Alm. Piratenunwesen (n), Fr. Piraterie (f), İng. Piracy. Düşman devlete veya onun tebaasına âit malları ele geçiren gemilerin hareketine verilen ad. Korsanlık eskiden savaş kurallarına uygun sayılan bir metoddu. Ele geçirilen korsan gemisinin kaptan ve tayfasına savaş esiri gibi davranılırdı.
Atlas Okyanusunda kısa süren korsanlık, bilhassa Akdeniz’de uzun yıllar devâm etti. Bir yağma ve esir toplama faaliyeti olarak zamanla çok aşırı boyutlara ulaştı ve devletler, korsan gemiler için nizamlar koymak mecbûriyetinde kaldı.
Osmanlılar bu sebeplerden “korsan” denen deniz akıncılarına önem verdi. Korsanlıktan yetişmemiş bir denizci gerçek denizci sayılmazdı.
Osmanlı deniz korsanları bahriyenin en imtiyazlı fedâî sınıfıydı. En tehlikeli vazîfeleri yüklenir ve bunu hayâtı pahasına başarırdı. Devletin sulh hâlinde bulunmadığı devletlerin gemilerini açık denize bırakmaz, zapteder veya korkuturdu. Osmanlı Devletinin devamlı muhârebe hâlinde bulunduğuİspanya ve İtalya sâhillerine kadar giderek, düşmanın mâneviyâtını alt-üst eder, ekonomik gücünü kırar, limanlar arasındaki irtibatı keser ve ticâret yapmalarına izin vermezlerdi.
Osmanlı Devleti 14. yüzyıl sonlarından başlayarak Akdeniz’de dağınık haldeki Türk deniz korsanlarını düzenledi ve gelişmesine yardımcı oldu. Akdeniz’deki Türk korsanları ile Osmanlı Devleti arasında ilk irtibatı sağlayan Sultan İkinci Bâyezîd Hanın üçüncü oğlu ve Yavuz Sultan Selim Hanın ağabeyi Şehzâde Korkut’tur. Bu iş için çok çalışmış ve Oruç Reisi korsanlığa sevk etmiştir. Bu korsanlardan ilk olarak devlet hizmetine giren Kemâl Reis olmuştur. Ondan sonra Türk korsanlarının pîrî Oruç Reis, sonra kardeşi Hızır Reis (Barbaros Hayreddîn Paşa), onun İstanbul’a çağrılması üzerine de Turgut Reis korsan ocağının başına geçmiştir. Turgut Reis Tunus’ta Mehdiyye, Cerbe, sonra Trablusgarb ve Cezayir Beylerbeyliğinin birçok limanını belli başlı korsan üsleri hâline getirmiştir. 1513 yılı yazında Oruç Reisin Kuzey Afrika’ya, Mağrib’e ayak basması, Türk denizcilik târihinin dönüm noktasıdır. Oruç Reis bu kıyıları İspanyollardan temizleyip, yerli halkın sevgi ve îtimâdını kazandı. Batı Akdeniz’de, hâkimiyet Oruç Reisin eline geçti. Bu suları çok iyi bilen Kemâl Reisin yeğeni Pîrî Reis, Oruç Reisin maiyetinde idi.
Cezâyir-Türk korsanları, 16. asırda zamânının en iyi denizcileri idi. İstisnâsız Akdeniz’in her yerinde faâliyet gösterdiler. Bu asırda Türk deniz akıncılarının olmadığı hiçbir Akdeniz limanı gösterilemezdi. Sardunya, Sicilya, Korsika, Malta, Türklerin her yıl çıkartma yaptıkları adalardı. Hattâ Korsika’yı tamâmen Turgut Reis fethetmişti.
Tunus beylerbeyliğine âit korsan filoları da Malta şövalyelerine rağmen İtalya ve Sicilya’ya korku verdiler.
On yedinci asrın başlarında Büyük (Koca) Murâd Reisin Batı Akdeniz veAtlantik seferleri çok meşhûrdur. Deryâ sancakbeyi rütbesi verilen Murâd Reisin kahramanlık ve gazâlarını dinleyerek hayrân olan Sultan Birinci Ahmed Han, kendisini bizzât görmek istemiş, huzûr-ı hümâyûnda hiç bir vezîrin nâil olmadığı iltifâtlar göstererek onu Mora Sancakbeyi yapmıştır. 1609’da vefat edip Rodos’ta yaptırdığı câminin yanındaki türbesine defnedilen Murâd Reisi selamlamak türbe önünden geçen Türk harb gemisi için kânun oldu.
Yine Rodos’ta medfûn bulunan MemişPaşaoğulları, 16 ve 17. asrın büyük amirâl ve korsanlar yetiştirmiş bir denizci âilesiydi. Denizciliğe Oruç Reisle başlayan Kurdoğulları çok meşhurdur. Endonezya’ya giden Hızır Reis, Kurdoğullarından idi.
Türk korsanları, İrlanda gibi Büyük Britanya adasına da pekçok seferler yaptılar. Devamlı şekilde 30 gemilik bir Türk filosu bu sularda geziniyordu. 1625 yılında Türkler Bristol Kanalının açığında Lundy Adasını aldılar, Bristol liman ağzına hâkim oldular. İngiltere yıllarca Türkleri bu Lundy ve Scillya adalarından atamadı. 1631’de Türkler İngiliz limanlarını yıllık vergiye bağladılar.
Murâd Reisin 20 Haziran 1627’deki İzlanda Seferi meşhûrdur. Adada 26 gün kalmış, ikinci İzlanda Seferine de Ali Reis kumanda etmiştir.
Korsanlık, akıncılık gibi bir teşkilât olup, Cezâyir Beylerbeyinin Rotterdam, Amsterdam, Ceneviz, Livorno ve emsâli büyük Avrupa limanlarında gizli ajanları vardı. Bunlar o limanlara bağlı gemilerin giriş-çıkış ve rotalarını Cezâyir’e bildirirlerdi.
On sekizinci asırda da Türk deniz akıncıları eski hüviyetlerini korumakla birlikte, İngiltere veFransa da büyük denizci devletler arasına girdiler.
1783 yılında Amerika Birleşik Devletleri denizlerde bayrak gezdirmeye başladı. 25 Temmuz 1785’te Atlantik’te Cadiz açıklarında bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Cezâyir korsanları tarafından zaptedildi. Bu gemi Boston limanına bağlı, kaptan İsaak Stevens’in idâresindeki Mora gemisi idi. Az sonra Philadelphia limanına bağlı, Kaptan D. Brienin’in Dauphin’i aynı âkibete uğradı ve Cezâyir’e getirildi. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 Birleşik Amerika gemisi daha Türk filosu tarafından zaptedildi. Kongre 27 Mart 1794 celsesinde, Türk korsanlarına karşı koyacak güçte harp gemileri îmâl edilmesi veya satın alınması için başkan George Washington’a 688.000 dolar harcama selâhiyeti verdi. Böylece Birleşik Amerika donanmasının temeli atıldı. Az zaman sonra Birleşik Amerika, Cezâyir donanması ile başa çıkamayacağını anladı ve Cezâyir’le anlaşma yoluna gitti. 5 Eylül 1795 (21 Safer 1210) târihindeki muâhede (antlaşma) ile Birleşik Amerika, Cezâyir’deki esirlerinin iâdesi ve gerek Atlantik’te ve gerek Akdeniz’de Birleşik Devletlerin sancağını taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında 642.000 altın dolar ve yılda 12.000 Osmanlı altını haraç ödeyecekti.
Türkçe ve 22 madde olan muâhedeye, George Washington ve Beylerbeyi Hasan Dayı imzâ koydular. Böylece Birleşik Amerika da yıllık vergiye bağlanmış oldu.
Deryâ ve akıncı beylerinin çok mühim bir vasıfları da ellerinin son derece açık olması ve ünlü zenginlerin yapamadıkları cömertliği yapabilmeleri, fukarâ babası olmalarıydı. Bütün bir bölgenin fakirleri bir tek deryâ ve akıncı beyinin sâyesinde geçinip giderlerdi. Beylerin konakları misâfirhâne olup, herkese açıktı. Misâfir, derecesine göre ikrâm görürdü.Misâfiri çevirmek olmazdı. Geri çevirmek, düşmana silâh teslim etmek derecesinde olup büyük şerefsizlik sayılırdı.
On yedinci yüzyılda deniz korsanlarının faaliyetleri iyice artarak deniz yolculuğu tehlikeli bir hal aldı. Avrupalı korsanlar, kendi milletlerinin gemilerine bile çekinmeden saldırmaya başladılar. Avrupa kral ve prensleri yapılan yağmalardan istifâde için korsanlara arka çıkmaya başladılar. On sekizinci asrın sonuna doğru korsanlığın korkunç boyutlara ulaşması üzerine devletler, bunlardan kurtulma çârelerini araştırmaya başladılar. 1785 yılında Amerika ile Prusya arasında yapılan antlaşmaya göre, aralarında olacak muhârebelerde karşılıklı korsanlık müsâdesi vermemeleri ve tüccar gemilerinin serbestçe dolaşmaları esâsı kabul edildi. Bu konuda devletlerarası çalışmalar kesin bir netice vermedi. Ancak Kırım Harbi (1853-1856) sırasında muhârip devletler, muhârip korsan gemisi çıkarmamaya karar verdiler. Bu durum diğer devletlere de bildirildi. Kırım Harbi sonunda Paris’te yapılan kongrede, korsanlığın tamâmen kaldırılması karârı alındı. Daha sonra 14 Eylül 1937’de Lyon’da Türkiye, Mısır, Fransa, İngiltere, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği antlaşma imzâlayarak korsanlığa karşı tedbir alınmasını kararlaştırdılar. Antlaşmada uçakla da korsanlık yapılabileceği belirtilip, tedbir alınması kabul edildi. Günümüzde korsanlık daha çok hava korsanlığı şeklinde devâm etmektedir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.