Cariye pazarında bir Fransız kontuna satılan Çerkez Kızı Ayşe'nin Paris'te yaşadığı acılar, aşkı, fedakkarlığı ve okuyanı ürperten bir edebiyat şaheseri olan mektupları...
Rilke ile tanıştığım ilk eser Malte Laurids Brigge'nin Notları'ydı. (Malte Laurids Brigge'nin Notları, Çeviren: Behçet Necatigil, İstanbul 1966, De Yayınevi) Malte Laurids'un Paris ile boğuşmasını büyük bir merakla okurken rastladığım dip not, beni ustanın sanatından koparıp aldı. Gördüğüm nota inanmakta zorluk çektim.
Bir Osmanlı kızı dünyanın en güzel aşk mektuplarına imza atmıştı ki okuyanlar bu mektupların üslup ve içeriği karşısında sarsılmaktan kendilerini alamıyordu. Üstelik bu eser Fransa'nın en ünlü klasikleri arasındaydı...
Bir Borges eseri okuyor olsam, 'iyi kaynak uydurmuş yine kör bilge' der geçerdim. Ama bu kez durum farklıydı...
Düşünün ki dünyaca ünlü bu mektuplara 'bizim kızımız' imza atmıştı ve bunlar hâlâ el üstünde tutulan birer Fransız şah eseriydi. Benim gibi bir kitap kurdunun bunca zaman bu eseri duymamış olmasına hayret ettim.
Tabî hemen Matmazel Aisse'nin Mektupları'nın peşine düştüm. Önce Türk yayın dünyasını bir taradım ve bu eserin Türkçe'ye çevrilmemiş olduğunu hayretle gördüm.
AİSSE'NİN İZİNDE
Dünyada ilk kez o gün Fransızca bilmediğime pişman oldum. Ne zordu insanın dil bilmeden araştırma yapması. Adam gibi dil bilen bir dostunun olmaması, dil bilen bulunsa da aşk duygusundan yoksun idelojilere sıkışıp kalmış bir beyin taşıması... Velhasıl Matmazel Aisse'nin kim olduğunu ve eserini bulabilmek için olağanüstü bir çaba sarf etmem gerekiyordu.
Pes etmedim. Sözlükleri, ansiklopedileri tek tek tarayarak Aisse'nin izini aradım. Matmazel Aisse'nin aslında Çerkez Kızı Ayşe olduğunu ve cariye olarak bir Fransız asilzadesine satıldığını öğrenmem uzun zaman almadı. İp uçlarını takip ederek uzun süren bir çaba sonunda öyküyü tamamlamayı başardım.
Şimdi size o meşhur Çerkez kızının öyküsünü anlatacağım.
FRANSA'NIN "MECNUN'U TERK EDEN LEYLASI"
Fransa'da Matmazel Aisse'nin hüzünlü aşk hikayesi neredeyse Doğu'nun Leyla ile Mecnun hikayesi kadar yaygın ve derin izler bırakmış bir öykü. Öyle ki bu öyküyü konu alan yüzlerce araştırma, binlerce makale ve hatta ondan etkilenerek yazılmış düzinelerce roman, öykü ve hatta ünlü Fransız sanatçıların sahnelediği tiyatro eserleri bile var.
Tam adı "Matmazel Ayşe'nin Madam Caladirini'ye Mektupları" (Aïssé, Charlotte Elisabeth. Lettres de mademoiselle Aïssé à madame Calandrini) adını taşıyan eserin ilk baskısı Fransız İhtilalinden iki yıl önce (1787) yapıldığında kelimenin tam anlamıyla Paris'te yer yerinden oynamış. Eseri notlar düşerek yayınlayan ise Fransız İhtilalinin mimarlarından Voltaire. Voltaire mektupları yayınlamak için tam 17 sene düşünmüş. (Kimi rivayetlere göre, mektuplara yer yer kendi kalemini de katmıştı)
Aslında, o gün eserin bomba etkisi yapmasının nedeni, mektupların edebi önem ve üslubundan çok Ayşe'nin kimliği ve sosyal konumuydu. Yaşadığı dönemde sosyetenin gıpta ettiği egzotik güzellik abidesi Çerkez kızının öyküsü tam unutulmaya yüz tutmuşken yayınlanan mektupları onu bir daha hiç unutulmamak üzere Fransız tarihinin ölümsüz simaları arasına kattı.
"Peki kimdi bu adı efsaneleşen Çerkez kızı Ayşe?" diye isyan ediyorsunuz doğal olarak. Şimdi sıra onun hayat hikayesine geldi.
