Türk Kurtuluş Savaşı da denilen Millî Mücâdele harekâtının adı. Birinci Dünyâ Harbi (1914-1918) sonunda İttifak Devletlerinin yenilmesiyle, yedi cephede şan ve şerefle çarpışmasına rağmen Osmanlı Devleti mağlup sayılarak, 30 Ekim 1918’de İngilizlerle Mondros Mütârekesini imzâlamak zorunda kaldı. Yirmi beş maddelik, kayıtsız şartsız teslim olma vesikasından sonra, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgâl edilmesi ve Mustafa Kemâl Paşanın 19 Mayısta Samsun’a çıkmasıyla başlayan Hey’et-i Temsiliye devri, savaşlarla 1922’ye, siyâsî bakımdan da 24 Temmuz 1923’te imzâlanan Lozan Antlaşmasına kadar devâm etti.
On dokuzuncu yüzyılın Avrupa ve dünyânın diğer bölgelerine getirdiği meseleleri halletmek ve Osmanlı Devletinin taksimini meşrûlaştırmak için büyük devletler çâreler arıyorlardı. Bu sırada İttifak (Almanya, Avusturya, Macaristan) ile Îtilaf Devletleri (Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya) arasında 1914’te başlatılan Birinci Dünyâ Harbine Osmanlı Devleti dâhil birçok devlet (Bulgaristan İttifak; Amerika, Belçika, Japonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Yunanistan Îtilâf devletlerinin safında yer aldılar) sonradan katıldılar. Türkiye için intihâr olan bu savaşa, İttihat ve Terakki Partisince büyük hayallerle girildi. Osmanlı Devletinin savaşa girmesiyle taksim projesinin tatbikine geçiş için Îtilaf Devletleri kendi aralarında antlaşmalar yaptılar. 4 Mart-10 Nisan 1915 Fransa-İngiltere-Rusya antlaşmasına göre, İstanbul, Boğazlar ile Trabzon’un batısından Fırat’a çekilecek hattın doğusu Rusya’nın; Güney ve Güney Doğu Anadolu Fransa’nın; Irak, Arabistan, Filistin İngiltere’nin olacaktı. İtalya’nın da Îtilaf Devletlerinin yanında yer almasıyla, 26 Nisan 1915’te iki gizli Londra Antlaşmasıyla; Türkiye’nin Asya’daki toprakları bölüşüldüğünde, bu devletin hissesi öteki üç devletinkinden az olmayacaktı. Bu da; İtalya hastâne ve okullarının bulunduğu Antalya, Muğla ve bitişik vilâyetler olabilirdi. 3 Ocak 9-16 Mayıs Syker-Picot Antlaşmasıyla Güney DoğuAnadolu, Irak, Suriye ve diğer Arap memleketlerinin taksimi için antlaşmalar pekiştirildi. 26 Nisan 1916 Fransa-İngiltere-Rusya Gizli Antlaşmasına göre de, Fransa ve Rusya’nın Sivas-Kayseri-Mersin hattının doğusundaki bölgeyi kendilerine bağlama haklarını kabul ettiler. 15 Mart 1917’de Rus çarlığının çökmesi ve 19-21 Nisan 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşması gereğince İngiltere ile Fransa, İzmir de dâhil Batı Anadolu’nun İtalya’ya verilmesini, bu bölgenin kuzeyinde bir İtalyan nüfuz bölgesinin kurulmasını kabul ettiler. Bu taksim plânları olayların seyrine göre değişiklik arz ediyordu. Rus Çarlığının yıkılmasıyla Îtilaf Devletleri, boşluğu Amerika Birleşik Devletlerini saflarına alarak doldurdular. Îtilaf Devletleri, özellikle İngiltere ve Amerika, daha önce Rusya’ya verilmesi düşünülen Doğu Anadolu topraklarında, bağımsız bir Ermenistan ve Kürdistan devleti kurdurmak istiyorlardı. Boğazları ise ortak bir kontrole tâbi tutmayı plânlıyorlardı. AmerikaCumhûrbaşkanı W.Wilson meşhur “Wilson Prensipleri”nde:
“Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan bölgelerinde, îtirazsız olarak Türklerin hâkimiyeti sağlanacak.” ve “Bir bölgenin ahâlisi, çoklukça hangi idâreyi istiyorsa, o idâreye tâbi olacaktır.” hükümlerini de ihtivâ ediyordu. On dört madde olan Wilson Prensipleri, Fransa ve İngiltere meclislerinde birer kânunla kabul edilmesine (Ocak 1918) rağmen, Türk topraklarında meydana gelen olaylar, tam tersine oldu.
30 Ekim 1918’de İngiltere, müttefiği Fransa ve diğer devletlere haber bile vermeden, Akdeniz başkumandanı Amiral A.Calthorpe Londra’dan telsizle bildirilen şartları, Türk heyetinin hiçbir îtirazına yer vermeden Mondros Limanındaki Agememnon zırhlısında dikte ettirdiler (Bkz. Mondros Mütârekesi). Bu mütârekenin tatbik edilmesiyle İngiltere; 3 Kasım 1918’de Musul’u, 1919 yılı başında Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgâl etti. Daha sonra da Batum ve Kars’a asker çıkardı. İtalya Nisan 1919’da Antalya, sonra da Konya’yı; Yunanistan Mayıs 1919’da İzmir, Aydın ve Manisa’yı; Îtilaf Devletlerinin desteğiyle Ermeniler, Nisan 1919’da Kars’ı işgâl ettiler. Fransa, Ekim-Kasım 1919’da devr aldıkları Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya girdiler. Fransızlar, güneyimizde “Kilikya Ermenistanı” kurma hazırlığı ile, Suriye’den getirttikleri göçmen Ermenileri silâhlandırarak, Türkler üzerine saldırttılar. 13 Kasım 1918’de İstanbul önlerinde demirleyen Îtilaf Devletleri donanmasının gelmesiyle başlayan yıkıcı ve bölücü faaliyetler, Türk topraklarının işgâliyle daha da genişledi. Bütün bunlara Rum, Ermeni, Yahûdî, Necdî ve Nastûrî azınlıkları ile hâinler çeşitli teşkilâtlar kurarak, Îtilaf Devletlerinin “Türkiye’nin haritadan silinmesi” faaliyetleri doğrultusunda çalışmalarını başlattılar. Düşmanların faaliyetlerine karşı Türk vatanseverleri de teşkilâtlanarak, mücâdeleye hazırlandılar.
Teşkilâtlanma safhası:
Yurdun işgâl edilmesiyle zararlı cemiyetler kurulmuştu. Îtilaf Devletlerinin ve Yunanlıların memleketi paylaşmaları yerli Rum, Ermeni, Yahudi ve hâinlerin faaliyetleri karşısında, Türk milleti silâhla karşı koymaya paralel olarak, birçok cemiyetler kurmak sûretiyle siyâsî mücâdeleye başladı. Yunan başbakanı Giritli Elefteros Venizelos, iki siyâsî temsilcisiniİstanbul Fener Patrikhânesine gönderdi. Kumkapı’daki Ermeni Patrikhânesi patriği Zaven de, Îtilaf Devletlerinden yardım ümid ederek, başşehri Erzurum olmak üzere bir devlet kurmak hayâlindeydi. Yahûdîler de, Sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde büyük servet teklifi karşılığı alamadıkları Filistin’de yurt istediler. Türkiye içindeki hâinler de, Îtilaf Devletleri yanlısı cemiyetler ile manda isteyip, yardımlaşma adı altında bölücülük yaptılar. Rumlar, Venizelos’un direktifleri istikâmetinde faaliyet göstermeye başladılar. Türk mahkemelerine gitmemek, vergi vermemek, İstanbul-Marmara çevresinde ve Trakya’daki Rumlara silâh ve cephâne sağlamak, ilk başvurdukları hususlar oldu. Arkasından silâhlı birlikler teşkil ederek, Trakya ve İzmir’e gönderdiler. İstanbul’un artık Yunanistan’a verilmesi isteğinin propagandasını yapmaları cezâevlerinde bulunan Rumların serbest bırakılmasını, doğum yıldönümlerinin büyük kalabalıklar ve heyecanla kutlanmasını istemeleri, büyük taşkınlıklara sebeb oluyordu. Çok şımaran Rumlar, sarhoş olup, yüzyıllardır velînimetleri olan komşuları Türklere saldırıyorlardı. İstanbul’daki Rumların izci teşkilâtlarının bölük ve takım komutanlıklarını resmî Yunan subayları üzerine alarak, onları yetiştiriyorlardı. Dinleri ve varlıklarını Türkün adâlet ve insanlığına borçlu bulunan İstanbul Rum ve Ermeni patrikleri, Îtilaf Devletlerine başvurarak “Bütün Türkiye’nin işgâl edilmesini” istediler. Venizelos, İstanbulFener Rum Patrikhânesi patrik vekili Dorotee’yi; “Ayasofya’da elinizden öpeceğim.” diye uğurluyordu. Şimdiki Kurtuluş semtinde (Eski Tatavla Mahallesinde) kırk metre boyunda ipekten Bizans bayrağı hazırladılar.
