Kabe - Bilgiler
08/04/2014 18:00
yeryüzünde yapılan ilk mâbed, ibâdet yeri. Müslümanların kıblesi, namazda döndükleri cihet, taraf. Mekke-i mükerreme şehrinde Mescid-i Haram’ın ortasında dört köşeli taştan yapılmış bir odadır. Müminler hac ibâdetini yapmak için dünyânın her tarafından burayı ziyârete gelirler. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kâbe’dir.

Kâbe, görünüşte dünyâdaki evlerden biridir. Hakikatte ise âhirettendir. Kâbe, dünyâ ve âhireti kendinde toplamıştır. Kâbe, Beytullah (Allahü teâlânın evi)tır. Rabbimizin üstün ve fazîletli kıldığı eşsiz yerdir. Kâbe’yi, yeryüzüne Âdem aleyhisselâmın inşâ ettiğini Muhammed el-Ezrâkî, Ahbâru Mekke adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirilmesi sebebiyle çok üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. Onun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defâsında Âdem aleyhisselâm secdedeyken; “Yâ Rabbî! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zâtını tesbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum.” diye arz edince, cenâb-ı Hak buyurdu ki: “Ey Âdem! Senden sâdır olan zelle, meleklerin tesbihini işitmene mânidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup üzerine bir beyt binâ et. Beni takdis ve beytin etrâfını tavâf et. Ey Âdem! O beyti Mekke’de kıldım. Evlâdından her kim beytime gelip, sâdece benim rızâmı isterse, bizzât beni ziyâret eden misâfirim gibidir. Bunları şânıma lâyık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyâçlarını gideririm!”

Âdem aleyhisselâm, Allahü teâlânın bu emri ile Serendip Adasından Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Bir melek kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i mükerremenin bulunduğu yere gelince, Allahü teâlâ ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Ma’mûr’un tam hizâsına gelecek şekilde yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele toprak seviyesine kadar otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Sonra Allahü teâlâ melekler vâsıtasıyla bu temelin üzerine bir beyt indirdi. Bu beyt, Cennet yâkutlarından bir yâkut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri şark (doğu), diğeri garb (batı) olmak üzere iki kapısı vardı. Beytullah’ın içinde ayrıca nûrdan kandiller yakılmıştı. Kandillerin çanakları Cennetin külçe altınlarındandı ve etrâfında yıldız gibi parlayan beyaz yâkutlar diziliydi. Hacer-ül-Esved de bunlardan biriydi. Hacer-ül-Esved’in daha sonra günahkâr kimselerin el sürmesiyle karardığı rivâyet edilmiştir. Böylece Beyt-ül-Ma’mûr’un tam altına gelecek şekilde yeryüzünde de Beytullah, yâni Kâbe-i muazzama inşâ edilmiş oldu.

Bâzı rivâyetlere göre Cennetten gelen bu Beytullah (Kâbe-i muazzama) Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra tekrar göklere kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmın evlatları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir binâ yaptılar. Bu binâ, Nûh aleyhisselâm zamânındaki tûfana kadar zaman zaman tâmir edildi ve tûfanda yıkıldı.

Kâbe’nin tûfandan sonra İbrâhim aleyhisselâma kadar yeri belirsiz olup yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumundaydı. Yeri kesin bilinmemekle berâber, insanlar Kâbe’nin o bölgede olduğunu biliyorlardı. Yeryüzünün çeşitli memleketlerinden zulme uğramış, kederli, sıkıntılı, dertli ve Allahü teâlâya sığınmak isteyen kimseler bu bölgeye gelip duâ ederler, maksatlarının hâsıl olduğunu görünce geri dönerlerdi. İbrâhim aleyhisselâmın, Beytullah’ı yeniden yapmasına kadar, bu bölgeye olan hürmet ve saygı devâm etti.

İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle Kâbe-i muazzamayı yapmak için Mekke’ye gitti. Oğlu İsmâil aleyhisselâmı ve Hacer vâlidemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hazret-i İbrâhim, oğluİsmâil aleyhisselâm ile Zemzem Kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasret giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! Allahü teâlâ, bana kendi zâtı için bir beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin'” buyurdu. İsmâil aleyhisselâm da; “Elbette yardım ederim.” diye cevap verdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Kâbe’yi nerede yapayım'” diye suâl etti. Cenâb-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz.”buyurdu. Bir rivâyete göre Kâbe’nin yerini Cebrâil aleyhisselâm gösterdi. Böylece İbrâhim aleyhisselâm, oğlu İsmâil ile birlikte temel kazmaya başladı. Âdem aleyhisselâm zamânında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kâbe’yi inşâ etmeye başladılar. Cebrâil aleyhisselâmın târifine göreİbrâhim aleyhisselâm, binâyıİsmâil aleyhisselâmın getirdiği taşlarla yapıyordu. Nihâyet Kâbe’nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. İbrâhim aleyhisselâm bu taşa basarak duvarı örmeye devâm etti. Mübârek ayağının izi çıkan bu taşa Makâm-ı İbrâhim dendi. Kâbe’de tavâf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-ı İbrâhim’de kılınır. Binânın yapımında, melekler, taş getirmede İsmâil aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-Esved’e gelince İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâret olsun!” buyurdu. İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Bundan daha iyi bir taş getir.” deyince, Ebû Kubeys Dağından; “Cebrâil aleyhisselâm tûfanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-Esved taşı, Ebû Kubeys Dağından alınıp, Kâbe’deki yerine yerleştirildi.

Baba-oğul, Kâbe’yi yapıp bitirince, Bakara sûresi 127. âyet-i kerîmesinde meâlen bildirildiği gibi; “Yâ Rabbî! Bizden bu hayırlı işi kabûl et! Muhakkak ki sen, duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye niyâzda bulundular.

Kâbe-i muazzama, İbrâhim aleyhisselâmdan sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşâ edilmiştir. Bu inşâların biri de, Resûlullah efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Sevgili Peygamberimiz o zaman otuz beş yaşlarındaydılar. Yağmur ve seller Kâbe’nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Ayrıca çıkan bir yangın hasara sebeb olduğundan binâyı yeniden yapmak lâzımdı. Bunun üzerine Kureyş Kabîlesi, Kâbe’yi, İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp yeniden inşâ etmeye karar verdiler. Lüzûmlu malzeme ve parayı temin etmeye çalıştılar. Fakat toplananlar, ihtiyâca cevâb vermekten uzak olup, Kâbe’yi, İbrâhim aleyhisselâmın oturttuğu temel üzerinden yapacak miktarda değildi. Kendi aralarında istişâre ettiler. Kâbe’nin temelinin bir tarafını kısaltmak, topladıkları malzeme mikdârınca taştan bir binâ yapmak için karar aldılar. Hilâl şeklindeki Hatîm denilen küçük duvar ile, Kâbe arasını boş bırakıp, dört köşe, kuzey duvarını altı arşın bir karış (bir arşın = 68 cm) içerden başladılar. Diğer duvarları, eski temelin üzerine inşâ etmeye devâm ettiler. Bir sıra taş, bir sıra tahta ile duvarlar örülüyordu. İstemedikleri kimseleri içeri sokmamak için, sel sularını bahâne ederek Kâbe kapısını yer seviyesinden bir insan boyu yüksekten başladılar. Kâbe’nin içini, kapının eşiği seviyesine kadar toprakla doldurdular. Hacer-ül-Esved’in konulacağı yere kadar binâyı yükselttiler. Fakat Hacer-ül-Esved’i yerine yerleştirmek husûsunda ihtilâfa düştüler. Her kabîle bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddâroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz.” diyerek meydan okudular. Dört-beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib’in dayısı ve yaşlı bir zât olan Huzeyfe bin Mugîre; “Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın.” diyerek, Kâbe’ye açılan Benî Şeybe Kapısını gösterdi. Oradakiler bu teklifi kabul ettiler ve işin en nâzik ânında bu işi hâlledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihâyet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlâkını son derece takdir ettikleri ve El-Emin, yâni hep kendisine güvenilir dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. Hep birden; “İşte El-Emîn! O’nun hükmüne râzıyız.” dediler. Durum, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-Esved’i örtünün üzerine koyup; “Her kabîleden bir kişi bir ucundan tutsun.” buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabîleler, bu hareketten memnun kaldılar.

Kapı yüksekliğini dört arşın bir karış yaparak binâyı tamamladılar ve tavanının düz yapılmasını tercih ettiler. Üzerine yağacak yağmurların akması için kuzey taraftaki duvara bir tâne de oluk (Altın Oluk) yaptılar. Binâ tamamlandığında ellerinde bir miktar malzeme arttı. Onunla da kuzey tarafta kalan, yapamadıkları temel üzerine yüksekliği az bir duvar yaptılar. Böylece Hatîm denilen hilâl şeklindeki duvar meydana geldi. Bu duvar ile kuzey duvarı arası Kâbe’ye âittir, yâni Kâbe’nin içidir. Onun için tavâf yapılırken Hatîm’in dışından dolaşılır. Hatîm’in içinde namaz kılmak pek kıymetlidir. İsmâil aleyhisselâmın kabr-i şerîfi de Hatîm’dedir.

683 (H. 64) senesinde Hüseyn bin Numeyr es-Sekûnî’nin Mekke kuşatması sırasında Kâbe tamâmen yandı. Bu zamanda Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Hacer-ül-Esved’i gümüş bir bağ ile bağladı.

Abdullah bin Zübeyr Peygamber efendimizin hazret-i Âişe’ye buyurduğu; “Senin kavmin, Beytullah’ın binâsını kısalttılar. Maddî imkânları kâfî gelmedi de Hatîm tarafından birkaç arşın yer bıraktılar. Eğer senin kavminin zamânı küfre yakın olmasaydı, Kâbe’yi yıkar, bıraktıkları kısmı İbrâhim’in (aleyhisselâm) yaptığı ilk temel üzerine inşâ ederdim. Beytullah’a ayrıca, yer seviyesinden iki kapı da yapardım. Biri şark (doğu), diğeri garb (batı) kapısı olurdu. İnsanlar şark kapısından girer, garb kapısından çıkarlardı...” hadîs-i şerîfine uygun olarak Kâbe-i muazzamayı yeniden yaptırmaya başladı. BöyleceKâbe, İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı temel üzerine yapılmış oldu. Kapılar yer seviyesine indirildi. Hacer-ül-Esved’i yerine, Abdullah bin Zübeyr’in oğlu Ubbâd ile Cübeyr bin Şeybe yerleştirdi. Kâbe’ye, Mısır’da dokunan iyi cins bir kumaş ile örtü yapıldı.

Kâbe’nin bu hâli, Halîfe Abdülmelik bin Mervân’ın Mekke vâliliğine tâyin ettiği Haccâc bin Yûsuf zamânına kadar devâm etti. Haccâc, halîfeye mektup yazıp Kâbe’yi eskisi gibi yapmak istediğini bildirdi. Kabul edilince kuzey duvarını yıkıp, Hatîm’i dışarıda bıraktı. Garb kapısını kapattı. Şark kapısını yükseltti. Böylece Kâbe-i muazzama bugünkü hâle geldi.

Bundan sonra Kâbe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tâmîrât ve tezyinâtlar yaptılar. Meselâ 1612 senesinde Sultan Birinci Ahmed Han, seksen bin Osmanlı altını harcayarak tâmirât yaptırmış, bundan on sekiz sene sonra oğlu Dördüncü Murâd Han, pekçok altın sarfederek tâmir ve tezyinâtta bulunmuştur.

Kâbe-i muazzama, Mescid-i Harâm’ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 metre yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8, güney duvarı 7, doğu duvarı 11,9 batı duvarı 12,8 metre uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-Esved taşı vardır. Hacer-ül-Esved’in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Taş, hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kâbe’nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 m yükseklikte olup, eni 1,7, boyu 2,7 metredir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.

Kâbe’nin dört köşesine Rükn denir. Şam’a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat’a karşı olana Rükn-i Irakî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemânî, dördüncü köşeye de Rükn-i Hacer-ül-Esved denir. Rükn-i Irakî hizâsında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minâre merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultanlarından İkinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kâbe’nin dış yüzü ipekten siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.

Zemzem Kuyusu, Mescid-i Harâm içinde, hacer-ül-Esved köşesi karşısında ve köşeden 8 m uzakta bir odada olup, 1.8 m yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Sultan Birinci Abdülhamîd Hanın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.

Dünyâda Mekke-i mükerremede bulunan Kâbe’den başka ikinci bir Kâbe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir.

Kâbe’yi tavâf etmenin fazîleti hakkında sevgili Peygamberimizin pekçok hadîs-i şerîfi vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:

Kim Beytullah’ı tavâf ederse, Allahü teâlâ, bunun her adımına bir sevâb yazıp, bir günâhını siler.

Bu beyt, İslâmın direğidir. Kim bu beyti ziyâret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa, (bu yolda) öldüğü takdirde, Allahü teâlâ onu Cennetine koymayı, sağ kaldığı takdirde ganîmet ve mükâfâtla memleketine döndürmeyi taahhüd eder.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu