Lale Manço - Bilgiler
08/12/2009 20:19
'Mançoloji'nin Kraliçesi'

Bugün, 20 Eylül 2007

Ülkemizin bağrına bastığı ve hala yaşattığı sanatçı Barış Manço’yu, Hülya Okur HaberX okurları için Lale Manço ile yad etti. İşte o söyleşiden satır araları: "Babam, bir kızın babasına hayranlığının ötesinde kişilik olarak çok hayran olduğum bir insandı.", "Türkiye’deki ilk birine konan isimlerdir; Barış, Doğukan ve Batıkan.", "O zamanlar biraz çipi görünüşlüydüm. Barış’ında pek bayıldığı bir tip değildi o!" ,"Barış Manço bir müesseseydi.", "Barış Manço'nun eşi olmanın çok büyük bir ağırlığı var." "Onunla yaşadığım hayat, birkaç kişinin hayatına bedeldir.", "Bir kere benim çocuklarımın babası var, baba değil.", "Maddi dünyayı terk ettim" , "Ben bir tek bu evin peşinde oldum, orayı da müze haline getirebilmek için.", "Bir radyo kurup, her gün Barış’ın parçalarını çalamam", "İnsanın kanını donduracak kadar kıskanç olmayan bir kadınım"

BARIŞ MANÇO’NUN PARMAĞINDAKİ YÜZÜKLERE TAKILIRDI GÖZÜM KÜÇÜKKEN, NEDEN BU KADAR İRİ VE FAZLA DİYE, SAÇLARINA BAKARDIM, NEDEN BU KADAR UZUN VE BAKIMLI DİYE, ÇİZMELERİ AYAKLARINI NEDEN BU KADAR DERİNE GÖMÜYOR DERDİM, ŞARKILARINDAKİ SESİNİN TELLERİNDEN, DAVULUN PERDESİNE İNENE KADAR BIYIKLARINA TUTUNUP KALAN SÖZLERİN ASIL MUHATTAPI KİM DERDİM... . VE; KİM ONUN ALDIĞI NEFESİ BİZDEN İYİ TANIYOR, KOKUSUNU BİLİYORDU? KİM ONU AĞLARKEN GÖRMÜŞ DEĞİL, BİZZAT EVLATLARINI ELİNE VERDİĞİNDE GURURDAN AĞLATMIŞTI, KİM ONUN YÜZÜNE KAPANAN TOPRAĞININ GÜLÜ; LÂLE Sİ OLMUŞTU? KİM? KİM? KİM? İŞTE O!

HÜLYA OKUR- 28 kasım 1954 doğumlusunuz. 29 temmuz 1984 tarihinde tutukluluk geçiren emekli kurmay albay Turan Çağlar’ın kızısınız. Hayatınızı size sunan insanların, kendi hayatları için yapabileceği bir şey olmaması nasıl bir duygu? Çocukluğunuzu, gülerken dolan gözlerinizle nasıl anlatırsınız?

LALE MANÇO- 54 yaşındayım. Benim genç kızlığım 35 yıl öncesine rastlıyor. 35 yıl öncesindeki Türk aile geleneğine bakacak olursak, ben inanılmaz güzel bir ailede büyüdüm. Muhteşem bir babam vardı. Anlayış bakımından. Biz kızın babasına hayranlığının ötesinde kişilik olarak çok hayran olduğum bir insandı. Bu sadece benimle de sınırlı değildi. Bütün arkadaşlarım, babamın arkadaşlarının kızlarının çocukları babama ayrandı. Çünkü inanılmaz güzel ilişki kuran, onları anlayan, onlarla çok iyi dialogta olan bir insandı. Keşke o jenerasyon devam edebilseydi. Gittikçe değişen bazı şeyler var. Bu anlayışlar zaman içinde; korumacılığa, taassuba ve büyük şehirlerin getirmiş olduğu korkuların engellemesine rastlayan başka bir şeye dönüştü. Halbuki ben 18 yaşındayken arkadaşlarım benim evime çok rahat girip çıkarlardı. Erkek arkadaşlarımda dahil buna. Eğer bir yere gideceksek, evden alırlardı, babamla tanışırlardı, müsaade isterlerdi. Böyle bir anlayıştan geldim. O zaman için bir subayın bu anlayışta, bu hoşgörüde olması çok nadir rastlanabilecek bir özellikti. Dediğim gibi etrafında çok hayranlık uyandıran bir insandı. Bu bize düşkünlüğünden ve anlayışından kaynaklıydı ve bu hep de sürdü. Annem içinde öyleydi. Gelmiş geçmiş en mükemmel beyefendiydi babam.

HÜLYA OKUR- O mükkemmelliyetten güzel bir kızı bize bağışlamış... .2. Dünya savaşının sonlarında doğan Barış Manço, ailesinin savaşın bitmesine duyduğu özlem nedeniyle "Barış " ismini seçtiklerini söylemektedir" Oğullarınıza da Doğukan(81) ve Batıkan(84) isimlerini koyması doğu ve batının barış içinde olması dileğinden kaynaklanmaktadır. Peki Lale, 16 c altında yaşayamayan nazlı bir ortam bitkisi olarak sizi nasıl ifade eder?

LALE MANÇO- Valla bence güzel ifade ediyor. Esasında lale o kadar hassas mı, zannetmiyorum. Çünkü lale bir kış çiçeği ve Martta çıkıyor ve ciddi dayanıklı. Barış, Türkiye’deki ilk Barış. Barış ismi konan en yaşlı erkek. O da iddia ederdi ve bu iddiayı çürütecek hiç kimse çıkmadı. Daha sonradan çok Barışlar oldu. Bu arada Doğukan ve Batıkan isimleri de ilk isimler. Ondan başka başlangıç yok.

