1250-1517 yılları arasında Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet. Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdâr ve emirlerin muhâfız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sâyesinde zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idârî kadroyu ele geçirmişlerdir. Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla İslâm târihinde ilk defâ memlûk (beyaz köle) kullananlar Abbâsî halîfeleri olmuştur. Abbâsî ordusundaki Türk memlûklerin sayısı kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı. Bu Türk askerleri sâyesinde Abbâsîler dış tehlikelere başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalâde arttı. Bu devrede memlûklerin eğitimi için iki kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kâhire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada Kıpçak Türkü olan memlûkler eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise daha sonra bizzât Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından yine Kâhire’de Kal’atü’l-Cebel denilen Kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim görenler “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar daha çok Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini Bahrî Memlûkleri kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkleri idâreyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkleri: Devlet idâresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkleri, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir ânını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultânı Turan Şâh, Bahrî Memlûklerine karşı tavır alınca 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklerden Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tâyin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti.
Böylece müstakil ilk Memlûk Sultânı olarak tahta geçen Aybek, Memlûkler arasında dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isâbetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada Irak’ta Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek iç isyânlarla meşgûldü. Bilhassa Bahrî Memlûkleri liderlerinden Aktay’ın nüfûzunu gittikçe arttırması Aybek’i korkuttu. Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklerinin büyük kısmı Suriye’ye kaçtı.
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak bütün zorlukları yenmişken, Musul Hâkimi Bedreddîn Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nûreddîn Ali’nin saltanatı iki sene kadar sürdü. Moğolların Sûriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat nâibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nûreddîn’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itâat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi.
Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbâsî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a saltanat teklif ettiler. Netîcede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan îlân edildi. Sür’atle ilerleyen Moğol orduları İslâm ülkelerini çiğneyerek Memlûklerin en kıymetli eyâletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Dâvûd’un, Câlût’u yendiği rivâyet edilen yerde iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirâyetli kumandası sâyesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan Moğolları tâkip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dâhil olmak üzere Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hâkimiyetleri İslâm âlemi için büyük felâket olurdu. Zafer sonunda Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hâkimiyeti altına aldı. Cihâdını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devâm ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybars’a vâd ettiği Haleb umûmî vâliliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan Kutuz’un yerine 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın Eyyûbî Hânedânının iktidârdan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklerinin iktidârı ele geçirmelerinde birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkleri ve İslâm âlemini tehdîd ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun Abbâsîleri Bağdâd’dan çıkarmasına karşılık olarak, Abbâsîlerden El-Muntansır’ı 1261’de Kâhire’de halîfe îlân etti. Bu davranışı ile bütün Sünnî Müslümanların takdîrini kazandı.
Memlûklerin, başşehirleri Kâhire’de halîfelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir mânevî nüfuz kazandırdı. 1265’te Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde Ermenilerin başı esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 senesinde tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını edâ etti. 1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vukû bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defâ zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin dâvetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idâre merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de kısa bir rahatsızlıktan sonra elli dört yaşında vefât etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hâkimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mâni olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgâline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirâyeti sâyesinde devletin iç ve dış siyâsetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslâhât yaptı.
Baybars’ın ölümü üzerine yerine oğlu Nâsireddîn Berke geçti. Ancak tâkip ettiği siyâset yüzünden, kısa bir süre sonra ümerâ (emirler) ile arası açılan Nâsireddîn Berke, iki yıl kadar sonra kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddîn Sülemiş geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultânın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidârı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümerânın muvâfakatını da alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını îlân etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını tâkip etti. 1280 ve 1281 senesinde İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgûl oldu. Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını tamâmen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Emîr Hüsâmeddîn komutasında bir orduyu Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun güçlü bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civârdaki Müslüman topraklarına hücûm edip, bâzı tüccârları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kâhire’den ayrılmak üzereyken 1290 senesinde vefât etti.
Kalavun’un vefâtından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûklerin isyânı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı plânı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında ordusu ile Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylece 14 Ağustosta bütün Suriye sâhili Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamânında söz sâhibi olan ümerâya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde ülke iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahrîbâta uğradı. 1310’da üçüncü defâ tahta çıkan Nâsıreddîn Muhammed otuz bir sene devâm eden bu saltanatında önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu gibi ümerânın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk, nizâmının olgunlaştığı, hükûmet dâirelerinin rayına oturduğu, idârede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bâzı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdâs edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisâdî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed 1341 senesinde vefât edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddîn Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûklerin çöküşüne ve Burcî Memlûklerin kuruluşuna kadar devâm eden bu devrenin en bâriz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun çocuk olmalarıdır. Bu yüzden ümerânın nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi. On üç sultânın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da büyük vebâ salgını oldu, hergün binlerce kişi öldüğü için toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkûk ile iktidâr, Bahrî Memlûklerinden, Burcî Memlûklerine geçti. Sultan Berkûk, çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddîn’i 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkleri devrine son verdi.
