Alm. Reim (n), Fr. Rime (f), İng. Rhyme, rime. Mısra sonlarında, iki veya daha çok mısra arasında, değişik mânâda olan kelime ve eklerin heceleri arasındaki ses benzerliği. Arapça olan kelime; tâbi olan şey, her şeyin son tarafı mânâlarını taşımaktadır. Kafiye, mısraların doğuşlarına yardım ettiği gibi, mısralardaki ortak ahengin yürüyüşünde de ayak vazifesi görür.
Türk edebiyatının genel akışı içinde kâfiye dâima önemli bir unsur olmuştur. Son devir serbest nazımcıları onu kullanmamakta ısrar ederek, edebiyattan silmeye çalışmışlarsa da, yine de mısraların kuruluğunu gidermek için kafiyeye sarılmak zorunda kalmışlardır. Nazımla beraber doğan kafiye bir kenara itilecek veya temelli ortadan kaldırılacak bir şey değildir. Divan edebiyatının başından Tanzimat edebiyatının sonuna kadar “göz kafiyesi”; Servet-i Fünûn edebiyatının başından bugüne kadar ise, “kulak kafiyesi” kullanılmıştır. Göz kafiyesi, kafiye teşkil eden kelimelerin yazılışlarının da aynı olmasına denir. Kulak kafiyesi ise, kafiye teşkil eden kelimelerdeki seslerin benzemesi demektir.
İslâmiyetin kabûlüyle Arap alfabesi yazı hayatımıza girince; divan edebiyatı sanatkarlarımız bu alfabenin tesirinde kalarak kafiyeyi harflerin şekillerine bağlamışlardır. Yâni kafiye olan kelimelerden ilki hangi harfle biterse, ötekilerin de aynı cins harfle bitmesi lâzımdır. Meselâ; kafiye olan kelimelerden ilki “kef” denilen harfle bitmişse, ondan sonraki kafiye kelimeleri de kef harfiyle bitmek zorundadır.
Servet-i Fünûncular göz kafiyesi düşüncesini söküp atmaya çabaladılar. Göz kafiyesini müdâfaa eden Muallim Nâci ve taraftârlarıyla Servet-i Fünûncular arasında şiddetli çatışmalar oldu.
Hasan Âsaf ismindeki şâirin şu beytindeki:
Zerre-i nûrundan iken muktebes, Mihr ü mâha etmek işâret abes.
kafiyeli olan Muktebes-abes kelimeleri her ne kadar sesçe benzeşiyorlarsa da, Arap harfleriyle yazılışları birbirine uymuyordu. Muktebes kelimesinin sonundaki harf “se”, abes kelimesinin sonundaki harf de “sin” idi. Göz kafiyesi kâidesine göre kafiyeli olmayan bu kelimeler, kulak kafiyesi kâidesine göre kafiyeli kabul ediliyordu. Aslında seyrek de olsa bu durum divan edebiyâtımızda da görülüyordu. Ancak eski edebiyâtımız göz tarafındaydı.
Halk Edebiyatımızda ise kafiye, bir ses aracı olarak kullanıldı. Daha çok yarım kafiye olmak üzere; redif, zengin kafiye ustalıkla işlendi. Bu durum, edebiyatımızın başlangıcından zamanımıza kadar aynı şekilde sürüp geldi.
Edebiyatımızda yaşayan kafiye şekilleri şunlardır:
a) Redif: Söylenişleri ve mânâları birbirlerinin aynısı olan ek, kelime veya kelime gruplarıdır. Redif, dünyâda yalnız Türk edebiyatında vardır. Önceden redif ve kafiye iyi bilinmezse parçaların ne oldukları ve kafiyeleri ayırmakta güçlük çekilir. Kafiyeler dâimâ redifin ardında bulunur. Redif, Türk halk edebiyatı sanatçıları tarafından çok kullanılmış ve sevilmiştir. Hattâ divan edebiyatında bâzı kasideler rediflere göre adlandırılmışlar ve şöhret kazanmışlardır, bunlardan, döne döne, su, nergis, sözüm redifli kasîdeler meşhurdur.