Ayasofya Câmiinin iki minâresine Rumlar tarafından asılmak istenen bayrak haberi duyulunca, Fâtih’in vakıf yâdigârı bu câmiyi, gönüllü subay ve erlerimiz bekledi. Karadeniz kıyıları ile arkasındaki illerde kurulacak “Rum Pontus Cumhuriyeti” için Trabzon’da çalışmalarını genişlettiler. Rusya’daki Bolşevik-Komünist idârenin ellerinden mülk ve servetlerini aldığı doğu ve kuzey Karadeniz kıyılarındaki Rumlar; Trabzon, Kastamonu, Giresun ve çevre illere göçmen diye Yunan gemileriyle getirilip yerleştirildiler. Bütün bunları “Mavri Mira” cemiyeti yaptığı gibi halkı da teşkilâtlandırarak, gerilla harbine elaman yetiştirdiler. Mavri Mira Cemiyetinin hedefi, İstanbul dâhil Kastamonu’daki İnebolu’dan Muğla’ya çekilecek hattın batısının Yunanistan’a verilmesiydi. Bunları teşkilâtlandıran ve ihtiyâçlarını karşılayan Îtilaf Devletleri ile İstanbul’un fethinden sonra himâye gören, ticâret ve esnaflıkla uğraşıp çok zengin olup, müreffeh bir hayat süren Türkiyeli Rumlardı. Türkün kara gününde bu kadar azıp, taşmaları “megolo-idea” hayâliyle yanan Yunanlıların kışkırtmasıyla olmaktaydı.
Hazar Denizinden, Antalya ve Sinop batısına kadar uzanan, “Birleşik Ermenistan” hayâlindeki Patrik Zaven, “Birleşik Ermenistan’ın başşehri Garin (Erzurum) olacak.” deyip, Îtilaf Devletlerinden yardım bekliyordu. Ermeni Hınçak ve Taşnak cemiyetleri de, bütün güçleriyle faliyetlere giriştiler.
Mondros Mütârekesiyle İngiltere’ye bırakılan Filistin’de Yahûdî devleti kurmak için İstanbul’daki Yahûdîler, iki bin yıl öncesinin kıyâfet, bayrak ve an’anelerini canlandırmaya başladılar. “Alyans-İsrâilit” adlı silâhlı izci teşkilâtı kurdular. Mûsevî kıyâfeti giyip, hazret-i Süleymân’ın bayrağı diyerek, mâvi zeminli ve altı kollu beyaz yaldızlı bir bayrak hazırlayan Yahûdîler; ticâret, kültür, din ve hukûkî hürriyetlerini korumak için “Makabi Cemiyeti”ni kurdular.
Bütün azınlıklar sahte istatistik bilgileri ve dâvâlarını anlatan ihtilalci eserleri yayınlayarak, dünyâ kamuoyunu yanıltabilme faaliyetlerine başladılar. Avrupa ve Amerika’daki azınlık temsilcileri zengin iş adamlarından, politikacılardan, yazarlardan ve himâyeci devletlerden her türlü yardımı aldılar. Türkiye’deki hâinlerin kurduğu manda yanlısı yardımlaşma cemiyetleri ile azınlık teşkilatları İstiklâl Harbi yıllarında birçok ayaklanma çıkardılar. Ülke harab olup, Türk ordusu ve milleti işgâlci kuvvetlerle uğraşacak yerde, ihtilâlciler ve isyancılarla uğraştı. Bunlardan da Türk milleti ve vatanı zarar gördü.
Düşman teşkilâtlanmasına karşı Redd-i İlhâk, Müdâfaa-i Hukuk, Muhâfaza-i Hukuk, İstihsâl-i Vatan, İslâm Şûrâsı, Millî Kongre adında cemiyetler kurulup, kongre ve mitingler tertib edilerek, gâyelerini halka anlattılar.
Millî kurtuluşumuz için çalışan cemiyetler:
Millî Kongre Cemiyeti: 29 Kasım 1918’de İstanbul’da kuruldu. Gâyesi; işgal kuvvetlerine, Rum ve azınlık faaliyetlerine, “dünyâda Türkler üzerine yapılan haksız ve yalan propaganda ve yayınlara ilim yoluyla, aynı usûllerle belgeleyerek cevap vermek”ti. Anadolu’daki millî cemiyetlere, istedikleri bilgi ve kaynakları yollayıp, gereken şahıslar ile haberleşme ve temaslar sağlıyordu. Bu cemiyetin genel sekreteri târihçi Abdurrahmân Şeref Beydi. Fransızca ve İngilizce yayınlarla Türklerin haklı dâvâsını tanıtan neşriyât yaptılar. Avrupa’nın Ünlü Yazarlarına Göre Türkler, Dünyâ Kamuoyu Önünde Türkiye, Ermenilerin Müslüman Ahâliye Yaptıkları Mezâlim Hakkında Belgeler gibi kıymetli eserler neşrettiler.
Kilikyalılar Cemiyeti: İstanbul’da Adanalı, Antepli, Maraşlı ve Tarsusluların kurduğu cemiyetin tüzüğünde; Adana, İçel, Maraş, Antep, Hatay bölgesinin yüzde doksanının Türk olduğu, Osmanlı Devletinden hiçbir zaman ayrılmayacağı belirtiliyor, vilâyet ve sancaklarda yedişer kişilik heyet kurulacağı bildiriliyordu. Bu cemiyet, merkezini Adana’ya naklederek “Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti” adını aldı.
Vilâyât-i Şarkıyye Müdâfaa-i Hukûk-ı Milliye Cemiyeti: 2 Aralık 1918’de İstanbul’da Ermeni istekleri ve bölücü Kürtçülere karşı kuruldu. Bu teşkilât Erzurum’da 10 Mart 1919’da resmen faaliyetlerine başladı. İstanbul’da Le Pays ve Hâdisât, Erzurum’da Albayrak gazeteleri ile doğu illerimizin Türklüğü ve İslâmlığı müdâfaa ediliyordu. İstanbul’da kurucusu Harputlu Ahmed Nedim, Diyarbekirli Süleymân Nazif, Kâdı Râif Hoca, Erzurum’da da Dursunbeyzâde, Muallim Mehmet Cevat Bey ile Râif Hoca bu cemiyete rehberlik ettiler. Hattâ Süleymân Nazif meşhur Kürtçülerin yakasına yapışarak silkeleme gayretlerinde bulundu.
Trakya-Paşaeli Müdâfaa-i Hey’et-i Osmaniyyesi: 1 Aralık 1918’de Edirne’de Yunan istilâ hazırlığına ve Mavri Miracıların iddiâlarına karşı kuruldu. Başkanı emekli konsolos Şükrü Beydi. Trakya-Paşaeli’nin Türklüğünü yayın yoluyla dünyâya duyurmak, gerekirse Yunan işgâline karşı silâhla karşı koymak, îcâb ederse yerli Türk hükûmeti kurmaktı. Çatalca, Gelibolu, Kırklareli ve Tekirdağ’da bu cemiyetin şûbeleri açılıp, belediye başkanları, reis oldu. Kongreler tertib ederek Yeni Edirne, Ahâli adlı gazeteler yayınlayarak, haklı dâvâlarını müdâfaa ettiler.
İzmir Müdâfaa-i Hukûk-ı Osmaniyye Cemiyeti: 1 Aralık 1918’de İzmir’de, Rumlara karşı kuruldu. Megalo-ideacılara karşı çalışıp, Venizelos’un iddialarını çürütmek için kongre tertip etti, yayın faaliyetlerinde bulundu.
Muhâfaza-i Hukuk Cemiyeti: 12 Şubat 1919’da Trabzon’da Pontuscu Rumlara ve Ermenilere karşı kuruldu. Barutçuzâde Ahmed Hoca başkanlığında kurulan cemiyet İstiklâl Gazetesi vâsıtasıyla millî fikirleri yayıp, Rum iddialarının çürüklüğünü, Ermenistân hayâlinin boşluğunu yurttaşlara ve dünyâya îlân ediyordu. Giresun, Gümüşhâne, Ordu ve Rize’de şûbeleri vardı. Yerli ve göçmen Rum eşkıyâya karşı Topal Osman Çetesi yıldırma faaliyetlerinde bulunuyordu.
Millî İslâm Şûrâsı: 5 Kasım 1918’de Kars’ta kuruldu. 30 Kasım 1918 Büyük Kars Kongresine yetmiş milletvekili katıldı.Cihângiroğlu İbrâhim Aydın Beğ başkanlığına seçildi. Bu şûrâ, Batum’dan Orduâbâd ve Iğdır’dan Ahıska’ya kadarki Türklük bölgesini içine alan Millî İslâm Şurâ Hükûmetini kurdu. İkinci Kars Kongresi, Ocak 1919’da yapıldı. Hükûmetin adı “Cenûbigarbî Kafkas Hükûmeti” diye değiştirildi. Sadâ-yı Millet adlı gazete ile de millî varlık ve dayanışmanın esaslarını yayınlıyordu.
Müdâfaa-i Vatan Cemiyeti: 22 Mayıs 1919’ da Diyarbekir’de Ermenilere karşı Müftü İbrâhim Efendi tarafından kuruldu. Ermenistan’ın kurulmasına engel olmaya ve dış güçlerin empoze ettiği Kürdistân fikrinin yersizliğini yaymaya çalıştılar.
Memleketin vatansever aydınlarca millî istiklâl dâvâsına atılmış olan Türk Milleti, büyük fedâkârlıklara katlanarak, bütün imkânlarını seferber etti. Cemiyetler kongre, miting, vaaz, nutuk ve yapılması gereken her şeyi organize edip, birlik hâlinde teşkilâtlanıyordu. Silâh, cephâne, para ve gönüllü toplanarak millî kuvvetlerin arttırılmasına çalışılıyordu.
