Alm. Arznei (f), Medikament (n), Fr. Médicament, reméde (m), İng. Medicine, drug. Teşhis, hastalıklara karşı korunma, tedâvi veya hastalıkları teskin etmek amacıyla, canlılara muhtelif yollardan verilen, yaşayan varlıklar tarafından alındığında bir veya daha fazla fonksiyona etki eden tabiî, yâhut kimyevî (kimyasal) maddeler.
Bilinen eldeki en eski bilgilere göre; Hippokrates, haşhaştan elde edilen afyonun ağrı giderici, yatıştırıcı ve uyku verici bir madde olduğunu bildirdi. Ayrıca güzel avrat otunun, karın boşluğunda yer alan çeşitli organların hastalıklarına ve ağrılarına iyi geldiğini de anlamıştı. Mîlâttan sonra 200 yıllarında yaşamış olan Galenus, otlardan ilâç hazırlama usûllerini tesbit etmiş ve bu sebepten günümüzde bitkilerden çıkarılan ilâçlara “galenik ilâçlar”adı verilmiştir.
İslâmiyetin doğuşu ile birlikte ilâç bilgisinde de büyük ilerlemeler meydana geldi. İlk resmî eczâneler 780 yılında, Halîfe Mansûr’un zamânında kuruldu. 860’da ilk resmî ilâç rehberi olarak bilinen Arapça Akrabadin hazırlatılmıştır. Ebû Bekr Râzî (854-932) ilâç îmâlinde tabiî arsenik, demir ve bakır sülfürlerini kullanarak kimyâ ilmini ilk defâ tıbbın hizmetine sunmuştur.
Müslüman-Türk âlimi Bîrûnî (973-1051)nin 1050 senesinde 80 yaşındayken yazdığı Kitâb üs-Saydalâ adlı tıp ve eczâcılık eserinde, ilâçların ve şifâlı bitkilerin isimlerini Arapça, Farsça, Yunanca, Süryânice, Sanskritçe ve bâzılarınınkini bâzı Hind dillerine göre ve Türkçe olarak kaydetmiştir. Mîlâdın 11. asrında Endülüs’te yetişmiş tıp âlimi Ebü’l-Kâsım Ez-Zehrâvî’nin otuz ciltlik Et-Tasrîf adlı tıp ansiklopedisinin üçüncü cildinden yirmi beşinci cildine kadar olan kısmı ilâçlardan ve eczâcılıktan bahseder. Bütün bu eserler batı dillerine, Latince ve İbrâniceye tercüme edilmiş, Avrupa üniversitelerinde kaynak kitap olarak okutulmuştur.
Amerika’nın bulunmasıyla, Avrupa’ya kinin ve kokain gibi iki güçlü ilâç girdi.Kokainin özellikleri oldukça karmaşıktı. Fakat sıtma tedâvisinde kullanılan kinin, kısa zamanda her yerde şifâ veren bir ilâç olarak meşhur oldu. On sekizinci yüzyılda tıp dünyâsına çok değerli bir ilâç daha girdi. Bir çok kalb hastasının sağlıklarını borçlu oldukları bu ilâç, yüksük otundan elde edilen dijitaldi. Yirminci yüzyılın başında eczâcılıkta yukarıda adı geçen ilâçların, iştah açıcı bitkilerin, müshillerin ve kusturucuların dışında az ilâç bilinmekteydi. 1900 yılında, Çin’de incelemeler yapan İngiliz hekimlerinin efedrini bulmaları, tıpta önemli bir gelişme sayıldı. Günümüzde sentetik olarak yapılan ve astım tedâvisinde kullanılan bu ilâç, Çin’de 3000 yıldır, bir bitkiden çıkarılarak kullanılmaktaydı.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Almanya’da kömürden elde edilen kimyevî hammaddelerden boya yapımı gittikçe gelişen bir endüstri dalı olmuştu. İlâçların da aynı şekilde yapılabileceği düşüncesiyle ilk olarak aspirin hazırlandı.
Paul Ehrlich, salvarsan adını verdiği firengi ilâcını bulmadan önce tam 605 kimyevî bileşiği deneyerek Ebû Bekr Râzî’den asırlar sonra kimyâ ilmini tıbbî gelişmelerde kullanmıştır. Bakterilerin yol açtığı hastalıkların tedâvisinin öncüsü olan salvarsanı, sonradan sülfamitler ve penisilin tâkip etmiştir.
