Osmanlı Devletinde yabancıların statüsünü tesbit eden hukûkî, mâlî, idârî ve dînî özellikteki antlaşmalar. Kapitülasyonlara, kısaca “imtiyâz” veya “imtiyâzât-ı ecnebiyye” de denir.
Osmanlı Devleti târihinde ilk olarak Sultan Birinci Murâd Han zamânında 1365 yılında Dalmaçya kıyılarında fakir bir ülke olan Ragusa Cumhûriyetine beş yüz duka haraç karşılığında ticârî imtiyaz verildi. 1397’de Osmanlı ülkesine gelen Bizans elçi ve konsoloslarına bâzı imtiyazlar verildi. Bu imtiyazlar karşılığında Bizans İmparatorluğundan İstanbul’da bir Türk mahallesi kurma ve bu mahallede oturan Türklerin dâvâlarına bakmak üzere kâdı ile din işlerine bakacak müftî tâyin etme hakkı alındı. Yıldırım Bâyezîd’in oğulları Süleymân Çelebi, Mûsâ Çelebi ve Mehmed Çelebi devirlerinde de yabancılara bâzı imtiyazlar tanındı. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettiğinde, Bizans’ın Venedik ve Ceneviz’e tanıdığı imtiyazları küçük bâzı değişikliklerle kabul etti. 1479’da yine Fâtih tarafındanVenedik’e Kefe veTrabzon’da ticâret yapma hakkı tanındı. Fâtih Sultan Mehmed tarafından Venedik’e verilen bu imtiyazları Yavuz Sultan Selim 1513’te veKânûnî Sultan Süleymân 1521’de yapılan Osmanlı-Venedik ticâret antlaşmalarıyla genişleterek kabul ettiler. Mısır’ın fethinden sonra Fransız, Venedik ve Katalanlara Memlûkler tarafından verilen imtiyazlar, Yavuz Sultan Selim tarafından da tanındı. Osmanlı sultanları verdikleri bu imtiyazlarla fethettikleri ülkelerde ticârî faaliyetlerin canlı kalmasını ve ellerine geçirdikleri önemli transit yolların faal olmasını sağlıyorlardı. Ayrıca, bu asırda Amerika’nın ve Ümitburnu’nun keşfedilmesi sebebiyle İpek yolu ticâreti Osmanlı topraklarından uzaklaşmış, ticâret batıya kaymıştı.
Almanya-İspanya İmparatoru Şarlken’le İran şâhının Osmanlı Devleti aleyhinde birlik kurmak istediklerini tesbit eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, Şarlken’in Avrupa’ya hâkim olma isteğine mâni olmak için, rakibi Fransa’yı siyâsî bakımdan destekledi. Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa, Fransız konsolosu ile 1535’te tasarı şeklinde ticârî bir muâhede hazırladı. Ahidnâmeye göre Fransız tüccarlarının yüzde beş gümrük ile her iki devlete âit gemilerle serbestçe dolaşmaları ve bütün hukûkî muâmelelerde Fransız konsoloslarının kazâ hakları kabul ediliyordu. Bundan başka Fransız tebea hakkında dâvâlarda hüküm verecek kâdıların yanında bir Fransız tercümanı hazır bulunacaktı. Müslüman tebeadan birisine olan borcunu ödemeden kaçan Fransızın yerine başka bir Fransız ve konsolos yakalanmayıp, Fransa kralı aleyhine dâvâ açılacaktı. Her iki taraf için eşitlik ilkesini esas alması sebebiyle, antlaşma pâdişâh tarafından tasdik edilmedi.
Osmanlı pâdişâhlarının, siyâsî ve ticârî menfaatlerine uygun olarak verdikleri imtiyazlar, Avrupa’da Osmanlı idâresi lehinde büyük propaganda yapılmasına, Osmanlı Devletinin büyüklüğünün tanınmasına, dolayısıyla İslâmiyetin yayılmasına yol açtı. Hattâ Avrupa’da reform hareketlerinin önderi olarak kabul edilen Luther’in; “Ey Rabbim! Büyük Türkleri bir an önce başımıza getir de, senin ilâhî adâletinden onlar sâyesinde nasîbimizi alalım.” demesine sebeb oldu.