HÜLYA OKUR- Barış Manço ile bozuk bir telefon sayesinde tanışmıştınız. Ablanızda misafirlikte iken, telefon bozulunca eniştenizin arkadaşı olan üst kat komşusuna telefon etmeye çıkıyorsunuz Kapıyı açan Barış Manço'ya "Telefon edebilir miyim?" diye soruyorsunuz ve aldığınız yanıt:"Benimle evlenirsen edebilirsin"... "Neden olmasın?" diyorsunuz. İçeriye girerek telefonunu edip, parasını ödemeye kalkınca; "Nasıl olsa evleneceğiz ne parası”oluyor. Bu âşıkane sohbete karşılık vermenizin nedeni ne idi?

LALE MANÇO- Esasında buna ben bir karşılık vermedim. Çünkü o zaman 21 yaşındaydım. Barış 32 yaşındaydı. Aramızda 11 yaş fark vardı. Aklımın ucundan da geçirmedim bunun bir aşıkâne sohbet olacağını. Bana komşunun genç kızına iltifat etmek için söylenen bir şey gibi geldi. Ablamın eşiyle, Barış sınıf arkadaşı Galatasaray’dan. Bunlar hep bence kaderin adımları. Adım adım bir yere geliyor ve sizi hayatınızın olması gerektiği yöne doğru itiyor. Bu zaman içerisinde gelişen bir ilişki oldu. O öyle bir espriydi. Barış o akşam;”Ben bilirim”in kayıtlarını yapıyordu. Evden çıkarken de öyle bir anda karşılaştım zaten. Plak kaydına gitmek üzereydi ve akşam ablamlara geldi. O zaman da çok üzerime alınmadım açıkcası. Benim için büyük bir adamdı o zaman. Fakat zaman içerisinde onun ilgisi beni etkiledi. 21 Yaş geriye ve kendi çocuklarıma baktığım zaman çocuk bir yaş. Etkilenmemek mümkün değildi böyle bir tarzdan, tavırdan. Benim şaşırdığım şey, Barış’ın benden etkilenmesi oldu. Ben o zamanlar biraz çipi görünüşlüydüm. Barış’ında pek bayıldığı bir tip değildi o.

HÜLYA OKUR- Bu farklılık onu cezp etmiş anlaşılan... Barış Manço ile 1977'de nişanlanıp, 18 Temmuz 1978 tarihinde evlendiniz. Bu evliliğin öğrenci yurdu gibi sanatla yetiştiği yılları, 'Hem ideal bir eşti, hem de büyük bir sanatçı. 1979'da 'Sarı Çizmeli Mehmet Ağa'yla yeni bir çıkış yaptı. Ardından 'İşte Hendek İşte Deve' ve 'Hey Koca Topçu' geldi. Ona sorarsanız, sanattaki başarısının gücünü evden aldığını söylerdi.”şeklinde anlatmışsınız. Peki bu gücü ona, sırtını sıvazlayarak mı, mutlu bir aile ortamı hazırlayarak mı verdiniz?

LALE MANÇO- Valla hepsi iç içe oldu.1975’ten sonra ilişkimiz başladı. Ben onu hiçbir zaman evlilik gibi ayırmıyorum. Bana göre 75’ten itibaren evliydik. Onun hayatına girdiğimden bir müddet sonra hayatının ve meslek yaşamının da bir parçası oldum. Mesela; konserlere giderken, kıyafetlerini hazırlamaktan, beraber gitmekten... Bir nevi yardımcısı, asistanı gibi de oluyor farkına varmadan. Televizyonda birebir her döneminde çalıştım. Barış Manço bir müesseseydi. Barış da, ben de bu müessese için çalışan iki elemandı diye baktım olaya. O müessese için, onu ayakta tutmak, geliştirmek için beraber bu yolda yürüdük. Bunun içinde aile de vardı, iş de vardı, çoluk çocuk da vardı, arkadaşlık. Her şey vardı.

HÜLYA OKUR- Çok büyük bir takviye, tamamlayıcılık! Mesleğe ilk adımlarınızı işlerin koordinasyon, cat ve dekor düzenleme bölümlerinde yoğunlaşarak atmışsınız. Başarınız bir diğerini getirmiş ve klipler çekmişsiniz. İş hayatı, toplumdaki yerinizi Manço kimliğinden ne kadar uzaklaştırdı?

LALE MANÇO- Hiç uzaklaştırmadı. Çünkü ben bütün bunları o program için yaptım. Özellikle ben bunu bir kariyer olarak götürüyüm diye hiç düşünmedim. Bizim müeesesemiz vardı. Ben hep ona çalıştım.

HÜLYA OKUR- 2001 yılında krizdeki Türkiye için ihracat çöpçatanlığı yapıp, 3 kadın girişimci olarak 1.5 milyar nüfuslu bir coğrafyanın reexport merkezi konumundaki Dubai'ye Türk işadamları için iş ortaklığı gezileri düzenlemiştiniz. Bu tür bir atraksyon için temel hedef analitik zekanızı ortaya koymak mıydı?

LALE MANÇO- Katiyen değildi. Güzel bir iş potansiyeli gibi görünüyordu. Esasında çok da yürümedi. Çünkü bizim Dubai ayağımız fazla bir şey sağlamadı. Bu iyi bir fikirdi ve iyi bir projeydi. Ama yumurta sağlam çıkmadı. Ama olabilirdi yani.

HÜLYA OKUR- İstanbul’da yaşamıyorsunuz. Burayla tek bağlantınız, Barış Manço için kurduğumuz dernek ve onun için yapabileceklerimiz. Hayatınızdaki bu uzantı, kıyısına sandal yaklaştırmayan bir koy gibi hep Barış Manço’ya ait mi kalacak?