Redif, birkaç sesten meydana geldiği gibi, aşağıdaki beyitte görüldüğü üzere tek ses de olabilir:
Kurban edip vücudumu ben râh-ı millete Terk eyledim hayatımı fikr-i hamiyyete
Namık Kemal
Redif, kelime hâlinde ise şöyledir:
Vur pençe-i Ali’deki şemşîr aşkına Gülbâng-i âsmânı tutan pîr aşkına
Yahya Kemal
Redif; bir kelime olabileceği gibi, kafiyeye bağlı bir ek ve bir kelimeden de meydana gelebilir:
Oturmuş ak gelin taşın üstüne Taramış zûlfünü kaşın üstüne Bir selâmı geldi başın üstüne
Dadaloğlu
Redif, birden fazla kelimede olabilir:
Gel söyleşelim cümle geçen demleri cânâ, Gayrına ebkem der idin şimdi ne dersin. Gördün mü nedir, âkibet-i cinnet-i nahvet, Evvel kime âdem der idin şimdi ne dersin.
Sâmi
Bâzan da redif bir mısraı kaplar, asıl kafiye mısranın başında tek kelimede kalacak şekilde kullanılabilir. Fakat bu redifi kullanmak edebiyatımızda iyi karşılanmamıştır:
Safâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim, Vefâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim.
Bâzan da redif mısra hattâ iki mısra hâlinde de bulunabilir. Bu tür rediflere nakarat denmektedir. Nakarat rediflere türkülerde çok rastlanır:
Bir bülbülcük konmuş dağlar başına, Sal Allahım sal sılama varayım. Şahin yuva yapar kendi başına, Sal Allahım sal sılama varayım.
Halk edebiyatımızın malı olan redif, divan edebiyatı şâirlerimizce de benimsenmiştir. Hattâ bâzı kasidelerin redifleri kendilerine isim olmuştur. Fuzûlî’nin su redifiyle yazdığı“Sû Kasidesi” gibi:
Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlâre su Kim bu denlû dutuşan odlâre kılmaz çâre su
Fuzûlî
b) Yarım kafiye: Kafiye görevinde bulunan kelimeler arasında tek bir sessiz sesin benzeşmesidir. Harf, sesin yazıdaki şekil hâline denilmesi sebebiyle harf benzeşmesi denilmemektedir. Sessiz sesler yarım kabul edilir:
Salınır tuba dalları Kur’ân okur hem dilleri Cennet bağının gülleri Gezer Allah deyû, deyû
Yunus Emre
Yukarıdaki şiirde, kafiye aranan kelime köklerinde sâdece “l” sesleri benzeşir. Sonraki “l” redife âittir. Kafiye dâimâ kelime kökünde aranır; köke bağlı ekler rediftir.
c) Tam kafiye: Bu tür kafiyede bir sessizle birlikte, bir de sesli benzemekte, yâhut sâdece bir sesli benzemektedir.
Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünyâ, sim ü zer, Bir harâb olmuş gönül tâmîr etmekdir hüner.
Bu beyitte, zer ve hüner kelimeleri birbirleriyle kafiyelidir. Kelimelerdeki uygunluk gösteren sesli ve sessizler “e ile r” sesleridir. Bunlardan öncekilerde uyum yoktur. Bu şekildeki kafiyeler tam kafiyedir.
ç) Zengin kafiye (Mukayyet kafiye): İkiden fazla ses benzerliği yapılan kafiyedir. Bu tür kafiyede en az üç sesin uygun olması şarttır. Uyum sağlayan seslerin, sesli ve sessiz olarak sıralanışlarında bir şarta bağlılık yoktur. Benzeşen sesler üçten fazla olduğu zaman zenginleşme artar:
Varlığın bilmek, ne hâcet kürre-i âlem ile Yeter isbâtına, halk ettiği bir zerre bile
Bu mısraların sonlarındaki “i, l, e” sesleri belli bir ses uyumu meydana getirmek suretiyle zengin bir kafiye olmuştur.
d) Cinaslı kafiye: Aslında kafiye karakteri taşımayan mısra sonlarındaki cinaslı sözlere denir. Cinas; söylenişleri ve ses bakımından birbirlerinin aynı olan, fakat mânâ îtibâriyle ayrılan kelimelere denir. Bu kafiye türü bâzı divan şâirleri tarafından kullanılmış olmasına rağmen daha ziyâde mânilerde önemli bir yer tutar:
Kara gözler, kara gözler Kararmış, kara gözler Gemim deryâda kaldı Yelkenim kara gözler
Bu dörtlükteki “kara gözler” kelime grubundan birinci ve ikinci mısralarda bulunanlar “siyah gözler” mânâsını, dördüncü mısrâda ise “kara”yı; yani “toprak”ı gözlemek mânâlarını taşımaktadır. Bu şekilde düzen alan kelimelere cinaslı kafiye denir.
e) Seci (Kafiyeli nesir): Türk nesrinde cümle veya cümlecik sonlarında rastlanan kafiye çeşitlerine denir. Divan edebiyatındaki ismi seci, halk edebiyatında ise kafiyeli nesirdir.