İstanbul, 13 Kasım 1918’de Îtilaf Devletlerince işgâl edildi. Avrupa devletlerinin “Haçlı taassubu”ve emperyalist çıkarları sonucu azınlıkları desteklemeleri, Türkiye’deki gayri müslim vatandaşlara vaadlerde bulunmaları, bunların işgâlcilerin tarafına geçmesine yol açtı. Bu durum, başta Sultan Vahideddîn Han olmak üzere, devlet adamları, kumandanlar ve vatanseverlerin dikkatinden kaçmayıp, tedbir almaya teşvik etti. Vahideddîn Han, Ramazan münâsebetiyle iftara dâvet ettiği kıymetli devlet adamları, âlimler ve güvendiği iş yapar kumandanlara Anadolu’ya gitmeleri tavsiyesinde bulunup, ihsân şeklinde yardım ediyordu.
Samsun-Trabzon bölgesindeki Pontuscu Rumlar, Müslüman ahâliye karşı harekete geçerek, yol kesme, câmileri yakma gibi fiillere başlayıp, Karadeniz bölgesini Mondros Mütârekesi hükümlerine göre işgâl ettirmek istiyorlardı. Bu bölgenin güvenliği için Vahideddîn Han, Almanya seyahati esnâsında yanında bulunan ve fahrî yâveri olan Mustafa Kemâl Paşayı 19 Nisanda Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak tâyin etti. 6 Mayısta bu vazîfesi Vekiller Hey’etince tasdik edilince, İzmir’in işgâlinden bir gün sonra 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemâl Paşa, devlet adamları ile vedâlaşıp, Vahideddîn Han tarafından kabul edildi. İşgâl kuvvetleri namlularının Yıldız Sarayına çevrili vaziyette Sultan’la görüşen Kemâl Paşaya: “Yâverân-ı Şehriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivası Mustafa Kemâl Paşaya” diye başlayan “Hatt-ı Hümâyûn” verildi. Bu hümâyun bugünkü lisan ile şöyledir:
“Yâverlerimden Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemâl Paşaya:
Umûmî Harbin (Birinci Dünyâ Savaşı) müttefikler hesâbına kaybedilmesi üzerine doğan siyâsî durum, büyük atalarımın mülkünü, hilâfet ve saltanat makâmını çetin ve korkulu bir yere sürüklediğinden, hükûmetimin kararıyla tâyin olunduğunuz mıntıkada âsâyişi sağlamak ve şâhâne rızâ ve dileğime aykırı hâllerin meydana gelmesini engelleyerek ve topyekün korkulu şeylerin def’ine cehd ve gayret göstererek, milletimin saldırgan ellerden kurtulmasını sağlamak için tek vücud hâlinde davranılmasını selâmımla berâber asker ve memurlara ve halka bildirmek üzere irâde ettim!”
Bu sırada memleketin vaziyeti şöyleydi:
İngilizler Musul’un tamâmını; Fransızlar Adana, Antep, İskenderun, Maraş, Mersin ve Urfa’yı; İtalyanlar Antalya’dan Kuşadası’na kadar uzanan kıyılarla Büyük Menderes Nehri arasındaki Güneybatı Anadolu’yu fiilen işgâl etmişlerdi. Boğazlar bölgesiyle Anadolu ve Trakya’nın birçok şehirleri ve kasabalarında Îtilaf Devletlerinin kuvvetleri veya kontrol ekipleri yer almışlardı. Doğu’daki Türk birliklerinin Güney Kafkasya’yı boşaltarak harbin başındaki hudutların gerisine çekilmesini fırsat sayan Ermeniler, “Büyük Ermenistan” devletini kurma hülyâsını gerçekleştirme çabasındaydılar. Fransız, İngiliz, İtalyan ve Japon başbakanlarından kurulu“Yüksek Meclis”, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması müsâadesini vermişti. İzmir Limanındaki Amerikan, İngiliz ve Yunan donanma kumandanlıklarının On yedinci Kolordu Kumandanına verdikleri ortak notada, Mondros Mütârekesinin 7. maddesi hükmünce; İzmir istihkâmlarıyla çevresindeki bütün savunma tertip ve araçlarını içine alan arâzinin devletler adına Yunanistan tarafından işgâl edilmesini, karşı konulmamasını istediler. İşgâl edilen Türk topraklarında 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan ve 90.000 Yunan askeri bulunuyordu.
Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâlinin işgâl kuvvetleri ve hâinlerce tehlikede olduğu bu devirde komutanlar, devlet ve din büyükleri Anadolu’ya gönderildi. İşgâl kuvvetlerinin bunu engellemeleri üzerine, aziz ve cefâkâr vatanseverler gizlice İstanbul’dan Anadolu’ya geçtiler. Eğer, Vahideddîn Han, sultan ve halîfe olarak Anadolu’ya geçip, millî şahlanışı bizzât idâreye teşebbüs etseydi, zâten Anadolu’nun kendilerine karşı ayaklancağı endişesi içinde bulunan Îtilaf Devletleri, derhal toparlanarak, topyekün bir saldırıyla bütün Anadolu’yu ve Türklüğü tasfiye etmek yolunu tutarlardı. Îtilâf Devletleri için, halîfe ve sultanın İstanbul’da, onların gözü önünde bulunması, millî mücâdele hareketinin gelişip büyümesini ve önünde durulmaz hâle gelmesini temin etti. Bu çok ince politikanın tatbikatında Vahideddîn Hanın katlandığı fedâkârlıklar, basîret ve gayret, sulh konferansının hazırlandığı bu zamanlarda millî mücâdeleyi tamâmen milletten gelen plânlı bir karşı koyma hareketi şeklinde göstererek, Îtilaf Devletlerini düşündürmeye ve pervâsızlıklarına son vermeye mecbûr etti. Ayrıca; Avrupalılar uyumayan, gerekirse istiklâli için canını fedâya hazır bir millet karşısında olduklarını anlayıp şartlarını hafif tutabilirdi. Yâni, millet şahlanışı muvaffak olabilmesi için mutlaka İstanbul, devlet ve sultan dışında vücud bulması ve düşmanlara âzamî telaş ve dehşet hissini vermeyecek çapı muhâfaza etmesi lâzımdı. Hattâ bu hareket, devlete ve hükûmete aykırı diye de gösterilebilirdi. Bu mütâlaayla Anadolu’ya askerî ve idârî dehâsıyla bu gâyeyi gerçekleştirecek fedâkâr şahıslar gönderildi. Bu gâyeyle 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Mustafa Kemâl Paşaya Dokuzuncu Ordu Müfettişliği verildi. Dokuzuncu Ordu Müfettişi nâmıyla; hem vâli ve mutasarrıflara, hem de Samsun’dan Hakkâri’ye ve Rize’den Urfa’ya kadar olan yerlerde bulunan ordu birliklerine vazîfe verip, tedbirler alabilecek, emniyet ve huzûru sağlayacaktı. Mustafa Kemâl Paşa, yanında on yedi kişilik Dokuzuncu Ordu Karargâh Heyeti de olduğu hâlde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Onun Samsun’a çıkmasıyla bütün yurtta ve dünyâda dikkatle tâkib edilen Türk Milletinin İstiklâl Mücâdelesi hareketi, tamimler, görüşmeler ve kongreler ile daha değişik bir hâl aldı.
Mustafa Kemâl Paşanın Anadolu’da ilk icrââtı, ordu kumandanları ile temasa geçerek, Amasya’da “Vatanın bütünlüğü ve istiklâlinin kurtarılması” için milleti birlikte çalışmaya dâvet eden Amasya Tamimi’ni 22 Haziran 1919’da şifreli telgraflarla bütün kolordu ve tümen kumandanlıklarına, birer mektupla da vâlilik ve müstakil mutasarrıflıklara “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Yâver-i Fahr-i Hazret-i Şehriyârî Mustafa Kemâl” imzâsı ile gönderdi. Mondros Mütârekesinin hükmüne göre ordunun kadrosu daraltıldığından 15 Haziran 1919’da Dokuzuncu Ordu Müfettişliği vazîfesi, Üçüncü Ordu Müfettişliğine çevrilmişti.
Amasya Tamîmi ile; “1) Devletin bütünlüğü ve milletin istiklâli tehlikededir.İstanbul Hükûmeti, gâlip devletlerin kontrol ve baskısında olduğundan, vazîfesini yapamıyor. Milletin istiklâlini kurtarmak için her türlü tesir ve baskıdan uzak bir “Millî Heyet”in kurulması gerekmektedir. Anadolu’nun en emniyetli yeri Sivas’ta Millî Kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Düşman istihbârâtına karşı tedbir alıp, üç murahhas gönderiniz. 2) Doğu illerimiz adına, 10 Temmuz 1919’da Erzurum’da yapılması kararlaştırılan kongre için Vilâyât-ı Şarkıyye Müdâfaa-i Hukûk-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinden seçilen üyeler, Sivas’a geleceklerdir. 3) Bunlara göre, Müdâfaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilip, lüzumlu yardım ve tedbirlerin alınarak yardımcı olunması” istendi.
Erzurum Kongresi: Mustafa Kemâl Paşa, Amasya Tamîmi’nden sonra 7 Temmuzda Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu kumandanları ile lüzumlu yerlere istiklâl dâvâsının mâhiyetini bildiren bir tamîm gönderdi. İstanbul Hükûmeti, işgâl kuvvetlerinin baskısıyla, Anadolu’daki Millî Mücâdele hareketini görünüşte engelleyerek tedbirler aldı. İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemâl Paşa, vazîfesinden istifâ edip, ordudan ayrıldı. Erzurum Kongresine de sivil katıldı. Erzurum’da Mustafa Kemâl Paşaya On beşinci kolordu kumandanı Kâzım Karabekir Paşa alâka gösterip, Îtilâf Devletlerinin isteği istikâmetindeki hükûmet emirlerini tatbik etmediği gibi, teşebbüsleri de engelledi. 10 Temmuz 1919’da Vilâyât-ı Şarkıyye Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şûbesi, İl İdâre Faal Heyeti Başkanlığına getirildi. 23 Temmuz 1919’da Şiran Müftîsi Hasan Fahri Efendinin duâsından sonra Cemiyet Başkanı Râif Hocanın nutku ile açılan Erzurum Kongresi, Mustafa Kemâl Paşayı Kongre Başkanı seçti. 7 Ağustosa kadar devâm eden Kongrede “Trabzon Muhâfaza-i Hukuk Cemiyeti” ile “Vilâyât-ı Şarkıyye Müdâfaa-i Hukuk” teşkilâtları fesh edilerek “Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti” kuruldu. Cemiyet, aldığı kararları on bir maddelik “Kararnâme”, on maddelik “Beyannâme” ile Türk milletinin haklı dâvâsına sâhip çıkılmasını isteyip, 7 Ağustos 1919’da îlân etti.
Erzurum Kongresi Beyannâmesi: “1) Trabzon vilâyeti, Samsun sancağı ve doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mâmuretilaziz ile Van ve Bitlis vilâyetleri ve bölge içindeki müstakil sancaklar, hiçbir sebep ve bahâne ile birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmak imkânı düşünülemez bir bütündür. Buralardaki İslâmlar, birbirlerini karşılıklı sevip sayan “özkardeştirler”. 2) Osmanlı vatanının bütünlüğü ve millî istiklâli sağlanıp, saltanat ve halîfelik makâmının dokunulmazlığı için, millî güçleri âmil ve millî irâdeyi hâkim kılmak, ana gâyedir. 3) Her türlü işgâl ve işlerimize karışma, Rumluk ile Ermenilik gâyesine yönelmiş sayılacağından, bunlara karşı hep birlikte korunma ve karşı koyma esâsı benimsenmiştir. Hıristiyan unsurlara, yeni imtiyazlar tanınmayacaktır. 4) İstanbul’daki Hükûmetin, devletlerin baskısı ile buraları bırakması ihtimâline karşı saltanat ve halîfelik makamına bağlı ve millî haklar ile varlığımızı yerine getirecek tedbirler ve kararlar alınmıştır. 5) Türkiye’de yaşayan gayri müslimlerin, Osmanlı kânunları ile tanınan mevcut haklarına riâyet ederiz. 6) Millî hudutlarımız içinde, çokluğu ve üstünlüğü elinde tutan İslâmlar, din kardeşi ve ırkdaştırlar. 7) Millî sınırlar içinde milliyet esaslarına saygılı ve istilâ emeli beslemeyen herhangi bir devletin, teknik, endüstri ve iktisâdî yardımını, severek karşılarız. 8) İstanbul Hükûmetinin, Millî Meclisi hemen toplaması ve millet mukaddesâtını Millî Meclisin kontroluna bırakması, mecbûrîdir. 9) Yurdumuzun karşılaştığı acılar ve olaylar ile aynı millî gâyeler için kurulan cemiyetlerin birleşme ve anlaşmasından, “Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti”kurulmuştur. Bu cemiyet, her türlü particilik akımlarından uzak olup, bütün İslâm yurttaşlar, bunun tabiî âzâsıdır. 10) Kongre tarafından seçilen bir Temsil Heyeti kabul edilip, köylerden vilâyet merkezlerine kadar var olan millî teşkilât birleştirilmesi teyid edilmiştir.
Sivas Kongresi: Erzurum Kongresinden sonra bütün engellemelere ve İngilizlerin Mondros Mütârekesinin yedinci maddesince Samsun’a asker çıkarıp, Sivas’ı işgâl edebilecekleri tehdidine rağmen, Mustafa Kemâl Paşa başkanlığında 4 Eylül 1919’da başlayan Sivas Kongresi, 11 Eylül’e kadar devâm etti. Kongre çalışmaları sonunda on maddelik bir beyânnâme yayınlandı. Erzurum Kongresi kararlarının benimsendiği Sivas Kongresinde; “1) Vatanın bütünlüğünü muhâfaza ve müdâfaa etmek, 2) Millî istiklâlin bütünlüğünü sağlamak, 3) Kuvâ-yı Milliyeyi âmil ve Millî irâdeyi hâkim kılmak” esaslarıyla özetlenip, sâdeleştirilen kararlara ilâveten” “Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş Millî Cemiyet ve Redd-i İlhâk Heyetlerinin; Anadolu ve Rumeli Hukuk Cemiyeti adı ile birleştirildiği” ve merkezinin Sivas olduğu îlân edildi. Temsil Heyeti sayılan Merkez Heyeti on altı kişiden meydana geliyordu.
Amasya Görüşmeleri: Sivas Kongresi kararları, Sadrâzam Dâmad Ferid Paşa kabînesi ve Îtilâf Devletlerinin olumsuz ve garazkârâne davranışı sebebiyle Sultan Vahideddîn Handan gizlendi. İstanbul ile telgraf muhâberesi kesildi. Dâmad Ferid Paşa Kabînesi temsilcisi Sâlih Paşa, Amasya’ya gelerek M.Kemâl Paşa ile 20-22 Ekim 1919’da görüştü. “Amasya Görüşmeleri”, Erzurum ve Sivas Kongreleri Beyannâmelerine göre yapılıp üçü açık ve imzâlı, ikisi de İngilizlere karşı gizli ve imzâsız protokollar yapıldı. Amasya görüşmelerinde kabul edilen protokoller ile Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetlerinin varlığı, İstanbul hükûmetince kabul edildi. İşgâlci İtilâf Devletleri, İstanbul Hükûmetini baskı yolu ile kukla gibi kullanmak sûretiyle Türk milletinin şahlanışı olan Millî Mücâdele hareketini durduramayacaklarını anladılar. 16 Kasım 1919’da Sivas’ta Temsil Heyetiyle kumandanlar toplanarak; milletin, vatan savunması için silâhlandırılıp, teşkilâtlandırılması tesbit edildi. Ankara’ya gelen Temsil Heyeti, Zirâat Okuluna yerleşerek burayı merkez edindi. Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi ile “Anadolu Ajansı” kurularak yayın ve haber alma-verme imkânları temin edildi.
İstanbul’daki Ali Rızâ Paşa Hükûmeti, Îtilâf Devletlerinin tazyikine rağmen, tarafsızca bir seçim yaptırıp, kabîne güven oyu aldı. Hükûmetin programında; “Türkiye’nin istiklâline ve eldeki vatanın bütünlüğüne dokunulmaması, adliye, mâliye ve emniyet işlerinin kısa zamanda hâlledilmesi, azınlıklara verilen kânûnî hakların muhâfaza edileceği; istiklâlimize hürmetkâr büyük bir devletin iktisâdî yardımlarının kabul edileceği” hükümleri vardı.
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi, 12 Ocak 1920’de toplandı. Yüz altmış yedi Türk ve bir Yahûdî milletvekilinden yetmiş ikisi katıldı. Ermeni ve Rumlar seçimi engelleyip katılmadığından temsilcileri yoktu. Kuvâ-yı Milliye taraftarı milletvekilleri, Celâleddîn Ârif Beyin başkanlığında Felâh-ı Vatan Grubunu teşkil ettiler. Bu grubun hazırladığı millî kurtuluş programı, meclisin 28 Ocak 1920 târihli gizli oturumunda “Ahd-i Millî ve Mîsâk-ı Millî” adıyla kabul edildi. (Bkz. Mîsâk-ı Millî)
Ancak Mondros Mütârekesi hükümlerini uygulatmak için İstanbul’da bulunan Îtilâf Devletleri yüksek komiserlikleri, mütâreke şartlarına karşı çıkan bir meclisin varlığından rahatsız oldular. İngilizler 16 Mart 1920 günü İstanbul’u resmen işgâl ettiler. Meclis-i Mebusan dağıldı. Birçok milletvekili tevkif ve sürgün edildi. Mustafa Kemâl Paşa, âsî îlân edildi.
Osmanlı başşehri İstanbul’un İngilizler tarafından işgâlinin üçüncü günü, 19 Mart 1920’de Temsil Heyeti başkanı olarak Mustafa Kemâl Paşa, vilâyet, sancak ve kolordu kumandanlıklarına gönderdiği tamimde olağanüstü yetkilere sâhip “Kurucu Meclis” mâhiyetinde bir Mebuslar Meclisinin Ankara’da toplanmasını istedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yetmiş sekiz milletvekilinin iştirâkiyle, 23 Nisan 1920 Cumâ günü namazdan sonra kurbanlar kesilip, duâlar edilerek açıldı. En yaşlı âzâ olan Sinop milletvekili Şerif Bey, meclis başkanlığına getirildi. Kendisine iki komisyon teşkili ile tutanakları inceleme vazîfesi verildi. Millî birlik adına Osmanlı Sultânı veİslâm Halîfesi Altıncı Mehmed Vahideddîn Hana bağlılık telgrafı yazıldı. 26 Nisan 1920’de Meclis BaşkanlıkDîvânı seçimi yapıldı. Birinci başkanlığa Mustafa Kemâl Paşa, ikinci başkanlığa Celâleddîn Ârif Bey, üyeliklere de on bir kişi seçildi. Mustafa Kemâl Paşanın şu meâldeki takriri kabul edildi: “1) Hükûmet kurmak gereklidir. 2) Geçici olarak bir hükûmet reisi tanımak; 3) TBMM’de toplanan millî irâdeyi, gerçek olarak bütün yurtta mukadderâta hâkim kılmak, esas sayılır. 4) TBMM’nin üstünde bir kuvvet yoktur. 5) TBMM, kânunları yapma ve yürütme yetkisini, nefsinde toplamıştır. Meclisten seçilecek bir vekiller heyeti, hükûmet işlerini yürütür; meclis reisi, vekiller heyetinin de reisidir. 6) Pâdişâh ve İslâmların halîfesi, bulunduğu baskılardan kurtulunca, meclis, yapacağı kânuna göre, durumunu yeniden ele alır.”
