Alm. Auferstehung, Fr. Jugement dernier, tin de monde, İng. Doomsday, day of r-surrection. Bütün canlıların öleceği, dünyânın ömrünün bitip, harab olacağı gün; dünyânın sonu, kıyâmet kopması. Ölülerin tekrar diriltileceği, hayat bulacağı güne de kıyâmet veya kıyâmet günü denir. Kıyâmet, bu dünyâ hayâtından sonra gelecek olan âhiret hayâtının başlangıcıdır. Âhirete inanmak ise îmânın (Müslüman olmanın) şartlarından biridir.
Kıyâmet mutlaka kopacaktır. Ne zaman olacağını ancak Allahü teâlâ bilir. Kur’ân-ı kerîm’de A’râf sûresi 187. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Habîbim! Sana kıyâmet ne zaman kopar, diye sorarlar. De ki: Onu ancak Rabbim bilir. Onu kimse bilemez. Vakti gelince onu ancak Alahü teâlâ meydana çıkarır. O size ansızın gelir.”
Fakat kıyâmetin alâmetleri bildirilmiştir. Bu alâmetler iki kısımdır. Biri küçük alâmetler olup, sayıları pekçoktur. Bunların birçokları görülmüş ve meydana çıkmaya devam etmektedir. Peygamber efendimiz tarafından 1400 sene evvel bildirilen kıyâmetin küçük alâmetlerinin bugün aynen vukû bulması ise, Peygamber efendimizin en büyük mûcizelerinden biridir. Bir kısmı da büyük alâmetlerdir. Bunların sayısı bildirilmiştir. Bu alâmetler çıkmadıkça kıyâmet kopmaz.
Küçük alâmetler: Hadîs-i şerîflerle bildirilmiştir. Bu alâmetlerden bâzıları şunlardır:
İnsanlardan ilim kalkıp, câhillik çok olur. Câhiller başa geçip, câhillikleri ile insanlara hükmeder. İnsanlardan emânet kalkar, yâni emin kişi bulunmaz ve aşağı insanlar yüksek tutulur. Âlimler zulüm ve fısk (günah) işler, ibâdet edenlerin çoğu da din bilgilerinden habersiz olup âdet üzere ibâdet ederler. Zararından kurtulmak için, insanlara ikram olunur. Erkek karısına uyup, anasına muhâlefet ve isyan eder. Aşağı kimseler, meclislerde, toplantılarda söz ve nutuk söyler. En aşağı kimseler dünyâda başa geçip, insanlar arasında mûteber olur. Oyun ve çalgı âletleri çok kullanılır. Sonra gelenler, önce gelmiş olanlara bilgisiz ve ahmak der. Erkek ile kadınlar arasında harama, günaha vâsıta olanlar çok olur. Filan kimse pek akıllı ve nâzik kişidir, dediklerinde, kalbinde zerre kadar îmân bulunmaz. Adam öldürmek ve fitne çok olur. Bid’atler çıkıp, sünnetler terk olunur. Deccal vekilleri çıkıp, insanları doğru yoldan çıkarır. Her köşede zâlim ve cebbarlar görünüp, zorla insanların mallarını elinden alır. İnsanlarda, birbirine karşı sevgi kalmaz. Doğru söyleyene insanlar kızıp, onu başlarından kovmaya, işinden ayırmaya çalışır. Gençler, günahlara dalıp, kadınlar işi azıtarak baştan çıkar. Hadîs-i şerîfte; “Gençleriniz fâsık olunca, sizin hâliniz ne olur'” ve “Kadınlarınız taşkınlık edip, İslâmiyetin hudûdunu aşınca hâliniz ne olur'” buyruldu. İslâmiyete uygun işler ayıp sayılıp, terk olunur. Tuğyan, taşkınlık yapılıp, yeme, içme ve giyinmede isrâf edilir. İslâm dîninin izin vermediği şekilde hareket edilir. Kadınlar kocasına karşı gelir ve dediğini yapmaz. İslâmın ismi, Kur’ân-ı kerîmin resmi kalır. Yâni emirlerine uyulmaz. Nitekim hadîs-i şerîfte; “Yakında insanlar üzerine bir zaman gelir ki, İslâmın ancak ismi, Kur’ân-ı kerîmin ancak resmi kalır. Mescitleri (câmileri) görünüşte mâmur, lâkin hidâyet ve irşâd yönünden haraptır.” buyruldu.
