Alm. Logik, Fr. Logique, İng. Logic. Doğru düşünmeye yarayan bir âlet ilmi. İnsanın yalnız akıl ve zihin faaliyetlerini ele alan, doğru düşünmenin şartlarını ve kurallarını bildiren bir ilim dalıdır. Güvenilir kaynaklardan temin edilen bilgilere dayanılarak nasıl düşünülmesi ve bir hükme varılması gerektiğini ve böylece doğruya, hakikata nasıl ulaşılacağını gösterir. Bilginin kaynağı üçtür. Güvenilir haber, beş duyu organı ve akıl. İlahî vahy, bilginin kaynaklarından güvenilir habere dâhildir. (Bkz. Vahy)
Mantık, düşüncenin doğru ve yanlış olduğunu ortaya koymakta yardımcı bir ilimdir. İnsanın doğru düşünmesini düzenlemeye çalışır. Bunun için birçok prensipler ve çeşitli araştırma usulleri tesbit edip kânun şekline koyar. Böylece, insanın hakîkatı, doğruyu bulmasına ve yanlışı (bâtılı) reddetmesine yardımcı olur. Mantık, din ilmi değildir. Din ilimlerini tahsil etmede, anlamada âlettir, yardımcıdır.
Mantık, Arapça “nutuk” kelimesinden türemiştir. Nutuk, lügatta hikmet ve akıl mânâlarına gelir. Ayrıca söz demektir. Latince “logos” kelimesinden türeyen logique veya logic aynı mânâdadır. Aristo bu ilme, “gerçeği bulmaya yarayan araç” mânâsına gelen (organon) adını vermişti. Ortaçağda Yunan felsefecilerinin mantık ilmi adı altında yazdıkları ve yaydıkları bozuk, sapık fikirlerini, inanışlarını İslâm âlimleri tek tek inceleyip reddettiler.
Abbâsîler zamânında “Beytül-hikme” adı ile kurulan üniversitede en geniş şekilde okutulan bu ilim, İslâmî ilimlerin bir kolu hâline geldi. İslâm âlimlerinden İmâm-ı Muhammed Gazâlî, İmâm-ı Ahmed Rabbânî ve daha birçokları, Yunan felsefesini inceleyip, didik didik etmiş ve bunların ilimde noksan, hakikatten, doğru yoldan ayrılmış ve yazdıklarının çoğunun yanlış olduğunu bildirmişlerdir.
Mantık, hem ilim hem de sanattır. İlim olarak mantık, eldeki mevcut delillerden sağlam sonuçlar elde etmeye yarayan bir prensipler manzûmesidir. Sanat olarak ise, bu prensiplerin etrafımızdaki dünyâya düzen vermekte kullanılması ve var olanın anlamaya çalışılmasıdır.
Mantık, insan düşüncesini doğruya, hakîkata ulaştırmada bir vâsıtadır. Hakikatın kendisi değildir. Nitekim kendi düşüncesinin doğruluğuna çok güvenen veya kendi fikrini çok beğenenler umumiyetle en büyük hatâya düşen kimseler olmuşlardır. Fanatik düşünenler hep böyledir. Halbuki, “kişinin noksanını (haddini) bilmesi kadar irfân olmaz” denilmiştir.
Mantık, akıl yürütme hatâlarının bilinmesi ve bunlardan kaçınılması için öğrenilmesi gerekli bir ilimdir. Nitekim İslâm âlimlerinden İmâm-ı Şâfiî; “Kötülüğü, yapmak için değil, ondan sakınmak için öğrendim.” buyurmuştur. Mantıkî düşüncenin yâni doğru kıyasın (akıl yürütmenin) sağlanması için genel prensipler, özel durumlara tatbik edilir. Burada kabuller ve çeşitli teknikler öğrenilir. Akıl yürütmede yön verici prensiplerin bulunması veya hatâlı prensiplere dayanılması; hatâya, yanılmaya sebeb olur. Tümevarım teknikleri ile eski kabuller denenip yeni prensipler ortaya konabilir.
