabelere danışır. İşte bu yüzden talebelerinin arasından Şâb’i ve Malik bin Dinar gibi zirveler yetişir.
Nefsani, şeytani, rahmani
İbn-i Sirin rüyaları nefsani, şeytani ve rahmani diye tasnif eder. Rüyasının tesirinde kalanlara “aldırma” der, “sen uyanık iken Allah-ü teâlâ’nın emirlerini yapmaya bak.”
Biri rüyasında erkeklerin ve kadınların ağızlarını ve edep yerlerini mühürlediğini söyler. Mübarek güler “Hadise açık” der, “sen ramazan-ı şerifte müezzinlik yapmış olmalısın.”
Rüyasında domuzların boynuna inci takan birine “Sen saman pazarında altın satıyorsun” buyurur, “bundan böyle ehil olmayan kimselere hikmet öğretmeye kalkışma!”
Adamın biri telaşla gelir ve “Rüyamda bir kuşun mescidden güzel bir taşı alıp gittiğini gördüm” der. İbn-i Sirin ayağa kalkar ve “Öyleyse kalkın gidelim” der, “Hasan-ı Basri vefat etmiş olmalı!”
İbn-i Sirin evinde her cuma paluze (bir nevi tatlı) pişirtir hem çoluk çocuğuna hem gelene gidene yedirir. Tam 41 çocuğu olur ama Abdullah’tan gayrisinin ölüsünü görür. 40 defa evladını defneder ama bir kere bile “üf” demez. Dil ile “Alan da o (Celle Celalüh) veren de o” demek kolaydır ama o bunu hal ile söyler.
Gıybetten sakının
İbn-i Sirin annesine çok hürmet eder. Kadıncağız oğlunun sesini bile tanıyamaz çünkü mübarek onun yanında hiç konuşmaz.
Bidat sahiplerinden uzak durur ve gıybete asla basamak olmaz. Biri gelip Haccac hakkında konuştuğunda “Şüphe etme ki Allah-ü teâlâ hükmünde adildir. Başkasının haklarını Haccac’tan alacağı gibi, Haccac’ın hakkını da başkalarından alır. Yarın İzzet ve Celâl Sahibinin huzuruna çıktığında sana senin günahlarını soracaklar, Haccac’ınkileri değil”.
İbn-i Sirin Hazretlerine göre “filan şahıs, filandan daha âlimdir” demek dahi gıybettir. Çünkü ikincinin kalbi incinebilir. Hatta “Şu yahudi tabib, şu yahudi tabibden daha bilgilidir” demekten bile çekinir.
Mübarek “Sakın kimseye haset etmeyin” buyurur. “Eğer cehennemlikse neyine özeneceksin. Yok cennetlikse ona uymalı ve imrenmelisin.”
İbn-i Sirin birisine “Nasılsın?” diye sorar. Adam “Ailesi kalabalık, meteliksiz ve 500 dirhem borcu olan biri nasıl olursa” diye cevap verir. Hemen evine gider ve sözkonusu adama bin dirhem getirir. Çünkü o derdi ile meşgul olamayacağı kimseye halini bile soramaz..
Beş ama ne?
Bir gün İmam-ı Azam Hazretleri İbn-i Sirin’e gelir. “Rüyamda Azrail Aleyhisselâmı gördüm” der, “canımı ne zaman alacaksın diye sordum bana beş parmağını gösterdi. Beş de ne?
Söyleyin n’olur, ay mı, yıl mı, dakika mı?”
İbn-i Sirin güler “Sen de biliyorsun” der, “Beş şey var ki onu kimse bilemez. Ölüm de bunlardan biridir.
Azrail âleyhisselam sana onu hatırlatmış olmalı”
Ama şu var ki İbn-i Sirin de ölümden ve hesap gününden çok korkar. Söz kabirden kefenden açıldığında yüzü kireç gibi olur ve kaskatı kesilir. Ama çok güzel can verir.
Hasan-ı Basri gibi bir zirveyle aynı kubbe altında yatmakla şereflenir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.