Alm. Karate, Fr. Karaté, İng. Karate. Uzakdoğu ülkelerinde geliştirilmiş ve bütün dünyâda yaygınlaşmış olan umûmiyetle yumruk ve ayak vuruşlarından ibâret bir çeşit savunma, kültürfizik ve yarışma sporu. Çin, Japonya, Kore gibi ülkelerde geliştirilen bu sporun sayısız ekolleri vardır. Herkesce sevilen karate, genç ihtiyar demeden kadın ve çocuklar tarafından da tatbik edilmektedir.
M.Ö. 2000-3000 yıllarında budist râhipleri tarafından geliştirilmiştir. O târihlerde Budist tapınakları halkın adak ve hediyeler bırakması sebebiyle çok zengindi ve bu zenginlik de soygunculara hedef teşkil etmekteydi.
Budist inançlarına göre silâh kullanmak ve hele canlı hayâtına son vermek kesinlikle yasaktı. Bu sebeple râhipler soygunculardan kendilerini koruyabilmek için karateyi geliştirdiler ve her gün manastır avlularında dînî âyin havasında çalışmalarını sürdürdüler. Günümüzde ise karate sportif gâyeli olduğundan bir takım kurallarla sınırlandırılmıştır.
Karate bir kişinin silâhsız olarak vücûdunun tabiî organları ile kendisini müdâfaa etmesidir. Kesinlikle saldırı değil, savunma aracıdır. Savunma, spor ve vücut hâkimiyeti ile birlikte karakterin olgunlaştırılmasıdır.
Karate bir sanattır ve en büyük gâyesi galibiyet değildir; gerçek bir karate insanın ahlâk ve karakterini olgunlaştırmayı hedef edinmiştir.
Aşağı yukarı 1600 yıllarında Çin ve Japonya ile dâima iyi münâsebette bulunmuş olan Okinawa Adasında “Okinawa-te” isminde bir dövüş sanatı doğar. Bu sanat, Çin askerleri ile gelmiş olan Kendo ve adadaki yerlilerin geliştirmiş olduğu bir dövüş sanatının birleşiminden ibârettir. Bir süre sonra politik sebepler yüzünden Okinawa yerlilerinin silâh bulundurmaları yasaklanınca “Okinawa-te” hızlı bir gelişme gösterir. Son yüzyıllara kadar bu sanat gizli kalır. Eski “Okinawa-te” üzerine ne bir kitap ne de târihî bir belge bulunmaktadır.
Okinawa-te’den bugünkü karateyi kuran kişi Gichin Funakoshi’dir. Kendisi bir Okinawalıdır. Japonya’da eski dövüş sanatlarında büyük bir rönesans gerçekleştirdiğinde; yâni Jui-jitsu, Judo’ya, Japon eskriminin Kendo’ya dönüştüğünde, Funakoshi, Japonya’da bulunmaktaydı. Meydana çıkarmak istediği dövüş sanatında yaptığı hamlelerde (1917 ve 1922) büyük başarı kazandı. Bu başarısından dolayı bu sanatı Japonya’da öğretebilmesi için kendisine izin verildi. Bunun üzerine ülkeyi baştan aşağı dolaşıp kendi sanatı hakkında dersler ve seminerler verdi. Bu zaman zarfında birçok üniversite, karate grupları kurma çalışmalarındaFunakoshi’nin yardımını istemişlerdir. 1900 yıllarında Okinawa-te yerine bu dövüş sanatına “karate” denilmiştir. Burada “kara” Çin anlamındadır. Yâni tam tercümesi “Çin-eli” şeklinde olmaktadır.
Funakoshi, Japonya’da karateyi ilmî şekilde teşkilâtlandırıyordu. Böylece karateyi tehlikesiz bir spor hâline sokarak karate şampiyonaları düzenleme imkânı doğmuştu. Funakoshi, karateyi geliştirirken Judo ve Kendo’dan bir sürü teknik almış ve böylece bugünkü modern Japon karatesinin ilk temelleri atılmıştır. Funakoshi, sanatının ismini sonradan “Çin-eli”nden “Boş-el”e çevirdi. Yazılış değişse de okunuş yine aynıdır. Yâni Çin veya boş (veya silâhsız) kelimelerinin Japonca okunuşları yine “kara”dır.
Karate Japonya’da büyük bir hızla gelişirken, Okinawa ve Çin’den başka karate hocaları Japonya’ya geldi. Bu sırada Japonya’da başka karate sistemleri de doğdu. Bunlar teknik açıdan birbirlerinden farklı ise de, öz ve esasta aynıdırlar. En tanınmışları şunlardır. Wado-Ryu, Goju-Ryu ve Shito-Ryu (Ryu, okul demektir). Gichin Funakoshi’nin kurduğu karatenin ismi Shotokan’dır. Bu stil en tanınmışı ve en çok yayılıp benimsenmiş olanıdır. Shito-Ryu, 1930’da Kenwa Mabuni tarafından kurulmuştur. Birkaç sene sonra Chojun Miyagi, Goju-Ryu karatesini kurdu. Goju-Ryu’nun bugünkü yöneticisi Gogen Yamaguchi’dir. Lâkabı ise kedidir.
1935’te Funakoshi’nin talebesi olan Hironori Otsuka, Wado-Ryu’yu kurdu. Wado’nun mânâsı “barışa giden yol” demektir. Teknik bakımdan Wado-Ryu karatesi ile Shotokan stili arasında pek fark yoktur. Karatenin esası sayılan Kung-fu Çin’de, Taek-wan-do ise Kore’de geliştirildi.