ÇERKEZ KIZI AYŞE'NİN DRAMI
Her ne kadar Voltaire istisna bir Fransız aydını olarak, Türkler konusunda adaletli davranıp, yer yer övücü sözler sarf etmiş olsa da, Ayşe'yi anlatan Fransız edebiyatçıları korkunç bir Çerkez köyü baskını ile öyküye girmeyi tercih ediyorlar. Devşirme toplayan Osmanlılarca, Çerkez köyünün vahşice yakılıp yıkışı ve yapılan talanın tasvirini okurken, sanıyorsunuz ki İstanbul'u yerle bir edip, kendi dindaşlarını vahşice katleden Haçlı Ordusu askerlerinin ruhu Osmanlı baskıncılarında yeniden doğmuş!
Gerçek olan şu ki, Ayşe çok 4-5 yaşlarında iken bir şekilde köle pazarına getirildi ve dönemin Fransız Büyükelçisince satın alındı. Bu satış 1697 ya da 1698 yılında oldu. (O yıllarda Çerkez kızlarının gayri Müslimler tarafından satın alınmasına hukuk engel yoktu. Fransız Büyükelçisi Kont de Ferriol ise zaten evlat edinmek için (!) küçük bir kız çocuğuna 1500 altın saydığı için hiç pürüz çıkmadı.)
İstanbul'da içkiye ve esrara olan düşkünlüğü ile tanınan ve saraydan mümkün olduğunca uzak tutulan Kont, bir kez dahi saraya alınıp Sultanın huzuruna çıkartılmayacak sevilmeyen bir tipti.
İşte o Kont de Ferriol tarafından, 22 Haziran 1698'de İstanbul'dan bir gemi ile Paris'e gönderilen talihsiz Çerkez Kızı Ayşe artık ömrünü sonuna kadar bir 'Fransız kızı' olacak ve çile dolu bir ömür sonrasında vatanından uzaklarda acı içinde son nefesini verecekti. Adı artık 'Elisabeth-Charlotte idi. Ama onu yakın çevresi hep Ayşe'nin Fransız aksanı ile söyleniş şekli olan 'Aisse' olarak çağırmayı tercih etti.
Ayşe, 18 yaşına geldiğinde, manastır eğitimi almış genç bir Fransız asilzadesiydi. Güzelliği ve mahzunluğu nedeniyle erkekler, onun çevresinde pervane oluyordu. Fransa'da kraliyet rejiminin en sorunlu yıllarında büyüyen Ayşe, yaşanan sosyal çalkantıların arasında son derece ünlü isimlerle tanıştı.
Paris'te, herkeste derin bir hayranlık uyandıran Ayşe; yaşadığı ahlaksızlık ortamında, saflığını ve erdemini korumayı başarmıştır. Bir Fransız nezaketiyle yetişen Ayşe, Ferriol ailesinin konumu nedeniyle, yönetimde söz sahibi asilzadelerle tanışmış ve siyaset dünyası ile de ilgilenmiştir . Voltaire, Montesquieu, Fontenelle ve Madam Deffand ile tanışmış; Madam Staal - Delaunay ile arkadaş olmuştur . Staal - Delauney, anılarında, Aisse'yi; o dönemin en önemli kişileri arasında göstermiştir.
BÜYÜKELÇİNİN AYŞE'YE YÖNELİK HİSLERİ
İstanbul'da sarayı çileden çıkaran Kont de Ferriol, yaşanan büyük bir tartışma sonrasında kendi ülkesinden de destek bulamayarak 61 yaşında Paris'e döndüğünde; Ayşe gençliğinin en alımlı günlerindeydi. Kont'un Ayşe'yi ileriye yönelik bir cinsel obje olarak satın alıp almadığı konusunda pek çok dedikodu mevcut.
Kont ile Ayşe'nin ilişkisinin niteliği konusunda bir netlik yok. Ama herkesin ortak fikri o ki Kont bu konuda hiç masum değildi. Hatta Ayşe'nin mektuplarını tasnif eden ve onunla arkadaşlığı bulunan Voltaire'in yayınladığı metinlerde Kont, Ayşe'yi kendisini sevmeye zorlayan ihtiraslı bir aşık olarak sunulur ki o yılların Fransa'sında "aşk" şehvet duygusuyla tanımlanacak kadar yozlaşmış bir kavramdı. Büyülelçi ile Ayşe'nin cinsel anlamda bir birlikteliği olup olmadığı ise meçhul...