Aynı dönemde vücudun çalışmasını inceleyen birçok fizyoloji uzmanı, ilâçların vücuttaki etkileriyle ilgilenmişlerdir. Bunun netîcesinde eczâcılık bilimi doğmuştur. Eczâcılar ilâçların insan vücudundaki etkileriyle ilgili pekçok bilgi toplamışlardır. Bu uzmanların gâyesi sağlam ve hastalıklı vücutlardaki kimyevî işlemlerin tanımlanması ve bu işlemler arasındaki farkın bir kimyevî madde yardımıyla istenilen yönde giderilmesidir.
Yirminci yüzyılın başlarında doktorlar sâdece, ağrı, sinirlilik, kalp yetersizliği, astım, karın ağrısı, kabızlık ve ishale karşı çok kısıtlı etki gösteren birçok galenik ilâçla, sıtma tedâvisinde kullanılan kinin ve uyuşturucu olarak kullanılan eter ve kloroformdan faydalanabiliyorlardı. Günümüzde ise ilâçla tedâvi edilemeyen pek az hastalık kalmıştır. 1969’da yapılan bir araştırma, en önemli 150 ilâçtan 140’ının 1945’ten sonra bulunduğunu ve bunların 77 tânesinin ancak 10 yıldır kullanılmakta olduğunu göstermiştir. Yakın bir gelecekte kanser ve kalb damarlarının tıkanıklığı gibi hastalıkları da büyük bir başarıyla tedâvi edecek ilâçların bulunacağı tahmin edilmektedir.
Bu ilâçların hazırlanması şu devrelerden geçer: Önce ilâç olarak kullanılabileceği düşünülen bir kimyevî maddenin 100 kadar değişik bileşiği hazırlanır. Hayvanlar üzerinde denenen bu maddelerden, amaca en yakın olanları seçilir ve daha ayrıntılı deneylerden geçirilir. Bu maddeler son devrede, hastalara uygulanarak ne derece etkili oldukları tesbit edilir.
İlâç hazırlama: Bir eczânede, bir ilâç laboratuvarında veya ilâç fabrikasında yapılabilir.
Bir hekim, diş hekimi veya veteriner hekim tarafından düzenlenmiş bir reçeteye göre ilâç hazırlanıp, fabrikalarda büyük miktarlarda yapılır. Hastâne eczâcılığında genellikle her hasta için ayrı ayrı ve az miktarlarda, ancak bâzı hallerde de belli ihtiyaca cevap verebilmek için toplu hâlde ilâç hazırlanır.
Bir ilâç iki kısımdan meydana gelir:
a) Müessir madde (drog),
b) Sıvağ (taşıyıcı, vehicle).
Müessir madde, drog veya droglar karışımı olabilir. İlâç hazırlamada kullanılan bitkisel, hayvansal veya kimyâsal asıllı ve aktif tesirli maddelere drog denir. Drogların canlılar tarafından kolayca ve en uygun şekilde alınabilmesi için gerekli işleri ve farmasötik şekilleri tâyin eden ve ilâçların en tesirli şekilde hazırlanması ile uğraşan ilim, eczâcılıktır.
Sıvağ, müessir maddenin fizikî veya kimyevî özelliklerine ve preparatın galenik şekline göre değişik bir madde veya maddeler karışımından meydana gelir.
Sıvağ, preparatta bâzan koku verici bâzan da koku ve lezzet düzeltici olarak rol oynar. En önemli faydası müessir maddenin hasta tarafından kolay alınabilmesini ve dozunun iyi ayarlanabilmesini sağlamaktır. Meselâ aromatik (kokulu) suların veya maddelerin çoğu ayrı ayrı veya karışımlar hâlinde sıvı halde hazırlanan preparatlar için sıvağ olarak kullanılır.
İlâçlar kullanılış şekillerine, özelliklerine, tesirlerine göre sınıflandırılır. Bir reçetede yazılan ilâç şekilleri başlıca üç gruba ayrılır: 1) Offisinal ilâçlar, 2) Majistral ilâçlar, 3) Spesialiteler.