Karate ve çeşitleri yalınayak ve özel üniformalı olarak çalışılır. Bele, dereceye göre çeşitli renklerde “kemer” bağlanır. Kung-fu stillerinde Çin halkının günlük olarak giydiği elbiselerle ve kapalı terliklerle (iskarpinlerle) çalışılır.
Karatede açık el, yumruk, ayak ve diz darbeleri görüldüğü gibi bu hareketler (blok) olarak da kullanılmaktadır. Bâzı karateciler yumruk hattâ parmak ucu ve ayak vuruşlarını sert satıhlara tatbik ederek darbe noktalarını sertleştirmektedirler. Önceleri kanayan temas noktaları daha sonra nasırlaşarak sertleşir. Fakat hekimler böylesi bir çalışmanın sıhhat yönünden geriye dönüşü olmayan menfî tesirler bırakacağını bildirmiştir.
“Öldürücü vuruşların” ve isimleri efsâneye karışmış bâzı karatecilerin olağanüstü güce sâhib oldukları söylenmektedir. Bu güçler arasında, meselâ, küçük kuşların bir haykırış (kader bağırışı) ile öldürülmesi, vücudun belirli hassas ve gizli noktalarına hafifçe temas etmek suretiyle ölüme sebebiyet verme (ölüm dokunuşu) ve çıplak el darbesi ile düşmanın vücûdunu bölerek hâlen çarpmakta olan yüreği sökme de yer almaktadır. Ancak bütün bu olağanüstü gibi gözüken olayları belgeleyici ve inandırıcı vesikalar bulunamamıştır.
Yumuşak ve sert stiller: Karatede yumuşak stili benimsemiş olan bir ekol, sürat ve inceliğe önem verirken; sert stili benimsemiş olanlar vuruş gücünün arttırılmasını ön planda tutmaktadırlar. Birincisinde, meselâ süratli bir vuruşun meydana çıkardığı rüzgâr ile muma dokunmadan ateşinin söndürülmesi antrenmanı yer alırken, ikincisinde meselâ bir tuğlanın kırılması hüner olarak görülmektedir.
Katalar (Dövüş şekilleri): Tek veya birçok hasıma karşı “hayâlî” bir savunmada, öğrenilen bütün tekniklerin bir plan dâhilinde gösterilmesine kata denilmektedir.
Müsâbakalar: Karate müsâbakalarında umumiyetle darbeler hedefe 1 cm kadar bir mesâfede durdurulur. Böylece bir veya birkaç sayı toplanır. Başlıca hedefler arasında baş, gözler, yüz, göğüs, karaciğer ve kasıklar bulunmaktadır. Zamanımızda batılı ülkelerde ortaya atılan “full contact” karate müsâbakalarında, ayak ve kasıklarda koruyucu eldiven, tozluk ve süngerler bulunmaktadır.
Kemerler: Başlangıçta her kareteciye beyaz renk kemer verilir. Zamanla antrenman ve müsâbakalarda tecrübe kazanan karateciler belirli imtihanlara tâbi tutularak kemer atlarlar. Böylece kemerlerin rengi veya işâretleri değişir. Karatede en üst seviye, hocalık derecesi olan siyah kuşaktır. Bundan sonra “dan” denilen yükselmelere geçilir.
Japon Karate Cemiyeti 1948’de kurulmuştur. Birleşik Amerika’da 1965’te kurulan “Birleşik Karate Federasyonu” yalnız Amerika’da bulunan karate okullarını tanımaktadır.
Karate-do 1960 yılından sonra dünyâya penceresini açmıştır. Fakat bugün en çok sporcusu bulunan sevilen bir spor haline gelmiştir.
Türkiye’de karate: İnsanlık târihi kadar eski olan mücâdele sporları her milletin özünde vardır. Milletler bunları kendi dillerine göre adlandırmışlar ve kendi kültürleri içinde yaymaya çalışmışlardır.
Biz de târihimize baktığımız zaman, usûllü vuruş denilen boks veya karateye benzer bir sporun, Göktürklerde bugünkü pankreasa benzer vurdulu kırdılı güreşlerin olduğunu; Osmanlılar devrinde askerlerin, mermerlere vuruşlar yaparak uzuvlarını sertleştirdiklerini ve bir Osmanlı tokadı ile hasımlarını yere serdiklerini, hattâ bugün köylerimizin pek çoğunda gençlerin tekme oyunu diye karşılıklı geçip birbirlerini tekmeledikleri görülmektedir. Ama kimse bunlarıJaponlar gibi sistematize edip, prensip ve usûller dâhilinde dünyâya tanıtmamışlardır.
1962’de, yurdumuza judonun girmesi ile berâber, karate de aynı kültürün ürünü olarak geçiş yaptı.
Modern Türk judosunun önderlerinden ve ilk ustalarından olan İbrahim Öztek, Namık Ekin, Ahmet Ökten ve Natık Canca çalışmalarında karateye de yer verdiler. Judonun tanıtılması ve yayılması için çeşitli gösterilerde korunma teknikleri (Kime-Waza) şeklinde teknik ve vuruşlar yaparak, karateyi de tanıtmaya başladılar. 1969’da Türk Judo Federasyonu Teknik Direktörü Michael Novowitch, antrenör kurslarında Karate-do, Aiko-do ve Ken-do dersleri de verdi.
İlk çalışmalarına Hakkı Koşar’ın yanında başlayan Ahmet Doğaner, Ferhat Özsert, Atilla Çeliktürk, Hakan Alpay, Ali Koca ve Kempo sistemini yurdumuza getiren Enver Hancı gibi değerli hocalar büyük bir gayretle çalışarak kısa bir zamanda binlerce sporcu yetiştirerek bu spora en büyük hizmeti vermişlerdir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.