Çin, Hindistan, İran ve Anadolu’da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid evliyâ. İsmi, İbrâhim bin Şehriyâr’dır. Ebû İshâk künyesidir. Annesinin adı Bâneveyh binti Mehdî’dir. 963 (H.352) yılının Ramazan ayında Şirâz civârındaki Kâzerûn kasabasında doğdu. Dünyâya geldiği gece, doğduğu evde göğe doğru yükselen sütun gibi bir nûr görüldü. Göklere uzanan bu nûrun ışık saçan bir takım dalları vardı. Annesi süt verdi emmedi. Zîrâ Ramazân-ı şerîf ayı idi.
Kâzerûnî, küçük yaşta ilim tahsiline başladı ve zamânının büyük âlimlerinden Ebû Ali bin Hüseyn Fîrûzâbâdî el-Akkar, Ebü’l-Hasan Ali bin Cehdim Hemedânî ve başkalarından okudu. Hadîs âlimlerinden bir çoğu ile görüştü. Şîrâz, Basra, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Ebû Abdullah Hafîf’in sohbetlerinde bulunup, tasavvuf yolunda ilerledi.
Kâzerûnî hazretleri, din ve fen ilimlerinde çok yüksek derecelere ulaştı ve zamânının bir tânesi oldu. Harâm ve şüphelilerden kaçmada eşsiz, ince din bilgilerini çözmekte ve büyük âlimlerin eserlerini anlayıp îzâh etmekte emsalsiz; nefsin istediklerini yapmamada ve istemediklerini yapmada çok üstündü. Şefkat ve merhamet deryâsı, güzel ahlâk ve keremde (cömertlikte) son derece olgundu. Zamânın hükümdârları onu çok sever ve sayarlardı. Sultân-ül-Evliyâ ve Kutb-ül-Aktâb ünvânı ile tanındı. Kendisine hakâret edenlere, inkârcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı söz, güler yüz gösterir, onlara hayır duâ ederdi. Güneş gibi ışıklarını iyi-kötü herkese yaydı. İyilik ve ihsânlarını kimseden esirgemezdi. Zayıf, güçsüz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, görüp gözetirdi. Ebû İshâk Kâzerûnî her hâliyle örnek bir Müslümandı. Derdi, üzüntüsü olan onu görünce neşeyle dolar, gam ve kederi silinir, zâlim zulmünü terk ederdi. Günahkârların pekçoğu onu bir defâ görmekle tövbe-i nâsûh ederlerdi. Gâyet sâde giyinir, halk içinde hep Hak teâlâ ile olurdu.
Ebû İshâk Kâzerûnî, Kâzerûn’da dîn-i İslâma hizmet yolunda ve Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında pekçok gayret sarf etti. O devirde Kâzerûn ve civârı, putperest ve ateşperest sapık müşriklerle doluydu. Müslümanlar azınlıktaydı. Onun irşâd faâliyetleri netîcesinde Kâzerûn ve etrâfı memleketlerde îmân nûru parlayıp Müslümanlar çoğaldı. Her tarafta birçok vakıf müesseseleri yapıldı. Kâzerûnî’nin sohbetinde yetişen talebeleri, İslâm dîninin güzel ahlâkını yaymak için seferber oldular. Cihâd niyetiyle civâr beldelere dağıldılar. Kâzerûnî talebelerinden ve sevdiklerinden bir ordu hazırladı. Kendisi de gazâlara bizzât katılıp, i’lây-ı kelîmetullah (Allahü teâlânın dîninin yayılması) yolunda, insanları küfür karanlıkları ve ebedî Cehennem azâbından kurtarmak için, ilim ve kılıç ile cihâd etti. Az zaman sonra hidâyet nûruna kavuşanlar çoğaldı. Binlerce putperest, grup grup Kâzerûnî’nin huzûrunda îmân etti. Cumâ günleri toplanan orduya vaaz ve nasîhatlerde bulunurdu. Onlara cihâd ve gazânın fazîletini anlatıp cihâda teşvik ederdi. Mücâhidler, bu vaazları sâyesinde aşka gelip, ihlâs ile kâfirler üzerine yürüyüp zaferler kazandılar. Maddî manevî çok ganîmetlere kavuştular. Kâzerûnî, her yıl mücâhidleri bizzât teftiş ederek onların silâhlandırılması, giyim-kuşamı ile yakından meşgûl olurdu. Bu ordusunda ilk defa mevkef çaldırdı. Ordusu sefere gittiğinde kendisi mânevî başkumandan olarak onlara devamlı duâ ederdi.
Ebû İshâk Kâzerûnî’nin tâlim ve terbiyesinde yetişip cihâd için her tarafa dağılan mücâhidler, gittikleri yerlerde, dergâhlar ve ilim yuvaları inşâ ettiler. Bu faaliyet ve gayret; Kâzerûniyye veya Mürşidiyye yolu diye meşhur oldu. Bilhassa Anadolu’nun fethedilmesinde, bir Müslüman diyârı haline gelmesinde önemli rolleri oldu. Ebû İshâk Kâzerûnî ve talebeleri bilhassa vakfiyelerin inşâ ve inkişâfında (yapılıp yayılmasında) rehber oldular.
Kâzerûnî 1034(H.426) senesinde Kâzerûn’da vefât etti ve orada defnedildi.
“Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldıysam ona hürmetkâr olup, itâat ediniz. Kur’ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve yasaklarını gözetiniz. Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle muhabbetli olunuz. Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz. O zaman birbirinizden uzak düşer parçalanırsınız.”
“Şu üç grup insan aslâ iflâh olmaz, kurtuluşa ulaşıp seâdete kavuşamaz: Allahü teâlânın kendisine bahşettiği nîmetleri onun lâyık kullarından esirgeyip cimrilik yapanlar. Hak teâlâya ibâdet edip de sonra bundan şikâyet edenler. Bunlar; “Eğer benim ibâdetimin Hak teâlâ indinde değeri olsaydı ve kabul görseydi, ben de bu dünyâda berhüdâr olur, murâdıma ererdim.” diye düşünüp üzülenler ve bu yüzden mahrum kalanlardır. Üçüncüsü ise, tembellik ve gevşeklikleri yüzünden ibâdet, hizmet ve tâatten zevk alamazlar, bu sebeble bunları tam yapamaz, yerine getiremezler.”
Ebû İshâk Kâzerûnî şöyle duâ ederdi: “Allah’ım! Bu toprakları zikrinle, velî ve sâlih kullarınla kıyâmete kadar mâmûr kıl, rızkımızı helâlden ve ummadığımız yerden günlük olarak ver.
“Allah’ım! Peygamberin Muhammed aleyhisselâm hürmetine bizleri senin uğrunda birbirini seven, sayan ve ziyâret eden kullarından eyle!”
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.