Büyük alâmetler: Eshâb-ı kirâmdan bir cemâatin, kıyâmetten konuştuğu bir sırada Peygamber efendimiz buyurdu ki: “On büyük alâmet görülmeyince, kıyâmet kopmaz.” ve “Duman, Deccâl, Dâbbetülerd, güneşin batıdan doğması, Îsâ’nın (aleyhisselâm) gökten inmesi, Ye’cüc ve Me’cücün çıkması, doğuda-batıda ve Arabistan’da çökme olacak, bunlardan sonra Yemen’den bir ateş çıkıp halkı bir araya getirecektir.” Diğer sahih hadislerde hazret-i Mehdî’nin geleceği de bildirilmektedir. Bir hadîs-i şerîfte; “Kıyâmet kopmadan önce, Allahü teâlâ benim evlâdımdan birisini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur ve dünyâyı adâletle doldurur. Ondan önce dünyâ zulümle doluyken, onun zamanında adâlet ile dolar.” buyruldu. Bu alâmetlerden biri ortaya çıkınca, diğerleri birbiri ardından ortaya çıkar.
Duman: Büyük bir duman her tarafı kaplayacaktır. Dumandan sorulunca sevgili Peygamberimiz; “Semânın (gökyüzünün) apaçık duman getirdiği günü bekle ki, müşriklerin hâlini göresin.” meâlindeki Duhân sûresinin 10. âyet-i kerîmesini okudu. Sonra buyurdu ki: “Doğu ile batı arası dumanla dolar. Kırk gün, kırk gece kalır. Mü’minler nezle gibi küçük bir hastalığa tutulur. Kâfirler, sarhoşlar gibi olup, burunlarından, kulaklarından ve arkalarından duman çıkar.”
Deccâl: Deccâl hakkında pekçok hadîs-i şerîf vardır. Buyruldu ki: “Geçmiş peygamberler şaşı, kör ve yalancı olan Deccâl’in, büyük fitne ve musîbet olduğunu haber verip, ümmetlerini, onun şerrinden, zararından korkuttular.” Zîrâ Âdem aleyhisselâmdan kıyâmete kadar, onun gibi büyük musîbet, korkunç düşman dünyâya gelmemiştir. Âhir zamında, kıyâmete yakın meydana çıkıp, çok memleketleri istilâ eder. İnsanlara ilâh olduğunu söyleyerek, onları aldatır. Dünyâda kırk gün kalır. Onu, Îsâ aleyhisselâm öldürür. (Bkz. Deccâl)
Dâbbet-ül-Erd: Kıyâmete yakın çıkacak olan büyük bir hayvandır. Mekke-i mükerremede Safâ Tepesi altından çıkar. Onda her hayvanın rengi ve benzerliği bulunur. O kadar kuvvetlidir ki, kime kavuşmak istese yetişir. Onu öldürmek isteyen, başaramaz. Allahü teâlâ, Neml sûresi 82. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Kıyâmet yaklaştığı zaman, onlar için yerden dâbbe (hayvan) çıkarırız.” buyurdu.
Güneşin batıdan doğuşu: Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Güneş batıdan doğmayınca, kıyâmet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, bütün insanlar Yahûdîler, Hıristiyanlar îmân ederler.” Fakat fayda vermez. Bir Cumâ gecesi, her zamanki gibi güneş batar. Üç gün doğmaz. Sonra âdet dışı olarak batıdan doğar.