Kânûnî Sultan Süleymân’ın vefâtından sonra, 1569’da Sultan İkinci Selim Han, Fransa Kralı Dokuzuncu Charles ile 18 maddelik; 1581’de Sultan Üçüncü Murâd Han, ÜçüncüHenri ile 19 maddelik; 1579’da Sultan Üçüncü Mehmed Han, Dördüncü Henri ile 32 maddelik; 1604’te Sultan Birinci Ahmed Han, yine Dördüncü Henri ile 53 maddelik; 1743’te Edirne’de Sultan Dördüncü Mehmed Han, Ondördüncü Louis ile 55 maddelik; 1770’de Sultan Birinci Mahmûd Han; Onbeşinci Louis ile 84 maddelik kapitülasyon antlaşmaları imzâladılar.
Bunlardan başka 1578’de Toskana Krallığına; 1565’te Ceneviz Cumhûriyetine; 1580, 1593, 1603, 1606, 1622, 1624, 1641, 1662, 1675 yıllarında İngiltere’ye; 1598, 1612, 1634, 1668, 1712 yıllarında Hollanda Krallığına; 1617’de Avusturya’ya; 1678’de Polonya’ya; 1700’de Rusya’ya ve 1737’de İsveç Krallığına çeşitli imtiyazlar verildi.
Bu kapitülasyonlar yabancılara; Osmanlı Devletinde yerleşmek, dolaşmak ve ticâret yapmak haklarını tanıyordu. Ancak ticâret husûsunda tam bir serbestliğe sâhip bulunmuyorlardı.
Bundan başka kapitülasyonlara göre yabancıların Osmanlı Devletine getirdikleri, ticâret eşyâsı üzerinden başlangıçta %5, daha sonra %3 gümrük resmi alınmaktaydı.
On sekizinci yüzyılın ilk yarısına kadar verilen kapitülasyon imtiyazlarının bir bölümü antlaşma niteliği taşımaktaydı. Ancak büyük bölümü(%90’ı) pâdişâh fermanları ile tek taraflı verilmiş imtiyazlardı. Bu tip kapitülasyonlar pâdişâh hayatta olduğu müddetçe yürürlükte kalır, istenildiği an kaldırılabilirdi. Bu yüzden her pâdişâh değiştiğinde imtiyazların da yenilenmesi gerekiyordu. Ancak bu yenileme işlemlerinin uzun zaman alması ve Avrupa devletlerinin her defâsında yeni imtiyazlar istemeleri üzerine, 1740’ta Sultan BirinciMahmûd ile Fransa Kralı Onbeşinci Louis arasında dâimî statü ile yeni bir kapitülasyon antlaşması yapıldı. Yeni antlaşma Fransa’ya tanınan ticârî ve hukûkî imtiyazları genişlettiği gibi, kapitülasyon kavramına da yeni bir nitelik kazandırdı ve karşılıklı bağlayıcılığı olan bir ticâret muâhedesi şeklini aldı. Bu devrede verilen imtiyâzların hiçbirisi devletin aleyhine olmamıştı. Zîrâ maksat batıya kayan ticâret yollarını tekrar Osmanlı ülkesine çekmek ve iç pazarı da devlet eliyle korumaktı. Bu durum 1838’e kadar Osmanlı lehine devam etti.
1838’de İngiltere’yle başlayan ve diğer Avrupa devletleriyle devâm eden bir dizi ticârî antlaşma, Osmanlı Devletinin iktisâdî bakımdan batının hâkimiyeti altına girmesine sebeb oldu. Bilhassa İngilizlerin yetiştirmesi olan Mustafa Reşîd Paşa ve arkadaşlarının gayretleriyle imzâlanan 1838 Baltalimanı Antlaşması yabancı ülkelere Osmanlı Devletini sömürmek için kapitülasyonlara ek ticâret imtiyazları sağladı.