30 Nisan’da TBMM’nin kuruluşu, Avrupa devletleri dışişleri bakanlıklarına birer muhtıra ile bildirildi. 3 Mayıs 1920’de on bir kişilik vekiller heyeti seçilerek programı yaptı. Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan ile Rusya hudûdundaki Ermeni ve Gürcü işgâline karşı, Birinci Büyük Millet Meclisi harp cepheleri teşkil edildi. Batı, Doğu, Güney cepheleri kuruldu. Karadeniz bölgesinde ise millî kuvvetler, azınlıkların çalışmalarını engelledi.
Harp cepheleri:
Rusya cephesi: Rusya ile imzâlanan 3 Mart 1918 Brest-Litowk Muâhedesi ile bize verilen Kars, Ardahan, Batum sancaklarında, işgâl kuvvetlerine karşı Millî İslâm Şûrâsı adı ile bir teşkilât kuruldu. Îtilaf Devletlerince Ermenilere verilen bölgede, İngiliz Kafkas işgâl ordusu vardı. 13 Nisan 1919’da İngilizler tarafından işgâl edilen Kars’a Ermeniler getirilip, Türk-Ermeni karması kukla bir de hükûmet kurdular. İngiliz desteğini sağlayan Gürcüler, 20 Nisan 1919’da Ahıska ve Ardahan’ı işgâl ettiler. İngiliz desteğindeki Rum, Ermeni ve Gürcü âsâyişsizliğinin önüne geçmek, Karadeniz ve DoğuAnadolu’nun Mondros hükümlerince işgâl edilmesine meydan vermemek için, genç ve kudretli subay ve paşalar, İstanbul’dan birer vazîfe ile Anadolu’ya gönderildiler.
Doğu Karadeniz’deki Pontuscu Rumlara karşı eski eşkıyâlardan Topal Osman Ağa affedilip, vazîfelendirildi. Giresunlu Topal Osman Ağa millî bir çete kurup, karada ve denizde Rumları temizledikten sonra, Mustafa Kemâl Paşa tarafından Çankaya’ya dâvet edilip, çetesiyle muhâfızlığa alındı. Hakkari doğusundaki Nasturî/Asûrîlere karşı da Sakaklı aşîretinden Simko lakabıyla İsmâil Ağa çetesi vazîfelendirildi.
Merkezi Erzurum olan On beşinci Kolordunun kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, Ermeniler üzerine seferle vazîfelendirilerek Şark Cephesi Kumandanlığı kuruldu. Bu kumandanlığa bağlı birlikler, Rize’den Hakkari’ye kadar olan hudut boyları ve Trabzon vilâyeti kıyılarında görev yaptılar.
1920 Haziranında Kars’tan Oltu sancağına saldırıp, Pasinler/Hasankale hudutlarını zorlayan Ermenilere karşı TBMM kararı ile On beşinci Kolordu harekete geçip, Erzurum Müftüsü Solakzâde Sâdık Efendinin 22 Haziran 1920’de verdiği fetvâ ile mücâdeleye katılıp, yardım edilmesinin “farz” olduğu îlân edildi. TBMM Ermenistan’a bir ültimatom vererek Kars ve çevresindeki katliam ile ileri harekâtın durdurulmasını istedi. Bekir Sâmi Bey başkanlığında Moskova’ya gönderilen TBMM Heyeti,Bolşevik Rusya Dışişleri Komiseri Çiçeron ile görüştü. Çiçeron’un; Van, Bitlis, Muş ve Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilmesi teklifi karşısında Türk Heyeti geri döndü. 28 Eylül 1920’de taarruz emri alan ordu, 29 Eylül’de Sarıkamış’tan ilerlemeye başladı. 30 Ekim 1920’de Kars işgâlden kurtarıldı. Arpaçay ötesine atılan Ermenilerin saldırıya teşebbüsü tesbit edilince, ilerlendi. Kâzım Karabekir Paşa, 7 Kasım 1920’de Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler sulh istemek mecbûriyetinde kaldı. 26 Kasım’da başlayan görüşmeler 2 Aralık’da netîcelendi. 2/3 Aralık 1920 gecesi Ermenilere dikte ettirilen Gümrü Muâhedesi ile; Tuzluca, Iğdır, Aralık dâhil Sürmeli sancağı kurtarıldı. İran ile Çıldır arasında bugünkü Kars hudutları tesbit edildi. Rusya ile 16 Mart 1921’de “Moskova Muâhedesi” ve 13 Ekim 1921’de Rusya, Ukrayna, Âzerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Sovyet delegeleri ile Kâzım Karabekir Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti arasında “Kars Muâhedesi” imzâlandı. Bugünkü Türkiye-Sovyet hudutları tesbit edildi.
TBMM’nin imzâladığı ilk antlaşma olan “Gümrü Muâhedesi”nden sonra, “Şark Cephesi Kumandanlığı”nın askerî birlikleri bütün personel, silâh ve mühimmâtı ile Batı Cephesine nakledildi.
Güney cephesi: Birinci Dünyâ Harbinden sonra Kasım 1918’de İskenderun’dan işgâle başlayan İngilizler, 1919’da Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgâl ettiler. Mondros Mütârekesinin kendisine danışılmadan yapıldığını iddiâ edip, îtirâz eden Fransa, Birinci Dünyâ Harbi devâm ederken yapılan gizli antlaşmaların tatbikini istedi. Fransa ve İngiltere 15 Eylül 1919’da anlaşmaya varınca, Filistin ile Irak İngiltere’nin, Lübnan ve Suriye Fransa’nın hissesine düştü.
Fransızlar 1919 Ekim’inde Antep ve Maraş’ı, Kasım’da da Urfa veAdana’yı işgâl ettiler. Bölgenin Fransa tarafından işgâliyle birlikte: “Sevk ve İskân Kânunu” hükümlerince, güneyden çıkarılan Komiteci Ermenilerin akınına uğradı. Mısır’daki Fransız “Doğu Lejyonu”na bağlı silâhlandırılmış Ermeni fedâileri, bölgeye getirilip, kasaba ve köylere dağıtıldı. Haçlı seferleri (1096-1270) esnâsında kurulan “Sis Ermeni Krallığı (1099-1342)” mîrasyedisi olarak “Kilikya Hıristiyan Ermeni Cumhuriyeti”teşkiline çalıştılar. Papalığın empoze edip, “Haçlı” zihniyeti ile çıkartılan “Şark Meselesi” ve emperyalizmin işgâl topraklarında azınlıkları destekleme siyâseti gereğince de, Îtilaf Devletleriyle hâmisi Fransa’dan büyük destek ve teşvik görüyorlardı. Bölgeye getirilen binlerce Ermeni fedâisi ile nüfus artırıldı.
Güneydeki işgâl kuvvetlerine karşı teşkilâtlanan yerli ve hâkim Türkler, İstanbul’da kurdukları “Kilikyalılar Cemiyeti” ile bölgedeki “İntibâh Cemiyeti”ni birleştirdiler. Adana’daki “Kilikyalılar Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti”; Adana, Mersin, Tarsus ve İslâhiye’de millî kuvvetler kurarak, Toroslara dayandılar. Niğde’deki On birinci tümenden destek görüp, “Toros Cephesi”ni kurdular.
29 Ekim 1919’da Maraş’a giren Fransızlar, Ermenilerin coşkun tezâhüratı ile karşılandılar. Maraş ve çevresindeki Ermenileri teşkilatlandırıp, Lejyon kuvvetleriyle, Türkler soyulup, malları yağma ediliyordu. İşgalcilerin her türlü insanlık dışı fiillerine karşı, 31 Ekim 1919 günü düşmana ilk kurşunu sıkan Sütçü İmâm, şehirdeki ilk karşı koyma hareketini başlattı. 27 Aralık 1919 günü Maraş’taki Fransız işgâl kuvvetleri komutanı, şerefine verilen Ermeni ziyâfetinde; ev sâhibinin kızını elde etme hissiyle harekete geçti. Ermeni kızın; “Kalesinde Türk Bayrağı bulunan bir şehirde, ben neşelenip dansedemem!” tahriki ile Browmond, yüzyıllardır Maraş Kalesinde dalgalanan şanlı Türk Bayrağını indirtti. 28 Aralık Cumâ günü, Cumâ namazına gelen Maraşlılar, “Maraş Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti” kurucusu Müderris Mehmed Alparslan Hocanın yazdığı“Beyannâme”yi câmi duvarında okuyup, İmâm Efendinin ve Maraşlıların “Yabancıların bayrağı altında yaşayan İslâmlar, hür sayılmazlar. Hür olmayan Müslümanlar da, Cumâ namazını kılıp, halîfe adına hutbe okuyamaz.” hükmüyle harekete geçtiler. Maraş kalesi’ndeki Fransız Bayrağını indirip, yerine şanlı Türk bayrağını tekrar çektiler. Îmân aşkı ve vatan sevgisi ile ortaya çıkan bu büyük millî heyecan karşısında, işgâl kuvvetleri tesirsiz kaldı. Ermenilerin iftirâ ve teşvikleri ile şehrin ileri gelenleri tevkif edilince, Üçüncü Kolordu subay ve erlerinden yardım alan Maraşlılar, 21 Ocak 1920’de yirmi iki gün sürecek harbi başlattılar. Bütün imkânları ile Fransız işgâl kuvvetlerine karşı silahlı mücâdeleye başlayan Maraşlılar, 11 Şubat 1920 günü düşmanları şehirden uzaklaştırmaya muvaffak oldular. 12 Şubat 1920’de şehir işgâlcilerden bütünüyle kurtarılıp, huzûra kavuşturuldu. Kendi imkânlarıyla işgâlcileri şehirlerinden uzaklaştıran Maraş’a, bu haklı mücâdelesinden dolayı, TBMM’de 1973’te “Kahraman” ünvânı verildi.