LALE MANÇO- Yok değil. Daha önceleri daha sık geliyordum. Fakat şimdi dernek askıya alınınca... Özelikle ben almak istedim. Nedeni de var. Bir kere başka derneklerde oluştu ve bu gençlerin yaptığı şeylerdi. Bir hayli de tatsız şeyler yaşadık. Legal olmayan bir dernek sürekli bizimle uğraştı. Bana göre bir tane dernek var; o da bizim kurduğumuz dernek. Garip çalışmalar yaptılar, garip garip ihbarla rahatsız ettiler bizi. Sonra ben, dernekler masasından falan araştırdım. Böyle bir şey olmadığı da çıktı ortaya. Fakat şimdi öyle bir dönem oldu ki; bir sürü dernek Barış Manço adına bir şey yapıyor. Bir ara “Barış Manço aktivitesi” enflasyonu oldu piyasada. Ve son derece de Barış’a, Barış’ın seviyesine uymayan şeylerdi bunlar. Ve arada her şey kayboluyordu. Bende onun için bir adım geri atmayı, bir adım dinlendirip ondan sonra daha iyi bir hazırlıkla çıkmayı tercih ettim. Bu yüzden geriye aldım. Şu anda dernek var. Fakat faaliyette değil. Ama hazırlanıyorum. 10’nuncu yıla bir belgesel hazırlığı var.

HÜLYA OKUR- 9 Ağustos 2003’te 3 yıllık güzel bir ilişkinin ardından evlendiğiniz şimdiki eşiniz Serdar Ahıskalı ile Barış’ın yeğeninin arkadaşı olarak daha önce Barış'la bir toplantıda tanıştırılmışsınız. Başsağlığına geldiğinde bir daha karşılaşmış, sonra Barış bey’in yeğeni Sibel hanım mali işlerinizi toparlaması için ondan yardım istemenizi önermesiyle bu ilişki doğmuş. Barış Manço’nun ailesinin bu ilişki için doğurucu unsur olmasının, sizin hayatınızın bundan sonraki kısmı için destek niteliği taşımasıyla ilgisi var mı?

LALE MANÇO- Yoo. Çok yok. Sibel, abisinin kızı Barış’ın. Ama biz çok yakın arkadaştık. Bir arkadaş desteğiydi o. Ama ilk başlarda biraz rahatsızlık vermiştir bu ilişki. Barış’ın abisiyle, kız kardeşiyle olan ilişkilerimde bu sorunu yaşamadık. Hatta zaman zaman özellikle Barış Manço aktiviteleri için de, İnci(kızkardeşi), Serdar hep bir araya gelip projeler geliştirdik. Bazı önlemler alınması gerekiyorsa beraber aldık. Serdarda esasında bu projenin bir ayağı oldu. Ve son derece de akıllı ve doğru bir parçası oldu. O işin objektif ve bussıness bölümüydü. Böyle bir dış görüş olması bize çok yardımcı oldu.

HÜLYA OKUR- “Serdar'ın benim karşıma çıkması bir tesadüf değil, sanki bu da ilahi düzenin bir parçası” diyorsunuz. Bu ilahi düzende itidal yani orta yolu bulmak hanginiz için daha kolay oldu?

LALE MANÇO- Esasında benim için çok zor oldu. Bu ilişkinin oluşmasında gerçekten Serdar’ın çok büyük katkısı var. Bir kere Türk toplumunda dul olmuş olmanın ve özellikle Barış Manço’nun eşi olmanın çok büyük bir ağırlığı var. Onun için ben herhangi bir ilişkiden çok korktum. Hayatımda böyle bir şeyin olabileceğini bile düşünmüyordum. Onun için bu ilişkinin ilişki haline gelmesi bile çok zaman aldı. Yani bakmayın basında çıkan asıldı, basıldı gibi şeyler, ilişkinin bir parçası değildi. Ama bu tip şeyler yaşanacaktı ve yaşandı da. Ama bu konuda sabırlı ve kararlı olması, ikimizin hayatı içinde çok iyi oldu. Yani benim bugünkü yaşantım, çocuklarımın bugünkü yaşantısı, hala Barış Manço için çalışmalar, bunların hepsinin altında böyle bir beraberliğin, huzurluğun, sakinliğin olması doğru olanmış. Onun için hala teşekkür ediyorum.

HÜLYA OKUR- Serdar Ahıskalı, Deniz ve Levent ismindeki Çocuklarının, eski eşi Serpil Akıncıbay iddiası üzerine Işık Lisesi'nden kayıtlarını sildirip Suudi Arabistan'a götürdüğünü doğrulamış‘‘Bunu çocukların iyiliği için yaptım’’ demiş, eski eşinin kendisini çocuklarla ilgilenmeyen bir playboy olarak tanımlamasına kızan Ahıskalı’nın, ‘‘Bir playboy nasıl olur da üç yıl çocuklara hem annelik, hem babalık yapar’’ diye veryansınına şahit olmuştuk. Kendi çocukları dışında, sizin oğullarınıza nasıl bir baba?