Ancak Ayşe'yi tarihe geçirecek ve üzüntüden verem edip öldürecek olan, 1719 yılında tanıştığı Şövalye Blaise Marie d'Aydie ile başlayan yıldırım aşkıydı. İşte bu aşkın başladığı yıllarda kıskançlık krizlerine tutulan Kont'un Ayşe'ye görevlerini hatırlatan "efendisi" olarak yazdığı mektup, Çerkez kızının dramının en trajik noktalarındandır. Ki bu mektuptan dolayı Ayşe'nin mektupları "Kadın Hakları Savunucuları" ve Feminist hareketin öncülerince önemsenmiş, gündemde tutulmuştur.
Kont'un ömrü çok fazla olmadı ve 3 sene sonra 1922 yılında hayata gözlerini yumdu. Kont ölürken vasiyetinde Ayşe'ye de hatırı sayılır bir miras bırakmayı ihmal etmedi.
AYŞE, SEVGİLİSİ İÇİN AŞKINI FEDA EDİYOR
Kont'un ölümü Ayşe'yi sevdiği şövalye ile buluşturmaya yetmiyordu. Çünkü d'Aydie Malta Şövalyeliği de yapmış oldukça soylu bir ailedendi. Perigod kökenli aile Cizvit okullarında yetiştirdikleri oğullarının bir "köle" ile evlenmesine izin vermiyordu. Yine de D'Aydie bütün gemileri yakıp Ayşe ile evlenmeye hazırdı. Hatta bu arada Ayşe'den bir çocuk sahibi olacak kadar ileri gidip, şansını zorlamayı ihmal etmedi. Kızına Celinie adını vererek babası olarak vaftiz de ettirdi.
Ancak Fransız soylularının asırlık feodal geleneklerine göre bu evlilik, onun bütün istikbalini tehlikeye atacak bir gelişmeydi.
Ayşe gelinen noktada kendisini feda ederek, sevdiği erkeğin istikbali için evlilikten vazgeçtiğini söyledi. Onun bu fedakarlığı herkesin büyük takdirini kazanırken, yıllar sonra adının bir efsaneye dönüşmesinin de temelini oluşturdu.
AYŞE İÇİNİ MEKTUPLARA DÖKÜYOR
Bir köle olarak bir Fransız soylusunun asaletini kirletmemek adına sevgilisinden feragat eden Ayşe, duygularını ve yaşadığı acıları mektuplara döktü. Cenevreli dindar dostu ve hamisi Madam Caladirini'ye yazdığı mektuplarında feragatinden sadece bir iki cümle ile bahsederken, daha çok gençlik yıllarında ihtiras ve heveslerini dizginleyemediği için yaşadığı vicdan azabından söz etmeyi yeğliyordu.
Bozulan Fransız soysal ahlakında kadınların artık ne denli hafifleştiğini ve birer zevk bebeği haline geldiğini dostuna aktarıyordu.
SATIRLARA GÖMÜLEN ACILAR
Ailesinden kopuk, anasız-babasız büyümenin verdiği acılar, sevgilisinden uzak kalışının acıları mektuplarında insan tüylerini ürpertecek betimlemelerle veriliyordu. Mektuplardan en fazla acı damıtmak mümkün çünkü Ayşe çok ama çok acı çekiyordu.
Ki, zamanla verem olmaktan kurtulamadı ve kan tükürerek yalnızlık içinde hayata veda etti:
Son mektuplarında yer alan şu ifadeler onun ne denli mutsuz bir ömür geçirdiğinin belgesi olmaya yetiyordu: "Devamlı öksürüyor ve kan tükürmeye devam ediyorum... Gün geçtikçe zayıflıyorum. Ölüm düşüncesi beni sandığınızdan daha az kederlendiriyor. Hiç kimse benden daha mutlu olamayabilirdi; oysa ben şu an hiç mutlu değilim. Çirkin davranışım beni zelil kıldı."
AYŞE'NİN KIZI CELİNİE VE TORUNLARI
Ayşe'nin kızı Celinie bir soylu ile evlendi. Evliği kısa sürdü ve onun da bir kız çocuğu oldu. O kız çocuğu Andre de Bonneval ile evlendi ki Ayşe'nin mektuplarının bir kısmı bu ailenin kütüphanesinden çıkartılmıştır.