Mantık ilmine, doğru akıl yürütmenin şartlarını ortaya koyan “Zihin Kânunları İlmi” de denir. Zihin kânunları, duygu ve ihtirasların etkisi altında kalmayan saf ve selîm aklın düşünüş şekilleridir. Mantıklı düşünüşün temel prensiplerine “aklın prensipleri” denir. Bütün matematik ve tecrübî (deneysel) ilimler bu prensiplere dayanır. Genel mantık ile gözlem ve deneye dayanan tatbikî mantık, yâni metodoloji de yine bu prensiplerden çıkar. Onlara dayanmadan olayları incelemeye, aralarındaki kânunları araştırmaya imkân yoktur. Bu prensiplerin varlığından bir an bile şüphe etmek, düşünme imkânından vazgeçmek ve tabiat düzeninden, bundan dolayı da bütün ilimlerden şüphe etmek demektir. Aklın prensipleri şunlardır:
1. Aynılık prensibi: Bir şey, ne ise odur.
2. Tenakuzsuzluk prensibi: Bir şey, aynı zamanda hem kendisi, hem başkası olamaz veya bir şey, aynı zamanda hem var, hem yok olamaz.
3. Sebeplilik (determinizm) prensibi: Her şeyin bir sebebi vardır.
Çocuk düşünüşünü ve ilkel düşünüşü, mantıklı düşünüşten ayırmamıza imkân veren bu prensiplerdir. Zihin hayâtı, mantıklı düşünüşün ilk şartı olan bütünlük ve birliği, bu prensiplerle sağlar. Bozulmuş akılda, mantıklı düşünüşün bu temelleri de sarsılmış olur. İhtiras sâhibinin akıl yürütmeleri ve hükümleri, ihtirâsını ilgilendiren meselelerde buna tâbi olduğundan, onun bu gibi durumlarda serbest karar verme kâbiliyeti yoktur.
Şu kadar var ki, her şeyi akıl ile anlamaya, akla uydurmaya kalkışan ve yalnız aklın beğendiğine inanan kimseler, hakikata, doğruya ulaşamamaktadırlar. Böyle kimseler, aklın erebileceği şeylerde doğruyu bulabilir ise de, aklın kavrayamadığı, erişemediği birçok şeyde yanılıyor, aldanıyorlar. Meselâ; mutlak varlık (Allah), ruh, Cennet, Cehennem gibi mânevî varlıkların mâhiyeti akıl ile anlaşılamıyor. Nitekim eski Yunan felsefecilerinin ve şimdiki komünistlerin sonra gelenleri, öncekilerin yanlışlarını çıkarmış, birbirlerini beğenmemişlerdir. Felsefeciler, sık sık yanılan aklın esiri, mahkumu kimselerdir. Bunlar tecrübe etmeyip, akıl ile söylediklerinde ve deneyleri açıklarken vehimlerine, hayallerine kapıldıkları zamanlarda aldanıp, zararlı oluyorlar.
Filozoflar, aklın üstüne çıkamamış kimselerdir. Halbuki aklın üstünde yer alan ve tamâmen ilâhî bir kaynağa, yâni vahye de bağlanan İslâm âlimleri, zamanlarına kadar olan fen bilgilerini okuyup, seksen bilgiyi iyi öğrendikten sonra, İslâmiyetin gösterdiği yolda, kalplerini açarak, nefislerini temizleyerek aklın erişemediği bilgilerde de doğruyu bulmuşlar, hakîkata varmışlardır. Çünkü akıl, göz gibidir. Din bilgileri de ışık gibidir. Yâni insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Göz karanlıkta göremediğinden, Allahü teâlâ güneşi, ışığı yaratmıştır. Akıl da, yalnız başına mâneviyâtı, faydalı zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için peygamberleri ve onlarla duyurduğu din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız doğruyu bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulunamazdı. İslâm âlimleri, aklın erdiği şeylerde ona güvenmişler, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu göstermişlerdir.
Mantık ilminin bölümleri: Mantık, iki büyük bölüme ayrılır: Formel veya genel mantık, metodoloji ve özel mantık.
1. Formel veya genel mantık: Buna sûrî mantık da denir. İnsan düşünmeyi ve istidlâli (akıl yönetmeyi) zihin ile yapar. Formel mantık, zihnin kendisini ele alır. Zihnin işleyiş kânunlarını inceler. Düşünmenin konusunu, maddesini dikkate almaz.
Zihnî hayatta biri diğerini tamamlayan üç çeşit faaliyet vardır: Fikirler (tasavvur, terim); Hükümler (kaziyye, önerme=propositions) ve İstidlâl (kıyas, akıl yürütme+inference=reasoning). Masa, kedi, taş gibi zihinde hayal meydana getiren canlı, cansız her şey fikirdir, terimdir. Fikirler, mefhumlar arasındaki alâkaya ve bunun söz ile ifâdesine hüküm (önerme) denir. Meselâ “her insan canlıdır” sözü bir hükümdür. Bilinen fikir ve hükümler yardımı ile bilinmeyenleri çıkarmaya da istidlâl (akıl yürütme) denir.
İstidlâl iki ana dala ayrılır: Tümdengelim (genelden özele, tâlîl=deduction); tümevarım (özelden genele, istikrâ=induction). Tümdengelim mantığının kurucusu M.Ö. 4. asırda yaşayan Aristo olarak bilinir. Aristo’nun tümevarım mantığı üzerine de çalışmaları vardır. Aristo’nun bütün bu çalışmaları Organon başlığı altında toplanmıştır.
2. Metedoloji ve özel mantık: Zihnin düşündüğü şeyleri inceler. Zihnin dış varlıklardan, türlü olaylarda, gerçeği arama yollarını gösterir. Mantığın en verimli koludur. Bundan dolayı mantığın bu bölümüne “tatbikî mantık” da denir.
İslâm dünyâsında mantık: İslâm âlimleri aklın erdiği ve ermediği bilgileri kapsayan nakli esas alarak, rasyonel düşünceye ve doğru hüküm çıkarmaya büyük önem vermişlerdir. Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez demişledir. Mantık; dil (konuşma, nutuk) ile ilgili olduğundan ilm-i beyâna da önem verip, lafız, külliyâte hams (beş tümel) târif (tanım), burhan (ispat), cedel (diyalektik), hitâbet, şiir, safsata esaslarını anlatmışlardır. Tümdengelim (dedüksiyon, istidlâl) Endülüs yolu ile Avrupa’ya girmiş ve rönesansı etkilemiştir. Rönesanstan sonra Bacon Descartes, Aristo’yu ve Aristoculuğu tenkid ettiler ve Metodolojiyi etkilediler. deneye dayanılması gerektiğini savundular. On dokuzuncu yüzyılda Sembolik Mantık çalışmaları başladı ve De Morgan (1806- 1876), Boole (1815-1864) cebir işlemlerini mantığa uygulamak istediler. Russel (1872-1970) ve Whithead lojistik adı ile Sembolik Mantığı kurdu ve Hilbert ve Bernays Grundlagen der Mathematik (1939) ile matematiğe uygulanan mantığı geliştirdi.
İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî gibi İslâm âlimleri tefekkür (düşünme), kelâm (diyalektik) ve kıyas (doğru akıl yürütüp benzetme) gibi hususlara ehemmiyet verirken, kâinât (evren, âlem) kadimdir yoktan var olmamıştır, diyen Aristo ve bunun tâkipçileri olan İbn-ür-Rüşd, İbn-i Sînâ ve Farabî gibi filozofların küfre varan hatâlarını ortaya koydular. Aristo’dan sonra gelen ve Aristoculuğu tenkid ederek sâdece deneye (gözlem, tecrübe) güvenen Bacon ve Descartes ise çok kere yanılan his uzuvlarına (duygu organlarına) dayandılar. Bu da yerine göre yanılmalara yol açtı. Daha sonraları ortaya çıkan ve matematiğe ve dolayısıyle diğer birçok ilimlere temel olarak kabul edilen sembolik mantık ise, rakam ve sembollere dayanmakta olup kelimelerin ifâde ettiği kavramların hepsini kapsayamaz. Sözün özü şudur ki, her şey kendi sınırları içinde ve kendi yerinde, yâni hikmete uygun kullanılırsa hatâdan kurtulunur. Akıl da bu çerçeve içinde işgörür.
İslâm âleminde mantık ilmine dâir yazılan eserler: İslâm dünyâsında yazılan mantık ilmine âit eserlerden belli başlıcaları şunlardır:
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.