1838 ticâret antlaşmalarıyla Osmanlı Devleti bâzı ticâret eşyâsı üzerinde mevcut yed-i vâhid (tekel) usûlünü kaldırmayı taahhüd ederek yabancılara iç ve dış ticâret husûsunda tam bir serbestlik tanıdı. Bununla berâber Osmanlı ülkesinden çıkacak mal üzerinden % 9 iskele ve % 3 çıkış resmi olmak üzere % 12 nisbetinde resim alınmaktaydı.
Mustafa Reşîd Paşanın yetiştirmelerinden; Âlî ve Fuâd paşalar da, 1861’de imzâladıkları yeni ticâret antlaşmalarında, 1838 ticâret muâhedelerinin iç ve dış ticâret serbestliği prensibini öngörmesi yanında, ihrâc edilen mallardan alınmakta olan % 12 iskele ve gümrük resmini yabancı tüccarlar için başlangıçta % 8’e ve sekiz yıl sonra da % 1’e indirdiler. Böylece 1838’de Reşîd Paşa ile başlayan ve 1861’de Âlî ve Fuâd paşalarla devâm eden idâreciler, Osmanlıyı Avrupa’nın mahkûmu yaptılar. Artık yabancı tüccarlar, Osmanlı memleketlerine yayılıp Osmanlı tüccarları gibi iç ticârette iş yapıyorlar, hammaddeyi kolaylıkla Avrupa’ya ihrâc ediyorlar, mâmul getirip satıyorlardı. Kendi memleketlerinde bundan daha kârlı ve imtiyazlı ticâret yapmalarına imkân yoktu. Avrupalı tüccarlara verilen bu imtiyazlara karşılık, Osmanlı tüccarlarının ve esnâfının korunması için en ufak bir tedbir alınmamıştı. Âlî ve Fuâd paşaların ıslâhât lâyihalarında ticârete dâir ciddî tek bir fikir yoktu.(Bkz. Baltalimanı Antlaşmaları)
Osmanlı topraklarından hammadde ihrâcı başlayınca, yerli sanâyi hammadde bulmakta sıkıntıya düştü. Başka bir ifâdeyle Osmanlı sanâyiinin çöküşü hızlandı. Böylece Osmanlı ekonomisi zamanla mevcut gücünü kaybetti ve gelişmelerin gerisinde kaldı. Nihâyet Avrupa’nın gittikçe gelişen ve genişleyen ticârî, iktisâdî ve teknolojik rekâbeti karşısında tutunamayarak 19. yüzyılın ikinci yarısından îtibâren hızlı bir çöküş dönemine girdi. Avrupa devletlerinin desteğine duyulan ihtiyâç, Osmanlı hükûmetlerini onların karşısında meselelerini eşit şartlarda müzâkere etme gücünden mahrûm bıraktı. Yapılan bu ticârî antlaşmalar, başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinin mallarına karşı ilgiyi arttırarak yerli mallara olan talebi azalttı. Bilhassa Osmanlı lirasının değerinin yüksek tutulması, yabancı tüccarı cezbederken, yerli sanâyii hareketsiz bıraktı. Ticâret ve sanâyi geriledi.
1838 antlaşmasıyla ekonomisi felce uğratılan devlet, Rusya ile harbe sokulup, 1854’te İngiliz ve Fransızlarla ilk borç antlaşmalarını imzâlamak mecburiyetinde bırakıldı.