Offisinal ilâçlar: Kodeks veya yürürlükte bulunan resmî kitapların kabul ettiği düzen ve formüle göre eczânelerde hazırlanıp saklanan ilâç şekilleridir. Ancak tâze hazırlanması gereken veya beklemekle bozulan bâzı offisinal ilâçlar eczânede hazır bulundurulamaz, gerektiği zaman hazırlanır. Meselâ: Asit sitrik şurubu, Rivier posyonu gibi.
Majistral ilâçlar: Hekimin düzenlediği formüle göre ve reçete eczâneye getirildikten sonra eczâcı tarafından hazırlanır.
Rp. Codein
Dionina 0,02 gr (herbirinden 0,02 gr)
Excipient q.s (yeterli miktarda dolgu maddesi)
bir pilül için
No. X (on tane)
şeklindeki reçete ile eczâcı tarafından majistral ilâç hazırlanır. Bu grup ilâçlar tâze olarak hazırlanmakta ve dozları daha hassas olarak ayarlanabilmektedir. Ayrıca majistral ilâçlar hastanın kendisi için özel hazırlandıklarından psikolojik tedâvi de sağlamaktadır.
Spesialiteler (Müstahzarlar): Memleketimizde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığından ruhsat aldıktan sonra bir ilâç laboratuvarı veya fabrikasında hazırlanıp mâmul halde satışa çıkarılan ve eczânelerde hazır halde bulunan ve hasta sâhibine reçete ile veya reçetesiz olarak verilen ilâçlardır. Türk kodeksi (T.K.) nde kayıtlı olan formüller aynı isim altında olmak şartı ile ruhsatsız olarak müstahzar olarak piyasada çıkartılabilir. Bu durumda standartların kodekse uygun olması gerekir. Diğer taraftan kodekste drog hâlinde kayıtlı olan fakat galenik şekli formül olarak bulunmayan maddelerin preparatları ruhsatsız olarak hazırlanamaz. Aspirin, sulfamit gibi maddeler kodekste drog olarak kayıtlı oldukları hâlde, diğer bir galenik formül hâlinde kayıtlı olmadıkları için preparatları ruhsatsız olarak piyasaya çıkarılmaz.
Spesialiteler (müstahzarlar) isminden de anlaşılabileceği gibi gerek müessir madde ve gerekse hazırlama tekniği bakımından özel bir durum göstermeli ve orijinal özellikleri olmalıdır. Aksi takdirde eczânede kolayca hazırlanabilecek ve aynı tesiri gösterecek çeşitli formüllerin spesialite şeklinde hazırlanması uygun değildir.
Zehirli, uyuşturucu maddeler ihtivâ eden müstahzarlar; içinde antibiyotik, hormon veya alkaloit bulunduran spesialiteler; çocuk, ihtiyar ve hâmilelere verilen ilâçlar mutlaka reçete ile verilmelidir. Kezâ, tedâvîye yeni giren veya tesir mekanizması tam olarak bilinmeyen, tedâvîde değişik alanlarda kullanılabilen spesialiteler ile alışkanlık yapan, vücutta birikebilen veya zararlı tesiri bilinen ilâçlar da reçetesiz verilmemelidir. Reçete ile verilen ilâçlar doktor kaydı olmadan tekrarlanmamalıdır.
Bugün aynı formülün çok sayıda spesialitesi satışa çıkarılmaktadır. Eczâcının hangi sebeple galenik şeklin kullanılması gerektiğini iyi bilmesi gerekir. Reçeteye yazılan bir müstahzarın istenilen şeklinin hastaya verilmesi mecbûridir. Değişiklik ancak reçeteyi yazan doktorla istişâreden sonra yapılabilir. Reçete ile verilen müstahzarlar da reçete kayıt defterine kaydedilmelidir. Ayrıca müstahzarların şişesi ve kutusuna ismini kapatmayacak şekilde bir etiket yapıştırılmalı, bu etiketin üzerine hastanın adı ve soyadı kullanılış şekli açık olarak yazılmalıdır. Buna ayrıca târih ve kayıt numarası ilave edilir.
Bugün eczânelerde reçeteli ve reçetesiz olarak satılan ve reçetelerde yazılan ilâçların çoğunu spesialiteler teşkil etmektedir.