1 Kasım 1919’da Urfa’yı İngilizlerden devralıp, işgâl eden Fransa, Ermeni azınlığını şımarttı. Ermenilere silâh dağıtıp silâhlı birlikler kurdurttu. Hükûmet dâirelerini kontrol ettirip, Türk emlâkının (mallarının) bir kısmını Ermenilere verdiler. Vatanlarının işgâl edilmesine, haksız muâmele ve hareketlere mâruz kalan Urfalılar, Jandarma Yüzbaşı Ali Sâib Beyin teşvikiyle ve onun liderliğinde toplandılar. Fransızları şehirden kovmak için Badıllı veAneze aşîretlerinin gönüllü kuvvetleri teşkilâtlanarak, silâhlı birlikler kurdular. 8/9 Şubat gecesi işgâl kuvvetleri kumandanlığına Urfa’yı terk etmesi bildirildi ise de, kabul edilmedi. Bunun üzerine harekete geçen Urfalılar, 9 Şubat’ta şehrin yarısına hâkim oldular. 8 Nisan’a kadar devâm eden savaşta, bütün imkânsızlıklara rağmen Urfalılar, Fransızları bunaltıp şehri boşaltmak için müzâkereyi kabul etmek mecbûriyetinde bıraktılar. 10 Nisan 1920 gecesi işgâl kuvvetleri, ahâlinin kin ve nefretinden çok korktuğundan, Türk jandarmasının muhâfazası altında Suruç’a hareket etti. 11 Nisan günü Urfa müdâfaasını, kaleye bayrak çekerek kutlayan şehre; 1984 yılında TBMM’de “Şanlı” ünvânı verildi.
Düşman istilâsına karşı Antep’te kurulan “Cemiyet-i İslâmiyye” ile teşkilâtlanan şehir, Fransız işgâlini mitingler tertib ederek protesto etti. “Ermeni Tümeni” ile şehir işgâl edilince, Türk topraklarında, azınlık Ermenilerden emniyet kuvveti kuran Fransızlar, AntepKalesinden Türk bayrağını indirdiler. Bunun yanında, annesinin baş örtüsüne saldıranlara karşı koyan on iki yaşındaki bir Türk çocuğunun öldürülmesi, yiğit Anteplileri harekete geçirdi. Şehirdeki Millî Cemiyetlerin teşkilâtlanması hızlanıp, gönüllü sayısı arttırıldı. Şehir mahalleleri yirmi yedi bölgeye ayrılıp, başına fedâkâr mücâhidler geçirilerek, müdâfaa başlatıldı. Mücâhidler köylere kadar teşkilât kurup, her türlü yardım faaliyetlerine başladılar. 1920 Şubatında yedeksubay Teğmen Şahin Bey, Kilis’ten Antep’teki Fransızlara yardıma gelen düşman birliğini, yolunu keserek bozguna uğrattı. Takviye alıp gelen Fransız taburu ile 28 Mart 1920’de kahramanca mücâdele eden Şahin Bey, şehid oldu. Antep’teki İstiklâl mücâdelesine katılan mücâhidlerin başına getirilen Kılıç Ali Bey, 1200 kişilik kuvvetiyle, modern silâhlarla techiz edilmiş 2700 Fransız askerine karşı 1 Nisanda baskın yaparak, harekâta devâm etti. On bir ay süren mücâdele sonunda düşmanın tayyâre ile bombardıman, toplarla dövme ve zırhlı birliklerle ezme şeklindeki saldırılarına mahalle ve sokak savaşları ile karşılık verildi. Sonunda 8 Şubat 1921’de imkânsızlık içinde Antep, Fransızlara anlaşma ile teslim edildi. Anteb’e, bu mücâdelesinden dolayı, TBMM tarafından 1921’de doksan üç numaralı kânunla “Gâzi” ünvânı verildi. Ankara Antlaşmasıyla şehir, 25 Aralık 1921’de tekrar istiklâline kavuştu.
Çukurova’nın kurtuluşu için; 21 Ekim 1919’da Adana’da kurulan “Kilikya Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti”, düşmana karşı teşkilâtlandı. Millî Ordunun bölgede kurulması için Topçu Binbaşı Kemâl Bey (Kozanoğlu Doğan), Piyâde Yüzbaşı Osman Nûri Bey (Aydınoğlu Tufan) ile ahâliden RemziYüreğir, NahitKızıldağlı, Molla Kerim dâhil bir çok kahraman vazîfelendirildi. Karaisalı Müftüsü vatanın kurtarılmasının “farz” olduğu hakkındaki vaazlarıyle ahâliyi teşvik etti. İşgâlcilerin insanlık dışı fiilleri ve katliamlarına dayanamayan Çukurovalılar, Toros Dağlarının eteklerinde teşkilâtlanıp, ovadaki düşmana karşı harekete geçtiler. Çamalan, Kadirhan, Birinci Kavaklıhan, Ziyârettepe, Aflak, İkinciKavaklıhan savaşlarıyla Şakirpaşa, Pozantı ve Karboğazı çarpışmaları 28 Mayıs 1920’ye kadar devâm etti. Fransızlarla yapılan anlaşma gereğince, 1-20 Haziran târihleri arasında geçici ateşkes imzâlandı ise de, düşman sözünde durmadı.
Fransızlar, ateşkes târihleri arasında Ermeniler vâsıtasıyla, Türkleri yıldırmak için İslâm mahallelerine ateş açtırdılar. Bunun üzerine Türkler taşıyabildikleri eşyâları alarak, Toroslara çekildiler. Misis Yüreğir Ovası Savaşları, Kurttepe Baskını,Oba Taarruzu, Yüreğir Obasına Baskın hareketleri, Kurttepe Terörü ve son olarak 20-24 Kasım 1920 Fadıl Muhârebeleri netîcesinde Türklerin morali yükselip, düşmanı hezîmete uğrattılar. Fransızların ve Ermenilerin üstün sayı ve silâhına karşı Fadıl’daki Türk çetecilere mağlubiyetleri, işgâlcilerin ümitlerini kırdı. Anlaşma yolunu tercih etmeye mecbur kalan Fransa, TBMM ile 20 Ekim 1921 târihinde “Ankara Antlaşması”nı imzâladı. Bu antlaşma ile Hatay-İskenderun dışındaki bugünkü hudut tesbit edildi. 20 Aralıkta Adana’dan çekilen Fransızlar, Ermeni çetelerini de Suriye’ye götürdüler. Ankara Antlaşmasıyla, Fransa Îtilaf Devletlerinden ayrılarak, Türk İstiklâl Mücâdelesini kabul etmek mecbûriyetinde bırakılmıştı. Güneyde askerî birlikler tesis edilerek, cephe kumandanlığı kurmadan; ahâli, millî ruh ve îmânla gönüllü silâhlanıp, düşmanı bölgeden attı.
Karadeniz, Trakya ve Kocaeli bölgelerindeki millî kuvvetler:
Yerli ve Bolşevik Rusya, Rum göçmenleri ile Ermenilere karşı, 1919’da “Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti” kurulmuştu. Trabzon, Rize, Giresun, Ordu vilâyetlerindeki Rumlar, Atina ile anlaşarak yardım alıp, Îtilaf Devletlerinden de destek ve teşvik görüyorlardı. Batum’dan İnebolu’ya kadar uzanan kıyı bölgesinde “Pontos Cumhuriyeti” kurulmasını istiyorlardı. Karadeniz’de bulunan Fransa, İngiltere ve Yunanistan donanmalarından destek alarak cesâretlenen yerli ve göçmen Rumlar, bölgedeki Türk köylerine baskın tertib ederek, yağma ve katliam yapıyorlardı. Bölgenin âsâyişini bozarak Îtilâf Devletlerinin Mondros Mütârekesi hükümlerince; İzmir’de olduğu gibi Yunan ordusunun çıkarılmasına zemin hazırlıyorlardı. Karadeniz’deki Müslüman ahâli, On beşinci Kolordudan yardım alarak karşı koyuyordu. Giresunlu eski eşkıyâlardan Topal Osman Ağa affedilerek, millî bir çete kurması istendi. Topal Osman çetesi, Rum eşkiyâlarını karada ve denizde temizledi.
Trakya’da kurulan millî cemiyetler ile millî kuvvetlerin başındaki Câfer Tayyar Paşa, bölgenin Yunanlılarca işgâline karşı mücâdele ediyordu. 1920 Haziranında Batı Trakya’dan ileri harekâta geçen Yunan ordusu karşısında geri çekilmeye mecbur kalındı. Istıranca Dağlarında faaliyet gösteren Kanlı Bayrak Çetesi, Edirne ve Kırklareli’yi işgâl eden Yunanlılara karşı baskın savaşları yapıyordu.