Alınan borçların fâizlerinin ödenememesi ve yeni borçların alımı ile 1870’te borç mikdârı, 792 milyon frangı buldu. Bunu fırsat bilen Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti üzerinde siyâsî ve askerî baskılarını arttırdılar. Bu sırada Abdülazîz Hanın şehâdeti ile tahta geçen Sultan Beşinci Murâd’ın kısa süren saltanatından sonra Sultan İkinci Abdülhamîd Han pâdişâh oldu. Birinci Meşrûtiyeti îlân ederek Kânûn-i Esâsî’yi kabul etti. Bu sırada tanzimâtçıların uyguladığı yanlış ekonomik politikalar ve yabancılara verilen imtiyazlar sebebiyle devletin mâlî durumu iyice kötüye gitti. Avrupa basını, Osmanlı Devletinin mâlî iflâs hâlinde bulunduğunu yazıyordu. Bu sırada Bosna-Hersek isyânı ile Midhat Paşa ve adamlarının tahrik ve teşvikleriyle Osmanlı-Rus Harbi patlak verdi. Devletin içinde bulunduğu mâlî kriz daha da büyüdü.
Yabancı devletlerin baskılarını önlemek ve Osmanlı Devletinin kaybolan îtibârını iâde etmek isteyen Sultan İkinci Abdülhamîd Han, birçok mâlî tedbirler aldı. Düyûn-ı Umûmiye idâresi kuruldu. Alacaklı ülkelerin temsilcilerinden ve Osmanlı memurlarından meydana gelen bu idâre, tütün, tuz ve ipek vergileriyle damga pulu ve balık gelirlerini toplamaya yetkiliydi. (Bkz. Düyûn-ı Umûmiye)
Yapılan bu düzenlemeyle devlet, borçlarının büyük bir kısmından kurtuldu ve yabancı devletlerin iç işlerimize müdâhalesi önlenmiş oldu. Böylece Sultân’ın şahsî kâbiliyeti ve akıllı siyâseti sâyesinde devlet mâlî îtibârını elde etti ve siyâsî istiklâline kavuştu. Alınan bâzı tasarruf tedbirleriyle de borçların önemli bir kısmı ödendi.
Sultan Abdülhamîd Han, yürürlükte olan ekonomik imtiyâzları, devleti idâre siyâsetinde mahâretle kullandı. Yabancı devlet şirketlerine ihâleler yoluyla çeşitli bölgelerde yeni yatırımlar yaptırdı. Bu sırada İngiliz ve Fransız şirketleriyle birlikte Alman firmalarına da imtiyazlar verdi. Bu şekilde yabancı devlet ve firmalar arasında mücâdele başladı. Demiryolu yapımındaki mücâdeleyi Almanya kazandı. Almanya’dan alınan mâlî destekle 1888’de Haydarpaşa-İzmit demiryolu Ankara’ya kadar uzatıldı. 1902’de Ankara-Bağdat demiryolunun yapımı da Almanlara verildi. Alınan yeni tedbirlerle eğitim, bayındırlık ve tarım alanında müsbet gelişmeler oldu. Bütün memlekette ticâret, zirâat ve sanâyi odaları açıldı.
Yabancılara tanınan imtiyazların yer aldığı kapitülasyonlar, Birinci Dünyâ Harbine kadar devâm etti. Sultan Beşinci Mehmed Reşâd Han, 9 Eylül 1914’te kapitülasyonların 1 Ekim târihinden îtibâren yürürlükten kaldırılacağını, bütün yabancı devlet temsilcilerine bildirdi. İmtiyazlardan faydalanan Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası milletlerarası özellikte bir antlaşmanın tek taraflı olarak yürürlükten kaldırılamayacağı görüşünü ileri sürerek Sultan Beşinci Mehmed Reşâd’ın karârını protesto ettiler. Ancak bu arada Osmanlı Devleti savaşa girdi. Birinci Dünyâ Savaşından sonra 30 Ekim 1918’de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile kapitülasyonlar bütün ağırlığı ve şartları ile kendiliğinden geri geldi. 20 Ağustos 1920’de Sultan Vahideddîn Hanın tasdik etmediği Sevr Antlaşmasıyla yabancılara tanınan haklar arttırıldı. Ancak İstiklâl Savaşından sonra 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar kesin olarak kaldırıldı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.