LALE MANÇO- Bir kere benim çocuklarımın babası var, baba değil. Baba değil. Fakat son derece iyi bir ağabey oldu. Özellikle eğitim hayatlarındaki yönlendirilmelerinde ki, ikisi de şu an da Amerika’da okuyorlar. Serdar da Amerika’da tahsil yapmış, uzun senelerde Amerika’da yaşamış, oradan da Suudi Arabistan’a geçmiş. İlişkileri her zaman iyi oldu. Tabi ki başlangıçta pürüzler oldu. Çocuklarım benim çok hassas yaştalar dı, babalarını kaybettiklerinde, Serdar’ın benim hayatıma girdiğinde. Ama iyi ilişkiler bunları çok güzel halletti. Çok iyi bir ağabey oldu. Baba olmak için geç bir dönemdi. Yani ancak ağabey olabilirdi. Bu olaylar esnasında Serpil hanımın da gerekli, gereksiz çıkışları oldu. Burada benimle alakalı bir şey yok. Serdar’a yönelttiği şeylerin kendisi de doğru olmadığını biliyor ama zannediyorum o zaman bir velayet davası vardı. Bir hayli üzücü ve gereksiz şeyler yaşandı. Hatta bir dergide;”Çocuklarımı Lale Manço’ya vermeyeceğim” gibi bir şey hatırlıyorum ama o zamanlar bizim ilişkimiz nerdeyse yoktu. Kimse kimsenin çocukların sahip olmaz, niye olsun ki? Zaten benim de iki tane çocuğum var. Zannediyorum bunlar, o zamanki tatsız olayların birikiminde oldu. Serdar; Playboy değil, son derece ağır başlı hoş bir insan. Çocukları Suudi Arabistan’a kaçırması diye bir şey sözkonusu değil. Zaten ben tanıştığımda orada çocuklarıyla kalıyordu. 2003 senesine kadar da orada kaldı. Ondan sonra geldi buraya. Bir deneme yaptı, çocuklarla Türkiye’ye gelebilir miyiz diye? Ve olmadı. Olmamasının bir nedeni de, ne yazık ki anneleri. Geriye dönmek zorunda kaldı.

HÜLYA OKUR- Barış Manço gerçekleştiremediği hedefini şöyle açıklamıştı:

'Budizm’i yerinde araştırmak istiyorum. Tayland ve Vietnam'da araştırmalar yapıp, bunları ekrana taşıyacağım. Barış Çelebi'nin dünya belgeselini yaparken Budizm’i de gözler önüne sermek istiyorum. Budizm bir din değil, felsefedir.' Yaşasaydı ve bu hedefine ulaşsaydı, onunla maddi dünyayı terk etme yoluna gider miydiniz?

LALE MANÇO- Valla isteseydi giderdim. Çünkü ben maddi dünyayı bu şekilde de terk ettim bir anlamda. Şu anda yaşamış olduğum hayat, zaten öyle bir hayat. Büyük Şehir’in bütün stresinden ve sıkıntısından uzakta yaşıyorum. Yaşadığım yer, gerçekten çok güzel. Çok huzur dolu bir yer. Demek ki onunla da yapardım.

HÜLYA OKUR- 'Saçlarıma daha da aklar düşecek ve bir gün gelip Allah bu saçları geri alacak. Önemli olan bu geri alış sırasında hakkını vermiş olmam.”demişti Barış Manço. Peki Uzun saçlarının ve bıyıklarının sırrının bir trafik kazasında gizli olduğu doğru mu?

LALE MANÇO- Saçlarının değil. Trafik kazasını saçlarını uzunken geçirmişti. Bıyık, hepsi vardı o zaman. Çok da önemli değildi. Yüzünde hafif bir kaza iz vardı, kaşında ama önemli değildi.

HÜLYA OKUR- Annesi Rikkat Uyanık, oğlu Barış’ı anlatıyor: ‘Müziğe olan ilgisi 1.5 yaşında başlar. İlk kez ‘Kiss Me Again’i söyledi. 2.5 yaşındayken ben Ercüment Batanay’ın babası Hafız Kemal Batanay’dan ders alırdım. Barış, bu dersleri dinler, melodileri benden önce kapardı. Söylediği ilk Türk Müziği parçası ise ‘Ab-ı Gahı Yare Girdim, Arz İçin Ahvalimi’ olmuştu...’[10 Ocak 1973] Sizin Barış Manço müziğini keşfetmeniz hangi zamana tekabül eder?

LALE MANÇO- İşin bu tarafı çok komik. Ben Barışla tanışmadan, o telefon konuşması olmadan önce İngiltere’de okuyordum. Ve ablam ban abir kaset göndermişti. Kasetler çok yeni şeylerdi. Kasete çeşitli şarkılar doldurmuş. Başta da Barış’ın; “Gönül dağı, Lamba’ya püf de” parçaları var. Ben bu kaseti dinledikten sonra şöyle bir mektup yazmıştım; “Valla kaset çok güzel, Gönül Dağına hayran kaldım. Söyleyen kim?” O zamanlar tanımıyordum. O da yurt dışındaydı zaten. Demek ki kaçırmışım.

HÜLYA OKUR- Sanatçının ölümünden önce "Club Manço" adıyla pazarlanan devre mülk sistemi yüzünden çok badireler yaşadınız. Bu ticari girişimin başarısızlığı, yanlış işletme yada para politikasının sorumlusu kimdi?

LALE MANÇO- Valla bence bizdik. İnsan bilmediği işe, kesin önlemleri almadan, avukatsız, muhasebecisiz, sadece lafla girerseniz her işte batarsınız. Bunu kimle yaparsanız yapın batarsınız. Bilgisizlik, işini takip etmemenin sonu. Bunun tek suçlusu biziz. Öyle bodoslama işe girerseniz böyle olur. Başka hiçbir sorumlu bulmuyorum. Çok istersek suçları başkasına atarız ama esas sorumlusu biziz.

HÜLYA OKUR- Kimi 40 ve 20 yıllık, kimi Manço'nun sanat hayatı yaşında seçilen parçaları yani son çalışması ‘‘Mançoloji’’ için yediniz ilk vurgunu ve ‘Mançoloji’ adlı albümlerdeki 10 parçanın yayın hakkının kendisinde olduğunu öne süren plakçı Yavuz Asöcal, MESAM, Emre Plak ve sizin aleyhinize toplam 45 milyar liralık iki ayrı maddi-manevi tazminat davası açtı. Barış’ın şarkılarının değil dava, pazarlık ve satış konusu olması, Azrail’in aynı insandan ikinci kez canını istemesi gibimiydi?