Humbaracı Ahmet Paşa bu aileden
Bonneval ailesinin bir ferdi yıllar sonra Osmanlı'ya sığınacak, bir Mevlevi dervişi olarak ordunun çok önemli bir sınıfının kuruculuğunu yapacaktı. O isim, Osmanlı Tarihlerinde Humbaracı Ahmet Paşa adıyla bilinen adı Le Comte Claude Alexandre de Bonneval idi.
Tarih dikkatli gözle bakmasını bilenler için ne garip gizemler gizliyor değil mi?
AYŞE'NİN MEKTUPLARININ EDEBİ YERİ
Ayşe'nin mektuplarının Fransa'yı sallamasının en büyük nedeni belki de 'Aşk' denildiğinde o yıllarda akla sadece şehvetin ve bedenin geldiği bir ülkede "sırdaşlık samimiyeti ile" doğrudan sevgiliye değil, ona olan sevginin bir sırdaşa açılmış olmasındandı.
Hissettiği ve inandığı gibi, içten yazan Ayşe , mektuplarında; dünyevi hayatı, ibret veren öyküleri, küçük saray dedikodularını, tiyatro salonlarını, ve sokaktaki yaşamı tüm çıplaklığı ile sunuyordu. Hassas izlenimleri, mektuplarındaki öykülere; hareketlilik ve akıcılık katıyordu. Ayşe'nin mektupları; ne çağının örnekleri gibi kısa bildiri şeklindedir , ne de aşk çığlıkları içerir. Sırları sırdaşa yansıtan bu mektup şekli, Fransız edebiyatında bir ilkti. "Sırdaş mektup" türü; yıllar sonra pek çok Fransız yazar tarafından kullanılacak ve onları da meşhur edecekti. Ama tabi ki hiçbir Ayşe kadar yalın ve asil bir üsluba sahip olamayacaktı...
xxxx
AYŞE'NİN MEKTUPLARINDAN ÖRNEKLER
Çeviren : Mukaddes Çaydamlı
Madam Calandrini'ye
Paris - 1726
Sizinle söyleşmek en büyük zevkim. Mektuplarımın daha az yavan ve daha ilginç olmalarını istediğimden, size duyduğum haberleri yazıyorum.
Paris`teki tüm dedikoduları yazmak istemem. Düzmece ve abartılı haberlerden kaçındığımı bilirsiniz.Bu yüzden , size yazdıklarımın hepsi gerçek.
Dün İngiltere`den aldığım bir mektupta, Matmazel Saint - Jean`ın Hindistan şirketi hazinedarının oğlu Mösyö Knight ile evlendiği yazılıydı. Onun, çok büyük bir servet sahibi olduğu söyleniyor.
Ey para! Ne çok övünmeyi boğmakta, ne çok kendini beğenmişliğe boyun eğdirmekte, ne dürüst düşünceleri yok etmektesin. Sadece soyluluğuyla övünen o çok zengin Milord, biricik kızını, sözde saygıdeğer biriyle evlendirdi . Bunu düşünebiliyor musunuz? Oysa ki; o ,yüksek rütbeli bir devlet adamına yakışırdı . Paris`e gelip kocasının ailesini görecek. Onun bu niteliği, kendi diğer niteliklerinden çok farklı tabii ki. Eminim ki canı çok sıkılacak ve sabrı da taşacaktır .
Size hoş bir öykü anlatayım . ......."
***
Madam Calandrini'ye
Paris - Ağustos 1727
İşte, daha trajik olan bir başka macera. Villers - Cotterets'den saygıdeğer bir kişi ve uşağı, atla yolculuk etmekteymiş. Ormandan geçerken, genç bir adam tarafından saldırıya uğramışlar. Saldırgan, içinde 50 altın olan para kesesini, altın saati ve iki atı alarak; yolcuları, şaşkın ve ne yapacağını bilmez durumda bırakmış.
Yolcular, ormanda ilerlerken, karşıda bir ev görmüşler. Adam, orada oturanın kim olduğunu öğrenmesi için, uşağını yollamış . Oturanın, kendisiyle birlikte orduda hizmet etmiş bir arkadaşı olduğunu öğrenince; bu zor durumunda, iyi insan olarak tanıdığı bir arkadaşına rastlamış olması onu sevindirmiş.
Eve ulaştıklarında, çok iyi karşılanmışlar. Arkadaşıyla birlikte, karşılaşmalarına neden olan kötü olaydan, uzun uzadıya söz etmişler . Arkadaşı, ona yardımcı olabileceğini söyleyip, kendisine para vermiş.