Günümüzde batı dünyâsında 150.000 civârında spesialite olduğu bilinmektedir. Birbirinin aynı olmamak kaydıyla yaklaşık 5000 kadar müstahzar bilinen hastaları tedâvi etmeye kâfi gelecektir. Türkiye’de 3000 civârında müstahzar bulunmaktadır. İlâçların birbirine benzemesi veya formüllerin çok yakın olup aynı tesire sâhip olmaları birçok zorluklara yol açmaktadır.
Müstahzarların çok kullanılan galenik şekillerini gösteren kısaltmalar şu şekildedir: Amp (ampul), Compr (komprime), Gtt (goutte-damla), Dr (draje), İnj (injeksiyon), Past (pastil), Pil (pilül), Pulv (toz), Sir (şurup), Sol (solüsyon), Susp (süspansiyon), Teint (tentür), Ungt (merhem).
Bir ilâcın tesirliliğini büyük ölçüde hastaya veriliş biçimi belirler. Şırınga edilen yerin değiştirilmesiyle ilâcın kan dolaşımına daha çabuk girmesi sağlanabilir. İlâç derinin hemen altına şırınga edilirse yavaş, kastan (adale içi) verilirse daha hızlı, damardan verilirse en hızlı biçimde kana geçer. Hızlı kana geçmesi gereken ilâçlar dil altına yerleştirilerek emilir; ağızdan alınan ilâçlar genellikle yutulur ve bu sebeple mîde suyunda eriyecek biçimde hazırlanır. Uzun süreli etki göstermesi istenen ilâçlar, mîde asitine dayanıklı olan fakat ince barsakta hemen çözülen bir maddeyle kaplanırlar. Kısa sürede etki göstermesi gereken ilâçlar ise gözenekli bir maddeyle kaplanarak yutulduktan sonra, ilâç maddesinin gözeneklerden dışarı sızması sağlanır. İlâçların vücutta kalma süresi değişiklik gösterir.
İlâçları doktora danışmadan ve lüzumsuz olarak kullanmanın birçok mahzurları vardır: Lüzumsuz ilâç kullanımı israftır, çünkü ilâçlar oldukça pahalıdır. Birisine faydalı olan bir ilâç, danışılmadan bir başkasına verilirse ve o kişinin bünyesi o ilâca hassas ise ölüme kadar giden allerjik olaylar meydana gelebilir. Lüzumsuz ilâç kullanımı vücutta alışkanlık yapabilir ve o ilâcı almadığı zaman kişi kriz geçirir. Bunun en güzel misali sâkinleştirici ve uyku verici ilâçlardır.
Lüzumsuz ve yetersiz antibiyotik kullanımı da çok mahzurludur. Birçok insanlar en ufak bir ateş, bir başağrısı, hattâ hafif bir halsizlik durumunda hemen antibiyotik almakta ve birkaç tâne aldıktan sonra, kendilerini iyi hissedince bırakmaktadırlar. Antibiyotiklerin etkili olabilmesi için yeterli dozda en az beş gün üstüste kullanılması gerekmektedir. Antibiyotiklerin en ufak bir rahatsızlıkta, yetersiz dozda veya kısa sürede kullanılmaları netîcesinde mikroplarda antibiyotiklere karşı bir direnç meydana gelmekte ve sonradan ortaya çıkabilecek olan ciddî bir enfeksiyon hastalığında antibiyotikler etkili olamamaktadırlar.
Çeşitli hastalıklar için ayrı ayrı ilâçlar kullanılmaktadır. Her ilâcın hastalığa tesiri, pek kâfi değildir. Bununla berâber bâzı ilâçların faydası, ekmeğin açlığı ve suyun susuzluğu giderdiği gibi kat’î olup apaçık meydandadır. Kinin bileşiklerinin sıtmaya, salisilatların romatizmaya, aşı ve serumların, antibiyotiklerin ve sülfamidlerin de bakterilere karşı tesiri böyledir. Hastalıklara karşı ilâç kullanmak çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. İnsanlara her hususta rehber olmak üzere gönderilen bütün peygamberler, hastalara tabiplik de yaparak kullanacakları ilâçları öğretmişler ve en azından bu hususta yol göstermişlerdir.