LALE MANÇO- Esasında bu bahsettiğin bölümle ben ilgilenmedim bile. O dönemde Barış, Hüseyin Emre ile çalıyordu. Hüseyin Emre, özellikle Barış’ın ölümünden sonra iş yaptığım ve teşviki mesai de olduğum en doğru insandı. En azından bana öyle davrandı. Gerçekten çok yardımcı oldu. Bütün bu davalarla o muhatap oldu ve her şeyi de benim adıma temizledi. Ben böylesine vahim bir durum olduğunu hissetmedim bile. “Allah onun tuttuğunu altın etsin” derler. Gerçekten çok büyük desteğini gördüm.

HÜLYA OKUR- Barış Manço’nun bünyesi o kadar zayıfmış ki, annesi ona saksofon almamış Fakat, her biri klasikleşmiş bestelerini yaptığı biri dünyaca ünlü Steinway marka kuyruklu, diğeri antika körüklü 2 piyanosuna sahipken onların borçlarına vedia olmasının üzüntüsünü onun yerine ne kadar duydunuz?

LALE MANÇO- Ben Barış’ın hayatı boyunca saksofon çalmak gibi bir hevesi olduğunu hiç duymadım ve bilmiyorum. Bu Ancak abisi Savaş için olabilir. Ama Barış’ın merak dahi ettiğini zannetmiyorum. Olabilir ama ben flütü ağzına götürdüğünü bile görmedim 25 yıl boyunca. Körüklü piyano, antika bir piyanoydu. Dekoratif görüntüden öteye giden bir özelliği yoktu esasında. Steinway Piyanoyu beraber Avusturya’dan seçtik. Kendisi deneyerek aldı. Şu anda Manço köşkünde, hacizde ama hala durmakta. Elden çıkmış değil. Hala halledilebilecek bir takım durumlar var. Ondan kısmetse aileye dönecek. Şu anda Manço köşküne Halk Bankası el koydu fakat ondan sonrada kendi emlak bölümüne devretti. Şu an da Kadıköy Belediyesi’ne 10 yıllığına kiraladı. Ve orası Barış Manço kültür ve müze evi haline gelecek. Ben de elimdeki Barış Manço’ya ait bir çok şeyi orada sergileyeceğim zaten. Kıyafetleri vs..Tabi ki piyano da orada duracak bu süreç içerisinde. Bir de Jeep’i var. O da orada duracak ve tam bir müze haline gelecek. Dileğimiz bu müzenin 10 yıllık değil de, daha uzun seneler gidebilmesi. Bunun için bile çok uzun bir süreç geçti. Zaman zaman Lale Hanım mal peşinde gibilerden yanlış anlaşılan şeyler oldu ama ben bir tek bu evin peşinde oldum, orayı da müze haline getirebilmek için.

HÜLYA OKUR- Hatta zamanın Kültür Bakanı Hüseyin Çelik, icra yoluyla Halk Bankası'na devredilen evinizin mahkemelik durumunun sona ermesi durumunda, Barış Manço Müzesi yapacağız’’ projesine ;‘‘Ben her şeyden önce evimi geri istiyorum. Barış Manço'nun çocuklarına bir miras verme hakkı vardır. Bu ev çocuklara Barış'ın mirasıdır ve ellerinden alınmamalıdır. “demiştiniz.

LALE MANÇO- Onun çocuklara ait olması gerekirdi. Yapılan şey de bir yanlışlık vardır. Türkiye, onlarca Barış Manço yetiştirmedi. Evet kanun, kanundur, hata hatadır, banka bankadır. Ama işin sonucuna bakmak lazım. Bir borç alınmıştır. Bu borç ödenmemiştir. Buraya kadar doğru. Bu borç şirkete aittir. Barış Manço’ya paranın bir kuruşunu bile görmek nasip olmadı zaten. Ölümünden sonra çekilmiştir bu krediler. Bunun karşılığında da Clup Manço gibi bir yer ipotek verilmiştir. Yapılacak ilk iş, keşke ipoteği paraya çevirmek olsaydı da, oradan bu borçlar temin edilseydi. Gelip, Barış Manço’nun evini satmasalardı, satın almasalardı. Mutlaka oralarda bir şeyler döndü. Ben takip edemedim. Bilmiyorum. Hukuk olarak, yanlışlar mı? Hayır değiller. Ama insani olarak yanlışlar. Bu bir soygun esasında.

HÜLYA OKUR- Barış Manço’ nun adı, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ndeki 'Barış Manço Bilgisayar Laboratuarı' nda, TEMA Vakfı’nın Adıyaman’da kurduğu ''Barış Manço Ormanı‘‘, temeli 1997'de atılan Lale-Barış Manço İlköğretim Okulu’na verildi ama adının en büyük sürdürücüleri oğulları. Oğullarınızın Manço soyunu müzik olgusuyla birlikte sürdürmeleri ne kadar söz konusu?

LALE MANÇO- Hiç söz konusu değil. Armut dibine düşer diye bir laf vardır ama iki tane armut ağacı var burada. Benim dibime düşmüşler. Belki de vardı ama ben şöyle düşünüyorum; Benim çocuklarım hiç müzikle ilgilenmediler. Bunu bir tavır olarak kabul ediyorum. Çünkü müzik ve televizyon onları babalarından uzaklaştırdı. Sonradan çok dinlediler. Bizim evde her Pazar şeyi seyrediyoruz, 7’den 77’ye nasıl olmuş? Tepkileri nasıl diye... Benim çocuklarım seyretmezdi. Sonradan onlara çok hak verdim. Çünkü orada babaları, bir sürü çocuklarla beraber. Çocuklarla beraber olmak için de evde değildi. Ve bunlara da doğal olarak tavır aldıklarını düşünüyorum. Sonradan babalarını kaybettikten sonra buna çok üzüldüler ama zannediyorum hata bizdeydi. Biz onu çok daha iyi yönetebilirdik. Ama insan bir işin peşine koşmaya başlayınca, biraz at gözlüğü takıp koşuyor. Pişmanlıklardan bahsedersek eğer, evet benim pişmanlıklarımdan bir tanesi budur: Çocuklarımla, iş hayatını keşke daha iyi yönetseydik. Çocuklarımıza çok düşkündük. Hep beraberdik ama bu yeterli değildi. İyi de zaman ayırdığımızı düşünüyorduk ama yeterli, kaliteli zaman ayıramamışız demek ki. Yani ben genç anne babaların hepsine bu ihtarı yapıyorum. Annelik, babalık da bir görev, bir iş, bir meslek. Yani işiniz var diye annelik, babalığı erteleyemezsiniz.