Burcî Memlûkleri: Hânedân olarak Mısır Memlûkleri târihinin ikinci kısmını Burcî Memlûkleri teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hânedân 1382’den 1517’ye kadar Mısır’a hâkim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamâmen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini muhâfaza etti. Memlûkleri merkeziyetçi bir idâre altında toplayan Sultan Berkûk, 1399 senesinde vefât edince yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifâde eden Hıristiyanlar harekete geçtiler. Buna Suriye’deki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec 1412 senesinde âsîler tarafınan öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nın sultan îlân edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddîn Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamânında nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok tesisler inşâ edildi. Seyfeddîn Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de atabegi Tatar, idâreyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü. Tatar’ın vefâtından sonra sultan îlân edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı târihinde büyük ün yapan Sultan Baybars, on altı senelik saltanatında sükûnet ve istikrârı temin etti. Suriye ve Mısır’da Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzûrda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefâletle serbest bıraktı. Kral kendisine tâbi olarak her sene vergi ödedi. Ticâreti geliştirmek husûsunda tedbirler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlularla da mücâdele etti. 1438 senesinde ölünce yerine oğlu Yûsuf geçti ise de, atabegi Çakmak idâreyi ele geçirdi.
On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyâsetini devâm ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostâne münâsebetler kurdu. Vefât edince yerine oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra iktidâra Seyfeddîn İnal geçti. İnal, Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnâmesi gelince, büyük merâsimler icrâ ettirdi. Karamanlılar üzerine, ordu göndererek, Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasan’a karşı tedbirler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zabtettirdi. 1461 senesinde ölümü ile yerine oğlu Ahmed geçti. Fakat, idâreyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem ilk iş olarak, isyân eden Şam ve cidde vâlileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca siyâset uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fâtih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icrâatçı hükümdârlardandı. Osmanlılarla rekâbeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bâyezîd Hanla taht mücâdelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla iki devlet arasında harb çıkmasına sebep oldu. 1485-1491 seneleri arasında Çukurova’da yapılan muhârebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı. Neticede Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefât etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi. Emîrlerle ihtilâfa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden Şam vâlisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu.
İktidâra geçtiği zaman altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirâyetli biri olduğunu hemen isbâtladı. Önce Kâhire’de nizâm ve istikrârı tesis ederek ümerânın büyüklerinden güvendiği kişileri idârî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazînesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansu Gûrî’nin zamânında Memlûkler, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hudûdundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hâkim olan Şâh İsmâil, şiîliği yaymak sûretiyle Yakındoğu’yu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının hâkim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü. Mısır’ın iktisâdî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticâret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel vâlisinin Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultânı İkinci Bâyezîd Handan yardım istedi. Osmanlı gereken yardımı yaptı. Buna rağmen Kansu Gûrî (Gavri)nin İran Şâhı Şâh İsmâil’le yakın münâsebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı. Yavuz Sultan Selim Han, Şâh İsmâil’i tamâmen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Vezîriâzam Sinan Paşayı kırk bin kişilik bir kuvvetle Safevîler üzerine göndermişti. Ancak Sinân Paşaya Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûkler tarafından müsâade verilmemesi ve Kansu Gûrî (Gavri)nin elli bin kişilik bir kuvvetle Haleb’e gelmesi harp sebebi sayıldı. Mercidâbık’ta yapılan muhârebede Memlûkler kısa bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muhârebeden sonra kaybolmasıyla Memlûk tahtına Tomanbay geçti.
Haleb, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den îtibâren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay bu teklifi kabûl etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu. Kâhire’de ve Sait taraflarında mücâdelesini devâm ettirdi ise de, yakalanarak îdâm edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı sona erdi. Halîfelikle berâber mukaddes yerlerin himâyesi de Osmanlıların eline geçti.
Memlûkler, sultanın kendi kölelerinin, idârenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sâhipti. İktidârın bünyesindeki başarı için gulâm sistemi esastı. Çünkü eski Memlûklerin oğulları da dâhil olmak üzere hür unsurlar orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrârsızlığı sebebiyle, hükümdârların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultânın mutlak iktidârı büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Meseleler dîvânda görüşülüp, karâra bağlanırdı. Memlûklerin asker ihtiyâcı Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idâresindeki Memlûklü ordusu, muhârib olmasından, sevk ve idâresindeki mükemmelliğinden Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır. Memlûkler, Eyyûbîlerin siyâsetlerini devâm ettirdiler. Resmî yazışmalarda Arabîyi kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûkler, Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.
Memlûkler devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binâlar yapıldı. İdâreci, kumandan ve bu arada bâzı esnâf cemâatleri büyük şehirlerde câmiler yaptırdılar. Kâhire’deki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu câmileri ve Trablus, Şam, Haleb eyâletleri câmileri ile Kâhire, Haleb, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyâçlarını karşılamak üzere, Kâhire’de mektep açmışlardır. Burada tahsîlini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memûr olarak vazîfeye tâyin edilirlerdi.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.