Şîanın bir kolu. Şîanın bugün dünyâda en yaygın fırkası İmâmiyye’dir. Şîa denilince İmâmiyye anlaşılmaktadır.
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû imâm kabul eden ve on iki imâma inanmayı îmânın şartlarından sayan kimselerin mensub olduğu fırka. Bunlara on iki imâmı kabul ettikleri için İsnâ-aşeriyye (On ikiciler), İmâmet meselesine inanmayı dînin aslından saydıkları için İmâmiyye denilmektedir.
İlk zamanlar dînî bir hareket olarak ortaya çıkan Şiîlik, daha sonra siyâsî hüviyet kazandı. “Halîfelik, hazret-i Ali’nin hakkıydı, Eshâb, bu hakkı gasb ederek ilk üç halîfeye verdiği için kâfir oldular.” diyerek kendilerine hazret-i Ali taraftârları mânâsına Şîa adını verdiler. Her zaman hazret-i Ali veya hazret-i Abbâs’ın torunlarından birinin arkasına saklanıp, çeşitli fırkalara ayrıldılar. Dördüncü İmâm Zeynelâbidîn vefât edince, oğlu Zeyd’in etrâfında toplanıp, Irak vâlisi Yûsuf Sekafi ile harb etmeye giderlerken, bir kısmı Zeyd’den ayrıldı. Zeyd bunlara Râfızî dedi. Kendileri ise İmâmiyye adını aldılar.
İmâmiyye Fırkası,10-15. (H.4-9) asırlarında pek gelişme gösterememiştir. Asıl gelişmeyi Safevîler zamânında göstererek, 1501-1737 seneleri arasında hükümdârlar üzerinde etkili olmuştur. İmâmiyye Fırkası, 1737’de Safevî iktidârına son vererek idâreyi ele geçiren ve Afşâr aşîretinden bir Türk kumandan olan Nâdir Şahın, Ehl-i sünnet olması sebebiyle önemlerini kaybettiler. Nâdir Şah, Şiîlerin doğru yolu bulmaları, hakîkatin ortaya çıkması ve aradaki düşmanlığa son verilmesi için Şiî ve Sünnî âlimler arasında bir münâzara tertib etti. Bu münâzara sonunda Şiî âlimleri cevâb veremeyerek bir takım inanışlarından vazgeçmişlerse de, Eshâb-ı kirâma lânet etmenin yanında bâzı yakışıksız davranışlar, halk arasında devâm etmiştir.
1747’de Nâdir Şahın öldürülmesi üzerine devâm eden kargaşalıktan sonra; Kaçar Aşîretinden Muhammed Han, 1779’da şahlığını îlân etti. Kaçar Hânedânı zamânında, İmâmiyye Fırkası devlet desteği görmeksizin, tabiî seyri içinde gelişmesine devâm etti ve giderek etkili hâle geldi.
Kaçar Hânedânının sonuncusu olan Ahmed Şah, 1925 senesinde meclis tarafından hal’ edilince, Pehlevî Hânedânından Rızâ Şah tahta geçti. 1941’de babasının yerine geçen ve Pehlevî Hânedânının sonuncusu olan Muhammed Rızâ Şah Sünnî Müslümanlara da hak tanıdığı için Âyetullah Humeynî liderliğinde İmâmiyye Fırkasına mensup Şiîler 1979’da kanlı bir ihtilâl yaptı. Şah İran’dan Amerika’ya kaçtı ve 1980’de Mısır’da vefât etti. İran’da İmâmiyye Fırkası mensubu mollalar, idâreyi eline aldılar ve Şiî bir cumhûriyet kurdular. On binlerce insan öldürdüler.
1. Tevhîd: İmâmiyye Fırkasına göre, Allah tektir. Allahü teâlâ âhirette müminlerce kesinlikle görülmeyecektir. Cennet ehline görüleceğini söylemek küfürdür.
2. Nübüvvet: Peygamberlik, Allahü teâlânın seçtiği kullarını Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla ve vahiy yoluyla ilâhî bir vazife ile mükellef kılmasıdır.
3. İmâmet: İmâmiyye fırkasına göre îmân, imâmete inanmakla tamamlanabilir. Her asırda peygamberin vazifeleriyle vazifelenmiş bir imâmın mevcut olduğuna inanılır. Hazret-i Ali ve onu tâkib eden on bir imâm, hatâ ve yanlışlardan korunmuş olup masûmdurlar ve imâmların sayısı on ikidir. İnsanlar, din ve dünyâ işlerinde onlara mürâcaat etmek mecbûriyetindedirler. İmâmların on ikincisi Mehdî-i Muntazar (beklenen Mehdî) olup hâlen sağdır. Kıyâmetin kopmasından önce, zulümle dolmuş dünyâyı adâletle doldurmak üzere gelecektir. Onun gaybeti, yâni bulunmadığı sırada, Müslümanların işleri onun emriyle müctehidler tarafından yürütülür. Müslümanların bütün işleri onlara bırakılmıştır.
4. Meâd: İmâmiyyeye göre; Ehl-i sünnet îtikâdında olduğu gibi, öldükten sonra dirilmek haktır. Meâd; Allah’ın kullarını ölümlerinden sonra tekrar diriltip, dünyâda yaptıklarından hesâba çekmesi, demektir. İmâmiyyeye göre kabirde diğer suâllerden sonra; “İmâmın kimdir'” diye sorulacak; “İmâmım Ali’dir” diyenler kurtulacaktır. Sırattan ancak dünyâdayken imâmları tanıyan ve onlara itâat edenler geçecektir.
5. Adâlet: İmâmiyyeye göre; Allahü teâlâ âdil, kullar ise irâdelerinde ve fiillerinde hürdürler. Allahü teâlâ kullarının iyiliklerine karşı mükâfât, kötülüklerine karşı cezâ vermesi adâletinin zarûrî îcâbıdır.
Ric’at; yâni ölenlerin bir bölüğünün öldükleri sûrette dünyâya getirileceğine, bir bölüğün yükseltileceğine, bir bölüğün alçaltılacağına inanmak. Bedâ; yâni Allahü teâlânın maslahata uygun tarzda izhar ettiği şey, sonra imhâ edip ayrı bir tarzda izhâr edebileceğine inanmak ve Takıyye; yâni bir kimsenin hakîkatte sâhib olduğu görüş ve inancını saklaması gerektiğine inanmak da İmâmiyye Fırkasının îtikâd esaslarındandır. Bütün bu îtikâdî husûslar, Ehl-i sünnet îtikâdına uymamaktadır. Bu inanç farklılığından dolayı yüzyıllardırEhli sünnet ile mücâdele etmişler, onları düşman bilmişlerdir. Ehli sünnet olan devletlere karşı devamlı Hıristiyanlar ile işbirliği yapmışlardır. Fıkhî konulardaki görüşleri için (Bkz. Şiîlik).
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.