HÜLYA OKUR- Ailelerin düşmanlığı olmamalı anne ve babaların işlerine!...Besteci, yorumcu, televizyon programcısı, günümüzün bilgesi, Evliya Çelebi'si, 'düşünür'ü diye tanımlanan Barış Manço’nun 1 Şubat 1999’da vefatının ertesi günü, Gazete başlıkları onun şarkılarından alıntıydı hep; ‘‘Ayrılık geldi başa katlanmak gerek...’’, ‘‘Sevdiğimi son bir olsun... Zaman gazetesi, siyah manşetinde, ‘‘Adı kalıcı eserlere konup sonsuza kadar yaşatılsın’’ önerisinde bulunuyor, Cumhuriyet gazetesi onun ‘‘herkesten bir parça olduğunu’’ yazmıştı. Size en çok değen ve sizi en çok düçar kılan, şu yazılsaydı daha iyi anlatırdı dediğiniz bir şey var mıydı?

LALE MANÇO- O kadar güzel şeyler yazıldı ki! Şaşırdım. Evet seviliyordu, biliyorduk o sevgiyi ama bu kadar büyük sevgi olduğunu Barış da tahmin edemezdi. Herkes ailesinden biri gitmiş gibi oldu. O kadar güzel şeyler yazıldı ki;”ah bu da yazılsaydı!” dediğim bir şey bulamıyorum. Fazlası yazıldı. Köşe yazılarından hazırlanış bir kitap çıktı:” Yağmurla giden adam” diye. Ondan sonra ben Galatasaray Üniversitesine bir kitap hazırlattım. “O bizi çok severdi” diye..Türkiye’nin her bir tarafında defterler doldu. Eve de gelip, bir sürü yazılar yazdılar. Orada o kadar güzel ifadeler var ki! O kadar yaratıcı şeyler yazmışlardı ki! Birisi vardı mesela, Barış’ın parçalarından alıntılarla bir nesir çıkarmış, inanılır bir şey değil. Barış kendi ağıtını yazmış. Çok enteresan. Yani kendi mersiyesini yazmış ve birisi de bunu deşifre etmişti. Hayran kalmıştım.

HÜLYA OKUR- Hatta imam bile dile gelmiş... Çok büyük bir kalabalığın katıldığı Levent Camii'ndeki cenaze namazının ardından, imam; Manço'yu onun şarkısından şu dizelerle andı: ‘‘Unutma ki dünya fani/Veren Allah alır canı/Ben nasıl unuturum seni/Can bedenden çıkmayınca.’’ Dua ile şarkıyı, ölüm ile çalgıyı tevhid eden bir bir bilinçle mi yendiniz onun acısını.Yani ölümü bile yaşamla barıştıran bir duyguyla?

LALE MANÇO- Ben esasında magazin medyamız sayesinde yasımı bile tutamadım. O kadar çabuk kendimizi bir şeyin içerinde bulduk ki, manşetler, televizyon programı, skandallar..Hiç bu dediğiniz romantik şeyleri yaşayacak zaman olmadı. Bir savunma, arkadan da başka belalar gelmeye başladı. Ben matemini sürdüremedim. 2,3 sene de böyle gitti zaten. Şimdi moda ya! Herkes kendi hayatını kitap yapıyor. Aklımdan onlar bile geçti. O günün manşetleri dehşetti. İnsanlar için bu gayet doğal, gündelik haber gibi okuyorlar ama siz o satırların içerisinde kendinizi doğru yerde bulamazsanız bunu bir facia olarak görüyorsunuz ve acı çekiyorsunuz. Ben de kendimi çok acı çeker buldum bütün bu olaylarda. Ama kimse bir şey hatırlamıyor, neredeyse Barış’ı bile hatırlamayacaklar. Bunu sitem olarak söylemiyorum. Bu insanın doğasında olan bir şey. Gözden uzak, gönülden ırak meselesi de değil, Tabi ki her şeyin yerine başka şeyler geliyor. Görmediğiniz, duymadığınız, dinlemediğiniz vakit elbette unutuyorsunuz. Anılarda biraz kalmasını sağlayacak olanlar bizleriz.Şimdi ne yapayım? Ben bir radyo kurup, her gün Barış’ın parçalarını çalamam. Yapılıyor da! Bana geçenlerde Siirt’ten, ilkokul 2 talebeleri mektup yazmışlar. İlkokul 2 talebeleri doğduğunda Barış yoktu. Hiç tanımıyorlardı. Ama ders olarak okumuşlar, hocaları öğretmiş, onun felsefesini anlatmış, çocuklar duygulanmışlar ve mektuplar yazmışlar. Bunlar çok güzel.

HÜLYA OKUR- Onun ölümsüzlüğü tartışılmaz... .Nilüfer Ülkügüner Chuit, yedi sene boyunca Barış Manço ile dünyanın her yerini gezen belgesel ekibindeki asistanı. ‘‘Havaalanlarının dili olsa da konuşsa! Gündüzleri deli gibi çalışır, çok yorulurduk. Oradan oraya koşardık. Akşam olduğunda çok iyi bir masa arkadaşı olurdu. Fıkraları, taklitleri ile ekibini neşelendirirdi.’’ Sözlerini kullanmıştı bir demecinde. Barış’ın yolculukları, diyar diyar gezmesi ve uzak doğu merakındaki yarenlik dereceniz ne idi?