Îsâ aleyhisselâmın gökten inmesi: Îsâ aleyhisselâm ölmemiştir, göktedir. Kıyâmete yakın, gökten inip, Deccâl’ı öldürür. Hazret-i Mehdî de onun yanında olacaktır. Hadîs-i şerîfte; “Îsâ aleyhisselâm yeryüzüne iner. Evlenir ve bir oğlu dünyaya gelir. Kırk beş yıl yaşar. Sonra vefât eder ve benim kabrimde defnolunur. Ve ben Ebû Bekr ile Ömer arasında Îsâ (aleyhisselâm) ile beraber bir kabirden kalkarım.” buyruldu. (Bkz. Îsâ Aleyhisselâm)
Ye’cüc ve Me’cüc: Allahü teâlâ Enbiyâ sûresi 96. âyetinde meâlen; “Ye’cüc ve Me’cüc, seddi yıkıp her yüksek yerden süratle çıkarlar.” buyuruyor. Ye’cüc ve Me’cüc denilen kimseler, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes’in soyundandır. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır. Herbirinin bin çocuğu olur. Arkasında kaldıkları seddi hergün oyarlar. Kâfirdirler. Sed arkasından çıkınca insanlara saldırırlar. İnsanlar, şehirlere, binâlara saklanırlar. Hayvanları yiyip bitirirler. Nehirleri içip kuruturlar. Îsâ aleyhisselâm ile eshâbı duâ ederler. Boyunlarında yara hâsıl olup, bir gecede hepsi ölür. Hayvanlar bunları yiyerek çoğalırlar. Pis kokularından dünyâ yaşanmayacak bir hâl alır.
Ye’cüc ve Me’cüc’ün çok eski zamanda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak iki kötü millet olduğu, Kur’ân-ı kerîmde haber verilmiştir. Arkeolojik araştırmalar, yer altında kalmış şehirleri, dağ tepelerindeki deniz fosillerini bulduğuna göre, o duvarın bugün meydanda bulunması ve insanların çok sayıda olmaları lâzım gelmez. Nitekim, bugünkü milyarlarca insan, nasıl iki kişiden meydana geldiyse, o iki milletin de, bugün nerede oldukları bilinmeyen birkaç kişiden üreyerek yeryüzünü kaplayacakları düşünülebilir. (Bkz. Ye’cüc ve Me’cüc)
Üç yerin batması: Hadîs-i şerîfte; “Kıyâmetten önce biri doğuda, biri batıda ve biri de Arabistan’da olmak üzere üç yer batması olur.” buyruldu. Üç gece, ardarda ay tutulur.
Hicaz’dan ateşin çıkması: Resûlulah efendimiz buyurdular ki: “Kıyâmetten önce, Hicaz diyârından bir ateş çıkar. Basra’da bulunan develerin boyunlarını aydınlatır.” Yâni etrafa ışık saçar. Diğer bir hadîs-i şerîfte; “Ateş zuhûr eder. İnsanları bir araya toplar. İnsanlar saf saf olup kaçarlar. Bir deve üstünde iki, üç, dört, beş kişi binip uzaklaşırlar. Kalanların hepsini kuşatır. Onları bir araya toplar. Onların arkalarından gider. Sabah akşam onlardan ayrılmaz.” buyruldu. Bu ateş, bütün alâmetlerin sonudur.
Hazret-i Mehdî: İsmi Muhammed, babasının ismi Abdullah’tır. Hazret-i Fâtımâ evlâdından âdil bir devlet reîsi ve zamanın halîfesi olup, mutlak müctehid derecesine yükselmiş ve velî olan mübârek bir zattır. Allahü teâlâ, dilediği zaman yaratıp insanlara gönderir, İslâm dînine yardım için gönderilir. Bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mü’min, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleymân (aleyhisselâm) idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evlâdımdan biri, yâni Mehdî de mâlik olacaktır.” (Bkz. Mehdî)
Alâmetlerin hepsinin tamam olmasından sonra misk ve anber kokusu gibi ferahlatıcı serin rüzgarlar esip, bütün müminler vefât eder. Dünyâda Allah diyen kimse kalmaz. Kur’ân-ı kerîmin bütün hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın hepsi cehâlette kalır. Yeryüzünde yalnız kâfirler kalıp, hayvanlar gibi türlü fesat, zulüm ve çok azgınlık yaparlar. Bütün cihân küfür, sapıklık ve fesat ile dolar. İşte bu hâlde sûra üflenip, onların başına ansızın kıyâmet kopar. Hadîs-i şerîfte; “Kıyâmet insanların kötüleri ve kâfirler üzerine kopar.” buyruldu. Cennete ve Cehenneme gideceklerin adedi tamam olunca kıyâmet kopar.
Sûrun üflenmesi: Sûr, büyük bir boynuz şeklinde olup, vakti gelince, Allahü teâlâ, İsrâfil adındaki meleğe emreder. Bir hadîs-i şerîfte; “İsrâfil (aleyhisselâm) sûru, ağzında lokma gibi tutup, kulağını açıp Allahü teâlâdan, üflemek için izin bekler durur. Ben nasıl rahat olurum.” buyruldu.
Sûra birinci defâ üfürüldüğünde, çıkan sesin heybetinden yedi kat göklerde olan melekler ve yedi kat yerde olan mahlûkların hepsi, kıyâmet koptu sanarak yüzlerinin üstüne düşüp can verirler. Allahü teâlâ Neml sûresi 87. âyetinde meâlen; “Ey habîbim! Sûra üfürüleceği günü hatırla ki, o gün (Allahü teâlânın diledikleri dışında) göklerde ve yerde olanlar çok büyük korkuda olurlar.” Zümer sûresi 68. âyetinde meâlen; “Birinci sûra üfürüldüğünde göklerde ve yerde olanların hepsi ölür. Allahü teâlânın diledikleri müstesnâ.” buyruldu. Yalnız mukarrebin denilen meleklerden sekiz tanesi kalır. Bunlardan dördü Cebrâil, Mikâil, Rıdvan ve Azrâil (aleyhimüsselâm)dir. Diğer dördü, Hamele-i arş melekleridir ki, birisi İsrâfil aleyhisselâmdır. Allahü teâlânın emri ile Azrâil aleyhisselâm, diğer yedi meleğin de ruhlarını kabzedip alır. Sonra kendi rûhunu alırken bir feryâd eder ki, yüksek sesi gökleri geçip yerlere gider. O hâlde, her canlı ölümün tadını alıp, fânî olacaktır. Allahü teâlâdan başka her şey yok idi ve hepsi yine yok olacaklardır. Kıyâmet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerîm açıkca bildirmektedir. El-Hâkka sûresi, 13, 14 ve 15. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Sûra ilk üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır.” ve Tekvîr sûresi 1, 2 ve 3. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zamana...” ve İnfitâr sûresi 1 ve 2. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Gökün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman...” ve Mü’min sûresi 16. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Bugün mülk ve tasarruf kimindir'” (Nerededir, gururlu, kibirli cebbârlar, nerededir mülk bizimdir, sizi biz yarattık, diyenler) der. Demek ki, benim ortağım ve benzerim yoktur buyurup, yine kendisi cevap verir ve; “Mülk ve tasarruf ancak, kahhâr olan Allah’ındır ve O’na mahsustur.” buyurur.
Sonra bir müddet, bir rivâyete göre kırk yıl âlemler harap ve ıssız kalır. Kuvvetli bir rüzgâr ile yeryüzü öyle düz olur ki, dikili bir ağaç kalmayıp, bir ucundan diğer ucu görünür. Yeryüzü büyük bir meydan hâline getirilir. Rengi, beyaz gümüş gibi, gökler de kızıl altın gibi olur. Binlerce yeryüzü genişliğinde mahşer yeri kurulur. Önce ve sonra yaratılanların hepsini alır. Buraya Arasat Meydanı denir. Tekrar dirilme zamanı gelince, Allahü teâlâ yeryüzüne bir yağmur yağdırır. Kırk gün devam eder. Yerin içine işler. Toprağa düşmüş ve parçalanmış cesetler o gün, tam ceset haline gelip, evvelki şekillerini alarak, bakla gibi yeryüzünde biterler. Her beden kendi kemâline ulaşır. Böylece kemikler, etler gaz olduktan sonra hepsi yine bir araya gelecek, herkes öldüğü zamandaki, şekli, boyu ve organları ile mezardan kalkacaktır. Herkesin kuyruk sokumu kemiği değişmez. Başka âzâ organlar bu kemik üzerine yeniden yaratılır.
Bugün biliniyor ki, Allahü teâlâ, toprak maddelerini, azotlu, fosforlu tuzları, bitki fabrikasında, proteinlere (yumurta akı maddelerine) döndürmekte, bu nebâtî proteinleri de, hayvan vücudunda, ete ve kemiğe ve âzâ şekline çevirmektedir. Bugün fen bunu anlayabildiği gibi, katalizör ismini verdiğimiz maddeler yardımı ile, binlerce sene sürecek olan kimyâ reaksiyonlarını, bir saniyede pek çabuk yapabiliyor. Allahü teâlânın, toprak maddelerini, birkaç senede, et, kemik maddelerine çevirdiğini, bugün bildiğimize göre, bir anda da çevireceği, fen yolu ile kolayca anlaşılmaktadır. Allahü teâlâ, toprak maddelerini, bir anda organik hâle çevirip, ruhu bu bedene bağlıyarak, ilk âdemi yarattığı gibi, kıyâmette de, elemanları, bir anda bir araya toplayıp, insan vücudunu yapacak. Bugün, fizik, kimyâ, fizyoloji ve astronomi gibi ilimlerde Allahü teâlânın kudretini iyi anlayan, zekî kimseler, Âdem aleyhisselâmın ve kıyâmette bütün insan ve hayvanların topraktan çıkarılacaklarını, bir fen olayı olarak, kolayca anlayabilir. Bir asır evvel, Müslümanlar buna, anlamadan inanıyordu. Artık bugün basit bir fennî olay şeklinde görünüyor ve pek bedihî (açık) olarak inanılıyor.
Birinci surdan sonra Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâmı diriltir ve ikinci defâ sûra üfürmesini emreder. Nitekim Allahü teâlâ, Zümer sûresi 68. âyetinde meâlen; “Sonra ikinci defâ üfürülünce, o anda bütün ölüler dirilip mezarlarından kalkıp, şaşkınlık içinde, acabâ ne olacak diye bekler dururlar.” buyruluyor. Kamer sûresi 7. âyetinde meâlen; “Kabirlerinden çıkıp, dağılmış çekirgeler gibi, nereye gideceklerini bilmezler.” buyuruyor. İsrâfil aleyhisselâm, ikinci defâ sûru öyle yumuşak ve latîf üfler ki, sûrun içinde yerleştirilmiş bulunan ruhlar, hemen ufuklara yayılır ve her ruh kendi bedenini bulur. Koyun sürüsü içinde her kuzu kendi anasını bulduğu gibi, her can kendi cismini bulur. Önce ve sonra yaratılan bütün mahlûklar, melekler, hûrîler, cinnîler, şeytanlar, denizde ve karada yaşayan vahşî hayvanlar ve bütün haşereler bir anda tamâmen canlanıp, mahşer yerine her taraftan bir anda toplanırlar. Peygamberlerine, velîlere, âlimlere, sâlihlere Cennetten elbiseler ve buraklar (binek hayvanları) gelir. Elbiseleri giyip, buraklara binerler. Bunlar Arşın gölgesine gidip minber ve kürsîler üzerinde rahat ve selâmetle otururlar. Geri kalan mahlûkların hepsi aç, susuz, çıplak baş açık, yalın ayak, yaya olarak düşe kalka Arasat Meydanına gelip mahşer yerinde haşrolurlar (Bkz. Haşır ve Neşir). Çok sıkışıp, ayakta dururlar. Başlarına güneş bir mil kadar yaklaşıp sıcaktan tere batarlar. Kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar ter içinde kalır. Çokları da ter denizine gömülür. Mahşerde terâzi kurulur. Herkes hesâba çekilir. Boynuzsuz koç, boynuzlu koçtan hakkını alır (Bkz. Mahşer). Suâl ve hesaptan sonra, müminler Cennete girince, burada sonsuz kalacaklar, Cennetten hiç çıkmayacaklardır. Bunun gibi kâfirler de, Cehenneme girince, Cehennemde sonsuz kalacaklar, ebedî azâb çekeceklerdir. Bunların azaplarının azaltılması câiz değildir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: “Onların azâpları hafifletilmeyecek, onlara hiç yardım olunmayacaktır.” (Bakara sûresi: 86). Kalbinde zerre kadar îmânı olanları, günâhları çok ise, Cehenneme belki sokarlar. Günahları kadar azâp ederlerse de, sonunda Cehennemden çıkarırlar ve onun yüzünü siyâh yapmazlar. Kâfirlerin yüzleri ise, siyah yapılır. Müminleri Cehennemde zincirlere bağlamazlar. Böylece kalplerindeki zerre îmânın hürmeti, kıymeti belli olur. Kâfirleri ise, kelepçe ve zincirlere bağlarlar...
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.