İsrâil kavmine peygamber olan hazret-i Mûsâ hastalandığında doktorlar ilâç kullanmasını söylemelerine rağmen; “Şifasını Allahü teâlâ verir. İlâç istemem.” dedi. Hastalığı uzadı ve ağırlaştı. “Bu hastalığın ilâcı meşhurdur ve tecrübe edilmiştir, az zamanda iyi olursunuz” dediler. İlâç kullanmamakta ısrar edince, hastalığı çoğaldı. Allahü teâlâ vahiy gönderip; “İlâç kullanmazsan, şifâ ihsân etmem.” buyurunca, ilâcı içti ve iyi oldu. Kalbine gelen şüpheyi gidermek için de vahiy göndererek Allahü teâlâ buyurdu ki: “Sen tevekkül etmek için benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek istiyorsun. İlâçlara, faydalı tesiri kim verdi' Elbette ben yaratıyorum.” buyurdu. Bir peygamber de zayıflıktan şikâyet edince, ona da vahyedilip: “Et ye ve süt iç!” buyruldu. Bir zaman çocukları çirkin doğan müminlerin şikâyeti üzerine, Allahü teâlâ o kavmin peygamberine: “Ümmetine söyle, çocuğu olacak kadınlar, ayva yesin!” buyruldu.
Bütün bu misallerden anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ ilâçları, şifâ için sebep yaratmıştır. Ekmek ile suyu doyurmaya sebep yaptığı gibi ilâçları da hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ ilk insanı yarattığı zaman, onlar için hastalık yapan şeylerin ilâcını da yaratmış ve ilk peygamber hazret-i Âdem’e, herşeyin faydasını teker teker bildirmiştir. Hastalıklar için kullanılacak ilâçların nasıl kullanılacağını târif etmiştir. Peygamberler de ümmetine öğretmiştir. Kendisine inanan kimseler arasında doktorlar yetiştirmiştir. Çeşitli hastalıklara yakalanan hazret-i Eyyûb’ün ilâç kullandığı, hazret-i Îsâ’nın zamânındaki doktorların iyileştiremediği hastaları tedâvi ettiği çok meşhurdur. Peygamberimiz bu husûsu şöyle haber vermektedir:
Mûsâ (aleyhisselâm), Yâ Rabbî! Hastalığı yapan kimdir! Hastalığı iyi eden kimdir' dedi. Cenâb-ı Hak, her ikisini de yapan benim, buyurdu. O halde tabibe ne lüzum var, deyince; onlar, şifâ için yarattığım sebepleri bilir ve kullarıma verir. Ben de onlara, bu yoldan rızık ve sevap veririm.” buyurdu.
Peygamber efendimizin de tıp ilmi husûsunda Eshâbına öğrettikleri çok geniştir. İslâmiyette tıp ilmi din ilminden önce gelmektedir. Çünkü sıhhatsiz ibâdet edilemez. Hastalıkların tedâvi yollarını bildirmiştir. Buyurdu ki:
Ey Allah’ın kulları ilâç kullanın!
Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur.
Bütün meleklerden işittim ki, ümmetine söyle, hacâmat yaptırsınlar, yâni kan aldırsınlar, dedi.
Allahü teâlânın ölüme sebep yaptığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır.
Allahü teâlâ, haram olan şeylerde sizin için şifâ yaratmamıştır.
Vebâ (tâun) olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız.
Hastalıkların başı, çok yemektir. İlâçların başı, perhizdir.
Hastalıklarınızı, sadaka vererek tedâvi ediniz.
Peygamberlerden öğrenilen bu bilgiler, zamanla insanlar arasına yayıldı. Bir peygambere inanmadıkları halde, onların bildirdikleri bilgileri öğrenip tatbik eden meşhur tabipler yetişti. Çeşitli ilâçların faydalı tesirlerini sanki kendi tecrübeleriymiş gibi gösterme gayreti içerisine düştüler. Sonra gelen insanlar da bu bilgileri onların fikri zannettiler. Meselâ Hippokrates’in tıp ilminde ilk otorite kabul edilmesi bu sebebe dayanmaktadır. Halbuki ondan önce de bâzı ilâçların faydası ve tesiri biliniyordu. Hıristiyan dünyâsında yetişen birçok filozofların ve tabiplerin, doğru olarak söyledikleri bilgilerin kaynağı hazret-i Îsâ’ya dayanıyordu.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.