LALE MANÇO- Bir çok seyahatinde beraberdik. Bazı yerlerde Allah’tan tercih kullanmışım. Çocukların okulları tatil olduğu zaman öyle şeylere katılmıyordum.Çok gezisinde, hem çalışarak, mutemet ekip başı gibi, zaman zaman çekimlerine yardım ettim. Mesela iki, üç kamerayla gittiğimiz vakit, bir kamerayla ben görüntüler aldım. Teksleri Barış okudu. Görüntü yardımcılığı yaptım yani, başka bir kamerayla.

HÜLYA OKUR- “Barış Bey, çayınıza kaç şeker alırsınız derdim. ‘Sen parmağını batır, çayım tatlanır şekerim' diye cevap verirdi. Böyle kibar, centilmendi. Hanımların ceketlerini tutar, kapılara kadar geçirirdi.’’ Diye anlatıyorlar bazı bayan iş arkadaşları onu. Bayanlar ile tıpkı çocuklar gibi çok çabuk samimiyet kurmasından muziç duyar mıydınız? Ve Barış’ı severken sizi unutmayan kadınların samimiyetimiydi onların ki?

LALE MANÇO- Hiç rahatsız olmadım bu tür şeylerden. Bir kadının bir erkeği beğenmesi, ilişki olarak son derece doğal. Onlardan keyif alması. Hakikaten de çok güzel iltifat eder, çok komplimanları, şanziman yerleri güzel, iskemlesini, kapısını tutar... Bunlar çok değerli vasıflar. Bu kıskanılmaz, takdir edilir.

HÜLYA OKUR- Sizden evvel Marie Claude adında bir Belçikalı kız ile yaptığı bir evlilik bulunan Manço’nun, bu iki evlilik arasında 1971 senesinde nişanlandığı, fakat 1972'nin mayıs ayında ayrıldıkları, 1969 Türkiye güzeli, Yılmaz Güney'in arkadaş adlı filminde rol alan ve Cem Karaca'nın ilk eşi Feride Balkan'ın 1951 doğumlu kardeşi Azra Balkan ile yaşadığı aşka dair bir paylaşımımı olmuş mudur sizinle? Ve sizce o aşkı, şişede durduğu gibi tutan, dejenere etmeyen bir aşık mıydı?

LALE MANÇO- Herhalde öyleydi. Ben Barış’ın bir sürü ilişkilerini bildim, hep konuştuk . Bu arada ben insanın kanını donduracak kadar kıskanç olmayan bir kadınım.

HÜLYA OKUR- Kendine güvenli mi, karşındakine güvenli mi yani?

LALE MANÇO- Kendime güvendiğim için. Karşımdakine güvenmek ne demek? Niye güveniyim ki? O da bir erkek netice de. Onun başka birisi için bana zarar vermeyeceğine her zaman güvendim. Bir de hiç sorgulamadım. Acaba bu akşam bir yerde bir ceviz kırmış mıdır, birisine asılmış mıdır? Hiç aklımın ucundan bile geçirmedim. Hiç takmadım. Belki de bizim evliliğimizin iyi gitmesinin nedeni buydu. Ama bunu ben kendim için yaptım daha çok. Çünkü bu tip insanlarla hayat götürüyorsanız, her şeyi de kafaya takacak olursanız, cehenneme döner yaşantınız. Benim kıskanç olmamam, Barış’ın önünü mutlaka çok açmıştır. Çünkü ne kendini kısıtlamak, ne de ifade vermek zorunda kaldı.

HÜLYA OKUR- Türkiye’de aradığı kızı da bulduğunda Barış Maço, İlk karısından ayrıldığı için bütün formaliteleri tamamlarken, 9 Şubat 1972- Belçika’da ona ‘Siz Türkiye’de boşandınız ama biz; şiddetli geçimsizliği, boşanma özrü olarak kabul etmeyiz’ demişler ve korkmuş... Belçikalı yetkili gülerek ‘Belçika’da, iki karılı tek Avrupalı olursunuz. Bunun evlenmeniz için bir engeli yok. Boşandığınız ortada’ der demez Barış Manço rahatlamış. Burada iki evliliği sürdürecek bir yapısı var mıydı Manço’nun?

LALE MANÇO- Valla olsaydı çok mutlu olurdu herhalde bütün erkekler gibi. İki evlilik yapmazdı herhalde. Ama gönlünde yatar mıydı? Yatardı. (gülüşmeler)

HÜLYA OKUR- Barış Manço’nun ölüm anında yanında olan Sevil Demir için bir sorum yok fakat onun sizin evliliğiniz hakkındaki ifadesinin söz hakkını, size vermek istiyorum: ‘‘Manço isminin hatırına, o defterde nikahlı görünüyoruz. Ama herkesin kendi özel yaşantısı var. Kimse kimseye karışmıyor’’.

LALE MANÇO- Eğer bizim ilişkimiz hala gittiyse, bir takım güzel anılarda kaldıysa, herhalde böyle bir şey dememiştir. Zannetmiyorum demiş olduğunu.

HÜLYA OKUR- Fransa'da politikacılardan, sosyalizmin son büyük adlarından Mitterand'ın cenazesine karısı ve sevgilisi birlikte katılmışlardı. Bu tür bir ganilikle onun hayatından geçen kadınları kabul ettiniz mi?

LALE MANÇO- Azra Balkan geldi cenazesine. Başkaları da gelmiştir eminim ki.