Akşam yemeğinden bir süre sonra, içeriye bir genç girmiş . Ancak , hiç sesini çıkarmadan , yatmak üzere kendisine ayrılan odaya çekilmiş . Odada , uşağı ona : ''Bayım , tehlikeli bir yerdeyiz. Ev sahibinin oğlu, bizi soyan gençtir. Ahırdaki atlarımızı alıp hemen gidelim!'' demiş .
Adam , ona hiç sesini çıkarmamasını söylemiş. Evdekilerin uyuduğundan emin olduğunda, arkadaşının odasına gitmiş. Onu uyandırarak, büyük bir üzüntüyle, kendilerini soyan kişinin onun oğlu olduğunu; ancak , polise gitmeden önce, durumu öğrenmesinin daha iyi olacağını söylemiş.
Babanın üzüntüsü, anlatılmaz derecede büyük olmuş. Karşılaştığı bu sürpriz ve duyduğu üzüntü, öylesine büyükmüş ki; adamcağız, o an bayılmış . Ayıldıktan sonra, kızgınlıkla, uyumakta olan oğlunun odasına gitmiş. Masanın üstünde , arkadaşının saatini ve armasının kaşesini bulmuş. Gürültüyü duyan oğlu, korku içinde kalkarak , kaçmak istemiş.Kızgınlıktan aklı başında olmayan baba, masanın üstünde bulduğu bir silahla, oğlunu oracıkta öldürmüş. Daha sonra, herkesten özür dilemiş.
Bu kadar haklı bir kızgınlık sonucu yapılan bu hareket affedilebilir. Oğlunun , hırsız bir serseri olduğunu öğrenen dürüst bir babanın duyduğu üzüntü, öylesine büyük ki kendisini kaybetmemesi mümkün mü?
***
Madam Calandrini'ye
Paris - 1733
Bugün sizinle , uzun uzadıya konuşamayacağım. Ancak, dileklerinizin gerçekleştiğini söyleyebilirim . Şükürler olsun ki, isteğinizi yerine getirdim ve Hıristiyan oldum. Çok rahatım ve hatalarımdan dolayı da çok pişmanım. Tanrı, erkenden canımı almazsa, bundan vazgeçmeme konusunda kesin kararlıyım . Artık, görevlerimi yerine getirmek için, Tanrı'ya sığındım. Papaz Boursault'ya günah çıkartalı, yarın 8 gün olacak. Hayatımın son günlerini, mutsuz olarak geçirmeyi önledim.
Öyle güçsüzüm ki, yataktan kalkamıyorum. Devamlı nezleyim. Doktorum, bana büyük bir özen gösteriyor; o benim dostum! Her şeyden mutluluk duyuyorum.Çevremdeki herkes, bana merhametle bakıyor. Zavallı yardımcım Sophie, bedenime ve ruhuma uyguladığı bakımla, bana öyle güzel bir örnek oldu ki; benim daha anlayışlı olmamı sağladı.Bana nutuk çekip, nasihat vermedi . Ancak, onun sessizliği, dünyadaki bütün öğütlerden daha etkili oldu. Ben ölünce, hiçbir şeyden yoksun kalmayacak.Arkadaşlarım, onu o kadar çok seviyorlar ki; onu terk etmeyecekler.Onu emin ellere bırakmış olmanın rahatlığını yaşıyorum.
Elveda, sevgili madam! Artık yazma gücüm kalmadı.
Sizi düşünmek, bana sonsuz bir mutluluk veriyor sevgili dostum! Oldukça zavallı bir hayat sürdüm. Küçük bir mutluluğu bile hak etmedim mi? Kendimle baş başa olamıyor, düşünmekten korkuyordum.Yanılgılarımdan sonra, gözüm açılınca, pişmanlıklarımdan kurtulamıyordum.Ruhumdan ayrılmaktan niye korkayım?
Şuna inanıyorum, Tanrı o kadar iyi ki; bu zavallı bedenden ayrılacağım gün, mutluluğumun en büyük günü olacak.
***
Kendi yurdunda bir köle olarak satılan ama gittiği yeni dünya kendi ruhuna uymadığı için, inanılmaz acılar çekerek. verem olan Çerkez Kızı Ayşe, 13 Mart 1733'de Paris'te ölmüştür.
Adı ve fedakarlığı hâlâ bir Fransız destanı olarak dillerde dolaşıyor... Umarım ki kendi öz yurdu da onun destanına bir gün hak ettiği önem ve kıymeti verecektir.
Not: Mektupların çevirisi Asmakat sitesinden alınmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.