Kocaeli bölgesini teşkilâtlandıran Maltepe Atış Okulu Müdürü Şükrü Oğuz, Kuvâ-yı Milliye Kumandanlığı da yapıyordu. Şükrü Oğuz ve Yahyâ Kaptan “Kuvâ-yı Milliye Müfrezeleri” kurdular. Aydın ve memurların kurduğu “Karakol” ve “Menzil”adındaki teşkilâtlar da Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuâd Paşa ile irtibat kuruyorlardı. İlk Batı Cephesi kumandanı olan Ali Fuâd Paşaya Kocaeli’ndeki millî teşkilâtların İstanbul’dan Anadolu’ya geçişini temin edip, Îtilaf Devletleri muhâfazasındaki Osmanlı silâh ve cephânesini İstiklâl Harbi için kaçırıp teslim etme vazîfesi verilmişti.
Batı cephesi: Fransa ve Amerika’dan destek alan Yunanlılar, İngilizlerin de teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da, Mondros Mütârekesine uygun olarak İzmir’i işgâl ettiler. Eski “İyonya” hayâliyle “megalo-idea” peşindeki Yunanlılar, “Bizans-Doğu Roma İmparatorluğu”topraklarına sâhib olmak istiyorlardı. Azınlıkların coşkun tezâhürâtı ile BatıAnadolu’ya giren Yunanlılar, Aydın ve Manisa’ya doğru ilerlediler. Ayvalık kasabasında denizden çıkarma harekâtına karşı, Yüzyetmişikinci Alay kumandasında, Yarbay Ali Bey 29 Mayıs 1919 günü düşmana karşı silâhlı harekâta başladı. Îtilâf Devletlerinin desteğindeki Yunanistan işgâline ve azınlık faaliyetlerine karşılık Müslümanlar teşkilâtlandı. Bergama ve Soma’da Albay Kâzım Bey, Aydın ile Nâzilli’deYörük Ali Efe, Demirci Efe ve “Kuvâ-yı Milliyeciler” ile Elliyedinci Tümen Kumandanı ve subayları, Bandırma ve Sâlihli’de Çerkez Edhem’in “Kuvâ-yı Seyyâre” adlı milisleri ilk mukâvemet hattını meydana getirdiler. 1919 Eylülünde Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuâd Paşa, dağınık hâldeki Batı Cephesi milislerini, Elliyedinci ve Altmışbirinci Tümenleri birleştirme faâliyetlerini başlattı. Batı ve yurdun diğer taraflarındaki birlikler ilk önceleri karşı koyma hareketlerine rağmen tek elde toplanıp, “Batı Cephesi Kumandanlığı” doğudaki Onbeşinci Kolordudan gelen asker, silâh ve cephâneyle daha da kuvvetlendirildi. Ali Fuâd Paşadan sonra, Batı Cephesi Kumandanlığına Albay İsmet Bey tâyin edildi.
Birinciİnönü Muhârebesi: Batı Anadolu topraklarımıza saldıran, Îtilaf Devletlerinden sağladıkları son model silâhlarla techiz edilmiş Yunan silâhlı kuvvetlerini karşılamak görevi, Batı Cephesi Kumandanlığına verildi. Kuvâ-yı Seyyâre Kumandanı Çerkez Edhem ve milislerin nizâmî orduya intibaksızlıkları ve Albay İsmet Beye karşı gelmeleri isyân sayılarak tedbir alındı. İsyâncıları bertaraf etmek üzere Batı Cephesindeki kuvvetler, Kütahya ve Gediz istikâmetinde harekete geçti. Yunanlılar bu durumdan istifâde etmek istediler. Asıl kuvvetleriyle 6 Ocak 1921 sabahı saat yedide kuzeyden Aksu-Dimboz-Burçin hattından Eskişehir istikâmetine, az bir kuvvetle de Uşak’tan İslâmköy-Banaz havâlisine doğru ileri harekâta başladılar. Yunan ordusu 16.243 asker, 12.500 tüfek, 270 hafif ile 120 ağır makinalı tüfek ve 72 top mevcutlu olup, “megalo-idea” hayâli ve heyecânı ile Îtilaf Devletlerinin piyonluğunu yapmaktaydı. Türk ordusunun Eskişehir yakınlarındakiİnönü mevzilerinde ise, Yirmidördüncü Tümeni vardı. Yunan harekâtına karşılık İnönü mevkii, Dördüncü ve Onbirinci tümenler ile takviye edildi. Türk ordusunun mevcudu 8500 asker olup, 5500 tüfek, 75 top vardı. Silâhların miktarı ne olursa olsun bütün askerde müşterek gâye, vatanı düşman işgâlinden kurtarmaktı.
6 Ocak 1921 günü kuzeyde, Bursa havâlisinden harekâtı başlatan düşmanın karşısında ilerideki örtme ve emniyet kuvvetleriyle oyalama muhârebeleri yapıldı. 9 Ocak’ta İnönü mevkiine gelen Yunan ordusu ile 10 Ocakta da şiddetli muhârebeler oldu. 10 Ocakta İnönü mevzilerine de giren Yunan kuvvetlerinin taarruzuna karşı Türkler, can siperâne müdâfaa yaptılar. Yunanlıların mevzilere girmesiyle çok kritik bir safhaya gelindi. Bunun halledilmesi için cephedeki birliklerin Beşkardeş Dağı-Zemzemiye-Okulbalı hattına alınması kararlaştırılıp, 10/11 Ocak gecesi tatbikine başlanıldı. 10 Ocak günü yakın muhârebelerde hücum güçleri kırılan düşman, 11 Ocakta eski mevziine çekilmeye başladı. İslâmköy-Banaz hattında ilerleyen Yunan birlikleri ise zâten 7 Ocakta geri çekilmişti. 11 Ocakta öğleye doğru İnönü mevzilerinden de geri çekildiği tesbit edilen Yunan ordusunu tâkib emri veren Batı Cephesi Kumandanlığı, öğleden sonra süvârilere düşmanı tâkip, piyâdelere de mevzileri işgâl emri verdi. İnönü’den Bursa istikâmetine çekilen Yunanlılara karşı kazanılan muhârebe, içte mâneviyâtın yükselmesi yanında, dışta da siyâsî ve askerî gelişmelere sebeb oldu. Türkler bu savaşta 105 şehit, 190 yaralı; Yunanlılar ise 60 ölü 155 yaralı vermişlerdi. Savaş sonunda Londra’da konferans toplanmışsa da, anlaşma sağlanamadı. Bolşevik Rusya ile 16 Mart 1921’de “Moskova Antlaşması” imzâlandı.
İkinci İnönü Muhârebeleri:
İnönü’deki mağlûbiyetten sonra, Bursa ve Uşak bölgesine çekilen Yunan Ordusu, “megalo-idea”yı gerçekleştirmek için üç tertip askeri birden silâh altına aldı ve Anadolu’ya takviye birlikler gönderdi. Batı Cephesi’ndeki Türklerin tekrar toplanıp, güçlenmesine ve Doğu Cephesi’nden yardım almasına fırsat vermeden, Afyon ve Eskişehir ile Kütahya’yı alıp, Ankara’yı zaptetmeyi plânlıyorlardı. 23 Mart 1921 târihinde, Dumlupınar doğusunda ve Kocaeli bölgesinde iki grup hâlinde bulunan Türk kuvvetlerine karşı taarruza geçtiler. Yunanistan dâhil, Îtilaf devletlerinin hazırladığı fakat hukûkî olarak tatbik edilmeyen 10 Ağustos 1920 “Sevr Muâhedesi” zorla kabul ettirilmek isteniyordu. Ateşli silâhları çok üstün Yunan ordusu, 23 Mart 1921’de Bursa ve Uşak bölgelerinde harekâtı başlattılar. Türk birlikleri, daha iyi hazırlanmak ve zaman kazanmak için örtme birlikleriyle oyalama muhârebeleri yaptılar. 26 Mart’ta İnönü mevziinde şiddetlenen muhârebelerde Yunanlılar, 27, 28, 29 Mart günlerinde taarruza geçtiler. 30 Martta daha da şiddetlenen harp, göğüs göğüse mücâdeleler ile devâm etti. 31 Mart sabahı karşı taarruza geçen Türk ordusuna mukâvemet edemediklerinden gece geri çekilmeye başladılar. 1 Nisan günü de devâm eden Yunan geri çekilişinde büyük kayıplar verdirildi. Külliyatlı miktârda askerî malzemeyi muhârebe meydanında bırakıp İnönü mevkiinden çekilen Yunanlılardan, Bozöyük ve Afyon geri alındı. Ayrıca bir hafta sonra 8 Nisan 1921 günü yapılan Aslıhanlar Muhârebesini de Türk ordusu kazandı.
İkinci İnönü Zaferi, kuvvetçe üstün bir düşmana karşı az bir kuvvetle kazanıldı. Bu durum, içte ve dışta Türk ordusunun îtibârının daha da artmasına sebeb oldu. Batı cephesi kumandanı Albay İsmet tuğgeneralliğe yükseltildi.
Eskişehir ve Kütahya Muhârebeleri:
Uşak’tan gelen birlikler ile güçlenen düşman Dumlupınar’da tutundu. Deniz harekâtına da teşebbüs eden Yunanistan, Karadeniz’deki donanmasıyla İnebolu, Samsun ve Trabzon’u topa tutarak, Batı Cephesindeki mağlûbiyetini Pontuscu Rumlara hissettirmeme siyâseti tâkib ediyordu. Ege ve Marmara bölgesindeki işgâl kuvvetleri, İstanbul’dan gelen 3000 Rum izci gönüllü kuvvetleriyle, Türklere karşı korkunç katliamlar yapıp, çocuk, ihtiyar ve kadınlara akıl almaz insanlık dışı fiillerde bulunuyorlardı. Yunanlılar, 13-15 Nisan 1921 Dumlupınar Muhârebesinden sonra Temmuz ayında tekrar taarruza başladı. Döğer-Seyitgâzi istikâmetinde 10 Temmuz’da ileri harekâta geçen Yunanlıların taarruzu hızla gelişti. 13 Temmuzda Altıntaş Savaşını kazanan Yunanlılar, Afyon’u işgâl ettiler. 17 Temmuz Kütahya ve 19 Temmuz Eskişehir Savaşlarını kaybeden batı Cephesi Kumandanlığı, buralardan çekilmek zorunda kaldı. İngiltere’den temin ettiği son model ateşli silâhlar, muhârebe araçlarıyla techiz ve ikmâl edilen üstün sayıdaki Yunanlılar karşısında Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi stratejik şehirler ve mevkiler elden çıkıp, SakaryaIrmağı doğusuna kadar çekilen Batı Cephesi Ordusu, 25 Temmuz 1921’de burada tekrar toplanmaya muvaffak oldu. Haymana ve Polatlı istikâmetinde ilerleyen düşman karşısında panik başlamışsa da, TBMM’nin yerinde aldığı tedbirler ile, sükûnet temin edildi. Erzurum’dan bir tümen askerin daha Batı Cephesine getirilmesi istendi. Yunanlılar büyük hayâllere kapıldılar. Türk ordusunun bu geri çekilişi sonunda, 31 Temmuz 1921’de yanında üç general olduğu hâlde, Eskişehir’e gelen ve kendisini son Bizans İmparatoru Onbirinci Konstantin (1449-1453)in halefi sayan Yunan Kralı Onikinci Konstantin, zafer sarhoşluğu içindeydi. Bu hayâlleri ancak Eylül ayına kadar sürdü.
Afyon, Kütahya ve Eskişehir hâdiselerinden sonra toplanan TBMM, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemâl Paşaya meclis başkanlığına ilâveten başkumandanlık selâhiyeti verdi. Bundan sonra 23 Ağustosta başlayıp 13 Eylül 1921’e kadar devam eden muharebeler sonundaYunan kuvvetleri bozguna uğratıldı. (Bkz. Sakarya Meydan Muhârebesi)
Mondros Mütârekesi ve Sevr Muâhedesi ile yok edilmek istenen devlet ve parçalanıp yıkılmak istenen Türkiye, Sakarya Zaferi ile kendini kurtardı. “Misâk-ı Millî’yi tanımak zorunda kalan Batı Devletleri ile anlaşmalar imzâlanıp, içte ve dışarıdaki büyük siyâsî hâdiseler lehimize döndü. Sovyetler Birliği ile Kars, Fransa ile Ankara Antlaşmaları imzâlandı. Malta sürgünleri kurtarıldı. Başkumandan Mustafa Kemâl Paşaya TBMM, 19 Eylül 1921’de yüz elli üç numaralı kânunla, “Gâzi” ünvânı ve “Müşîr” (mareşal) rütbesini verdi.
Sakarya Meydan Muhârebesinden sonra Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattına çekilen düşman, müdâfaa tertibi almıştı. Zafer kazanıp mâneviyâtı yükselen Türk Ordusu, cephânesi azalıp, çok subay kaybına uğradığı ve muhârebe malzemeleri kâfi miktarda olmadığı için düşmanı bütünüyle Türkiye’den atamadı. Türk ordusunun tekrar toparlanması, erzak, cephâne ve silâh ikmâli için zamâna, aziz ve cefâkar milletin fedâkârlığına ihtiyâcı vardı. Bütün kış devâm eden İngiliz propagandası ve yardımlarıyla Yunanistan’a milyonlar akıp, silâh ve cephânesi de fazlasıyla karşılanıyordu. Anadolu topraklarından Yunanlıların atılamayacağına inanan İngilizler, ilerideki koloniler için İzmir’de “İngiliz-Yunan Bankası”nı kurdurmuşlardı. 1922 ilkbaharında bütün hızı ile devâm eden siyâsî ve askerî faaliyetler, düşmanlara kesin darbeyi indirmek içindi. İstanbul depolarındaki Osmanlı silâh ve cephânesi türlü usûllerle Anadolu’ya ulaştırılıp, Millî Kuvvetlere teslim edilerek Türk ordusu güçlendiriliyordu. Millet varını yoğunu“vatanın harim-i ismetinde”ki düşmanları atmak için Türk ordusuna seferber etti. Afyon-Dumlupınar ve Eskişehir kesimlerinde hendek ve tel örgülerle sağlam bir müdâfaa hattı kuran Yunanlılar, İzmir’de de 30 Temmuz 1922’de “İyonya Hükûmeti”ni kurdular. Osmanlı Sultanı Vahideddîn Han tarafından İstanbul’da; Bakanlar Kurulunca da Ankara’da, İyonya protesto edildi. Batı Cephesindeki Türk ordusunu teftiş eden Mareşal Mustafa Kemâl, taarruz için hazırlıkları yerinde inceledi. 26 Ağustos 1922 günü başlayan muhârebe 30 Ağustos 1922’de Türk ordusunun kesin zaferi ile netîcelendi (Bkz. Başkomutanlık Meydan Muhârebesi). Yunan ordusunun asıl kuvvetleri, Dumlupınar’ın kuzeyinde Aslıhanlar bölgesinde yok edildi. 1 Eylül 1922’de Başkumandan; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi. Yunan başkumandanı general Trikopis ve kurmay heyeti 2 Eylül 1922’de teslim alındı. Tâkip edilen düşmandan binlerce esir ele geçirildi. Uşak, Aydın, Kula, Alaşehir ve Bilecik’ten geri çekilirken Yunanlılar son cinâyetlerini işlediler. Kaçarken şehir, kasaba ve köyleri yakıp-yıkarak, çocuk, ihtiyâr, kadın demeden katliâm yapan Yunanlıları tâkib eden Türk ordusu, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Yunanlıların barbarlığını bütün açıklığı ile görüp, vahşetlere dayanamayan Mehmedçikler, ana ve bacılarının, kardeşlerinin ırz, can ve mal emniyetini bir an önce kurtarmak için, îmânından aldığı güçle yorgunluk, uykusuzluk demeden bir günde yaya 80 kilometre yürüyüp, düşmanı denize döktüler. 10 Eylülde Bursa’ya girilip, Osman Gâzinin türbesi dâhil şehir yanmaktan kurtarıldı. 16 Eylül 1922’de son Yunan kuvvetleri ve onların vahşetine iştirak eden Rum çeteleri, hâmileri Îtilaf Devletlerinin donanmalarıylaÇeşme’den Anadolu’yu terk ettiler. Bu zaferle, Yunan “megalo-idea”sını son bir kez daha tatbik ettirmeyen Türk ordusunun, muhârebe meydanlarındaki askerî faaliyetleri tamamlandı.
Siyâsî faâliyetler:
Teşkilâtlanmaya başlayan Türk milletinin istiklâl mücâdelesi, 30 Ağustos zaferiyle askerî harekât olarak tamamlanınca, hukûkî ve siyâsî alanda devâm etti. Çünkü Türk vatanında hâlâ düşman mevcuttu. Kocaeli (İzmit), İstanbul ve Edirne havâlisi Îtilaf Devletlerinin işgâlindeydi. Türk ordusu karşısında ağır mağlûbiyet, düşmanların iç işlerinde büyük değişikliklere sebeb oldu. İngiltere efkâr-ı umûmiyesi (kamuoyu) ile dominyonları, Türkler ile askerî harekâtın mahzûrunu belirtip, muhârebe etmeyeceklerini bildirdiler. Fransa ve İtalya da aynı durumdaydı. Yunanistan ise büyük iç karışıklıklar içindeydi. Atina sarayını basan bozgun Yunan askerleri ihtilâl mahkemesi kurarak, kralı tahttan indirip, kabineyi düşürdüler.
Îtilaf Devletleriyle 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlayan görüşmeler, 11 Ekim 1922’de tamamlandı. Mudanya Mütârekesi ile:
1) Doğu Trakya on beş gün içinde Yunan ordusunca, otuz gün içinde Yunan memurlarınca boşaltılacaktı. Yunanistan Meriç’in sol kıyısına çekilip, sağ taraf asıl sulh imzâ edilinceye kadar Îtilaf Devletlerince kontrol edilecek ve Îtilaf Devletleri sivil memuriyetleri Türklere devredecekti. Türk Jandarmasının mevcudu sekiz bini geçmeyecekti.
2) Türk kuvvetleri Asya’da Çanakkale Boğazının on beş, İstanbul Boğazının da kırk kilometre gerisinde bulunup, topçu yerleştirmeyeceklerdi. Sulh imzâ edildikten kırk beş gün sonraya kadar, Îtilaf kuvvetlerinin ÇanakkaleBoğazı, Şile-Derince hattı batısı ve İstanbul ile Boğaz’da kalması, kabul edildi. Mudanya mütârekesi ile İstiklâl Harbi fiilen bitti. 30 Kasım 1922 gününe kadar bütün Doğu Trakya’nın düşmandan teslim alınması işlemleri tamamlanarak, Şanlı Türk Bayrağı buralarda tekrar dalgalanmaya başladı.
İstiklâl Harbini siyâsî bakımdan sona erdiren Lozan Antlaşması, 20 Kasım 1922’de Lozan Konferansı ile başladı. Birinci Lozan Konferansı 20 Kasım 1922-4 Şubat 1923; İkincisi de, 23 Nisan-24 Temmuz 1923 târihleri arasında yapıldı. Uzun görüşmeler ve çetin müzâkereler sonunda 24 Temmuz 1923’te imzâlanan Lozan Muâhedesi ile yeni Türkiye devleti milletlerarası plânda resmen tanındı. (Bkz. Lozan Antlaşması)
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.