“Semi’sin, sem’ine âlet yok. Basir’sin, basârına âfet yok. Hâlık’sın ki, mahlûkuna nihâyet yok. Hay’sın ki, hayâtına maraz yok.”
Tazarrûnâme’den (Sinan Paşa)
f) Aliterasyon: Peş peşe gelen mısralar içinde birbirine benzeyen seslerin sık sık ve ahenk sağlayacak güzellikte kullanılmasına denir. Eski şiirlerimizde aliterasyon, “ön kafiye” gibi mısra başlarında bulunur. Mısra ahengine önem veren bütün şâirler aliterasyondan faydalanmışlardır:
a) Çapraz diziliş: En az dört mısra arasında uygulanabilecek bir kafiye dizilişidir. Her mısra, kendinden bir sonraki mısra ile kafiyelenir.
İlâhi nedir bu aşk, yakdı cism ü cânımı' a Bundaki zevk başkadır, duyulur izhar olmaz b Ne tarafa giderim, bırakıp Sultanımı, a Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz! b
b) Sarma diziliş (Sarmal kafiye): Yine ancak dört mısra arasında uygulanabilecek bir kafiye dizilişidir. Bir ve dördüncü mısralar kendi aralarında, iki ve üçüncü mısralar da kendi aralarında kafiyelenir:
Yavuz Sultan Selim Hanın önünde a Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı b Bu yüksek tepeye dikti bu taşı b O Gâzi Hünkârın mutlu gününde. a
c) Yeni mesnevî: Bir beyitte her mısranın kendi aralarında kafiyelenmesi demek olan nazım şekli. Tanzimâttan sonra günümüze kadar da kullanılmıştır:
Ey insan adını taşıyan varlık. a Kendine gel, uyan gafletten artık! a Se’âdet yolun, göremezsen nâdân, b Niye vermiş sana, bu aklı Yezdân' b
Niçin geldin fâni cihana, böyle! c Yalnız yemek, içmek için mi, söyle' c
d) Sone kafiyelenişi: İtalyan edebiyatında çıkmış ve sonra batı edebiyatlarında da kullanılmış kurallı bir nazım şekli olan sone, bize Fransız edebiyatından geçmiş en çok Servet-i Fûnun şiirinde görülmüştür. Sone’de bilhassa mısraların (4+4+3+3) şeklinde kümelenişi önemlidir. Bentler içinde kafiye dizilişi değişik tarz ve şekillerde olabilir. Kafiyeleniş, bir şiirin tamâmında aranmak zorundadır.
TÂRİH
Tuna’yı görmedim fakat tanırım. a Bir ümit önünde koştuğum zaman, b Geçmişi anarak coştuğum zaman, b Kendimi Budin’in beyi sanırım. a
***
Hülyâmda Vistül’e dek uzanırım, c Atım eğilerek içer o sudan d Avucumda gibidir Eflak ve Buğdan, d Erdel, Basarabya, Azak ve Kırım c
***
Târihi ne zaman açıp okusam, e Günlerce bir ateş şakaklarımda, f Günlerce içerim yanar, kor olur. g
***
Bir istek tutuşur dudaklarımda, f Sonra parça parça dağılır tasam, e İçim Sakarya’da teselli bulur. g
e) Terza-rima: İtalya nazmından bütün Avrupa’ya geçmiş bir nazım şekli. Bize Fransız edebiyatından gelmiş, Servet-i Fûnûnda, Fecr-i Âtide ve daha sonra kullanılmıştır. Terza-rima’nın mısra kümelenişi ve kafiye dizilişi aşağıdaki gibidir. Son üçlünün bitiminde bağımsız bir mısra bulunur.
a b a
b c b
c d c
Halk Edebiyatı ve Divan Edebiyatı nazım şekillerinin kafiyelenişi için (Bkz. Nazım Şekilleri).
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.