HÜLYA OKUR- Yılmaz Güney'in eşi Fatoş Güney de genç bir kadın olarak bütün maziyi sırtında taşımış, devleşmiş eşi için def edemediği yalnızlığın acısını çekmişti. Halka mal olmuş erkeklerin ölümünden sonra eşlerinden kendilerini yok etmeleri neden istenir sizce?

LALE MANÇO- Esasında hep düşündüğüm şeydir. Bu bir anlamda kendilerinin taşımak istedikleri vefa duygusunu, birisinin sırtına yükleyerek onda taşıtmaktır. Bu kimse için beklenmez. Çocukları için beklenmez, arkadaşları için beklenmez, kardeşleri için beklenmez... İlle karsından beklenir. Bu vefa duysunu sen, herkes için göstermek durumundasın. Biraz herhalde başlarından atmak için yapıyorlar bunu diye düşünüyorum. Çünkü bu saatten sonra kimsenin; Barış Manço için, ah, vah deyip kendi haytalarını bozacak durumları yok. Birisi düşünsün, götürsün yeter diye bakıyorlar herhalde.

HÜLYA OKUR- Yine aynı kadın, oğluna;‘Babamın manevi, siyasi ya da kültürel mirasını taşıyacağım' diye kendine yüklenme. Baban değerli bir insandı, iyi bir sanatçıydı, bir mücadele insanıydı. Ama sen bunların hiçbirinden sorumlu değilsin. Senin kendine ait bir kişiliğin olmalı.”demişti. Sizde oğullarınıza bir MANÇO sorumluluğu yüklediniz mi?

LALE MANÇO- Aşağı yukarı bende ona benzer konuşmalar yaptım çocuklarımla. Doğukan, o zaman 16 yaşında falandı. Her gelen:” Bu evin erkeği sensin”diyordu. Çocuğa sürekli olarak mesuliyet yüklemeye çalışıyorlar. Dedim ki:”Sen bu ailenin sadece çocuğusun. Hiç bir şey’i değilsin. Şu anda o görev bende. Kimse de senden böyle bir şey beklemiyor. Ve hiçbir zaman da beklemeyeceğiz. Senin yapacağın tek bir şey var; kendi hayatını kurtarıp, kendi ayaklarının üzerinde durup, babana layık bir evlat olmak. Ama ne onun gibi, ne ondan iyi olmak zorundasın. Bu senin hayatın”demiştim.

HÜLYA OKUR- Asker kaçağı olarak arandığını öğrenmek Barış Manço’ya çok dokunmuştu ve Okul belgelerini yeniden onaylatmak için Belçika’ya gitmiş, Fransa’da Öğrenci İşleri Müfettişliği’ne damgalatmıştı. Oğullarınız için askerlik konusunda izlediğiniz program nedir? Asker olmalarının gururunu, onlardan ayrı kalma pahasına yaşayacağınız zamanı öngörebiliyor musunuz?

LALE MANÇO- Kesinlikle. Bekliyorum da.

HÜLYA OKUR- Barış Manço, ‘Ülkücü’ olduğu iddiaları yoğunlaşınca Suadiye Atlantik konserinde SOL yumruğunu havaya kaldırıp şarkı söylemiş. Siz, şarkılarına yansıtmadığı ideolojileri için kahırlandığına şahit olmuş muydunuz? Yaşasaydı bugünkü siyasi tabloyu nasıl değerlendirirdi?

LALE MANÇO- Barış ne sol yumruğunu kaldırdı, ne de kimsenin görmek istediği şekilde kurt işareti yaptı. Bütün bu ideolojileri son derece dengeli bir şekilde götürdü. Yani öbürleriyle ters düştü, ne onlarla. Çünkü bir sanatçının amacı; kamplaşma içinde olmak değildir. Toplumun her kesimine olduğu gibi hitap edebilmektir. Çünkü sanatçı kendi özümlediklerini halka paylaşmak durumundadır. Bunu en dengeli, en güzel götüren insanlardan bir tanesiydi. Çok da başarılıydı bu konuda. Her ne kadar bir şemsiye altına sokmak isteseler de, o şemsiyelerin hiçbirinin altına girmedi Barış. Bugünde olsaydı aynı şekilde olsa, kendi görevini yapardı. Herhangi bir ideolojiyi savunacağını veya bir şeye bi’ad edeceğini sanmıyorum. Barış bunun için bu kadar sevildi. Çünkü herkese eşit mesafede durdu.

HÜLYA OKUR- Bedialarla hayatınızı sürdürüyorsunuz. Bundan sonra sizi nerelerde göreceğimizi ve kendiniz için hayattan neler istediğinizi sormak istiyorum son olarak.

LALE MANÇO- Beni hiçbir yerde görmeyeceksiniz. Görünebileceğim tek şey, Barış Manço ile ilgili yapılacak aktivitelerdir. Derneği aktive edeceğim. Onun dışında bir şey yapmak istemiyorum. Çocuklarım bir an önce hayat adım atsınlar diye bekliyorum. Çok güzel, sakin, durağan bir hayatım var. Şu yaşamımdan çok memnunum. Bunu böyle devam ettirmeye çalışıyorum. Eşimin iki çocuğu var. Onları da güzel bir şekilde yetiştirmeye çalışıyorum. Kendi adıma hayattan çok güzel şeyler gördüm. Çok kıymetli bir eşim oldu. Onunla yaşadığım hayat, birkaç kişinin hayatına bedeldir. Hiçbir beklentim yok. Beklentim yok derken, ümitsizlikten değil, her şeyi çok güzel yaşadığım için, her şeyin en güzelini gördüğüm için.

HÜLYA OKUR- Doyuma ulaştınız.

Önceki
Önceki Konu:
Vamık Volkan
Sonraki
Sonraki Konu:
Tahsin Burcuoğlu

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu