Tâbiînden, yâni Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbınıgören büyüklerden. Kûfe’de yetişen en büyük fıkıh ve hadis âlimlerindendir. İsmi, İbrâhim bin Yezîd’dir. Künyesi Ebû İmrân’dır. Kendisi Kûfeli olduğu hâlde aslen Yemen’deki Nehâ Kabîlesine mensub olduğundan, Nehâî nisbesiyle meşhur olmuştur. 668 (H.47)de Kûfe’de doğdu, 715 (H. 96) senesinde orada vefât etti.
Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Âişe, Ebû Sa’îd-i Hudrî ve başkalarıyla görüşüp, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Fıkıh ilmini hazret-i Ali, Abdullah bin Mes’ûd ve hazret-i Ömer’den öğrendi. Abdurrahmân ibni Yezîd, Mesrûk, Alkame, Kâdi Şüreyh gibi zamânının meşhur âlimlerinden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti. A’meş, İmâm-ı A’zâm’ın hocası Hammâd bin Süleymân, Mansûr, Muhsim-is-Sâbî gibi âlimler de ondan ilim öğrenmiş ve rivâyette bulunmuşlardır. İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe hazretlerinin fıkıh ilmini almış olduğu hocalar silsilesindendir. Hadis ilminde, bilhasa fıkıh ilminde müctehid derecesine yükseldi. Zamânındaki ve kendisinden sonraki devirlerde gelen âlimler, onun üstünlüğünü kabul edip, medh ettiler. Onun hakkında Şa’bî; “O zaman Basra, Kûfe, Hicaz ve Şam’da İbrâhim Nehâî’den daha büyük âlim yoktu.”, A’meş ise; “İbrâhim Nehâî, hadis sarrafıdır.” diyerek medh ettiler.
İbrâhim Nehâî, ilim ve fazîlet sâhibiydi. Yaptığı iyi işleri gizler, şöhretten dâimâ kaçardı. Öyle ki, halkın görebileceği bir yerde veya câmide sütun dibinde ibâdet etmezdi. Sorulmadıkça konuşmaz, fetvâ istenmedikçe herhangi bir şeyin hükmünü beyân etmezdi. Çok az konuşur; “Din ve dünyâ işlerinde, parmak ile gösterilmek, meşhur olmak zarar olarak insana yetişir. Bu zarardan ancak Allahü teâlânın koruduğu kimseler kurtulur.” buyururdu. Meşhur olmak endişesiyle kâdı olmamak için Haccâc zamânında bir müddet gizlenmişti. Namaz kılarken kendinden geçer, namazdan sonra ağır bir hasta gibi bir saat kadar dururdu. Çok Kurân-ı kerîm okur, herkesin ayıplarını örterdi. Her işinde ihlâslı olup, doğru yoldan ayrılmaz, dünyâ için, makâm, mevki için aslâ bir şey söylemezdi. Dünyâya kıymet vermez ve şüpheli şeylerden sakınırdı.
Fıkıh muhitinde yetişmiş olan İbrâhim Nehâî, hadîs-i şerîflerin senetlerindeki râvilerinden çok, metin ve mânâsına bakar, bu yönden ele alırdı. Hadîs-i şerîfi dinler, tedkikini yapar, koyduğu usûl ve şartlara göre bâzısını kabul, bâzısını reddederdi.
Hanefî mezhebinin fıkhî hükümleri Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Mes’ûd’dan başlayan bir yolla gelmiştir. Yâni mezhebin kurucusuİmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe fıkıh ilmini Hammâd’dan, Hammâd da İbrâhim Nehâî’den, bu da Alkame’den, Alkame de, Abdullah bin Mes’ûd’dan, o da Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden almıştı.
Buyurdu ki:
“Bizim hayatlarına yetiştiğimiz insanlar, herhangi bir toplantıda yaptıkları iyilikleri anlatmayı hoş görmezlerdi.”
“Hastaya durumu sorulduğu zaman, önce hâlini hayırla anıp, sonra derdini anlatırsa, hâlinden şikâyet etmiş sayılmaz; mânevî bir zarârı olmaz.”
“Bir kula, îmândan sonra, Allah yolunda çekeceği eziyetlere karşı fazîleti için, sabırdan daha değerlisi verilmedi.”
“Bir ilim sâhibi veya başka biri, halkın teveccühünü kazanmak kasdiyle bir kelime dahi konuşsa, söylediği kelime onu Cehennem’e kadar götürebilir. Konuşmaya başlamasından bitirmesine kadar niyyeti bu olanın hâlini sen hesâb eyle! Bütün konuşmalar, Allah için olmalıdır.”
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.