Peygamber efendimiz zamanında münâfıkların, fitne ve fesât yuvası ve silâh deposu olarak kullandıkları ve Kubâ denilen yerde yaptırdıkları mâbed.
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Medîne-i münevvereye hicretinden sonra, birçok kimsenin Müslüman olması, münâfıkların hoşuna gitmedi. Münâfıkların başı olan Abdullah bin Ubey bin Selûl’ün dayısının oğlu olan Ebû Âmir, papazlığa özenir ve papaz elbisesi giyerdi. Peygamber efendimizi kıskanarak kendisine uyanlarla birlikte Mekke’ye gitti ve müşriklere katıldı. Bedir, Uhud ve Hendek muhârebelerinde Müslümanlara karşı savaştı. Mekke’nin fethinden sonra Şam’a kaçtı. Oradan Medîne ve Kubâ’daki münâfıklara haber gönderip, kendisine Kubâ’da bir mâbed yapmalarını ve burasını silâh deposu olarak kullanmalarını istedi. Kendisinin de Bizans ordusuyla yardıma geleceğini bildirdi. Münâfıklar da Peygamber efendimizin hicreti esnâsında Medîne’ye gelirken Kubâ’da inşâ ettirdikleri Kubâ Mescidi karşısında gösterişli bir mescid binâ ettiler.
Münâfıklar, Müslüman cemâati bölmek, kendi emellerine ulaşmak için fitne çıkararak onları birbirine düşürmek istiyorlardı. Hattâ Bizans askerleri Medîne’ye gelince, mescide depo ettikleri silâhlarla onlara yardım edeceklerdi. Peygamber efendimizin orada namaz kılmasını sağlamakla da, Mescid-i Dırâr’ın mukaddes bir yer olduğu intibâı hâsıl olacaktı. Böylece Müslümanlar orada namaz kılmak için yarışa girecek ve münâfıkların ağına düşeceklerdi.
Peygamber efendimiz, Tebük’e gitmek üzere hazırlandığı sırada, Dırâr Mescidinin kurucularından beş kişilik bir heyet gelerek; “Yâ Resûlallah! Kış gecesinde ve yağmurlu zamanlarda hasta ve hâcet sâhibi olanların namaz kılmaları için bir mescid yaptık. Sel geldiği zaman vâdi, Kubâ Mescidi cemâatı ile aramıza engel oluyor. Namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz.” dediler. Sevgili Peygamberimiz de; “Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgûl bulunuyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız.” buyurdu.
Peygamber efendimiz, Tebük’ten dönüp Medîne’ye gelirken, Zi-Evân denilen yerde konakladı. Bu sırada Dırâr Mescidi kurucuları, yâni münâfıklar, gelip Peygamberimizi mescidlerine götürmek istediler. Peygamber efendimiz, münâfıkların bu dâvetini kabûl buyurarak gitmeye karar vermişti. Allahü teâlâ, Tevbe sûresi 107-110. âyet-i kerîmelerini indirerek gerek Dırâr Mescidi ve gerek bu mescid halkı hakkında işin iç yüzünü bildirdi. İnen âyetlerde meâlen şöyle buyruldu:
Bir de zarar vermek, müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve bundan önce Allah ve Resûlü ile harp edenin gelmesini beklemek için bir binâ yapıp, onu mescid edinenler ve; “Bununla iyilikten başka bir şey kasd etmedik.” diye muhakkak yemîn edecek olanlar vardır. Allahü teâlâ şâhitlik eder ki; onlar, şeksiz-şüphesiz yalancıdırlar. Sen onun içerisinde hiçbir vakit namaza durma. Tâ ilk gününde temeli takvâ üzerine kurulan mescid, senin içinde kıyâmına elbette daha lâyıktır. Orada tertemiz olmalarını arzulamakta olan erler vardır. Allahü teâlâ çok temizlenenleri sever.
Binâsını, Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yerin kıyısına kurup da onunla birlikte kendisi de Cehennem ateşine çöküp giden kimse mi' Allah, zâlimler gürûhuna hidâyet vermez. Onların kurdukları binâ, kalplerinde temelli bir şek ve nifâka sebep olacaktır. Meğer bu kalpleri ölümle parçalanmış olsun. Allahü teâlâ herşeyi bilen, her yaptığını yerli yerince yapandır.
Peygamber efendimiz bu âyetlerin nâzil olmasından sonra, Mâlik bin Duhşüm ile Âsım bin Adiy’e (radıyallahü anhümâ); “Şu halkı zâlim olan mescide gidiniz. Onu yıkınız, yakınız.” buyurdu. Onlar da akşamla yatsı arasında gidip, binâyı ateşe verdiler. O sırada Dırâr Mescidi cemâati içeride olup, Mücemmi bin Câriye de Dırâr Mescidinin önünde bulunuyordu. Dırâr Mescidini yakıp, yıktıkları sırada, hiç ses çıkaramayan münâfıklar dağılıp gittiler.
Böylece münâfıkların alevlendirmek istedikleri fitne-fesâd ateşi söndürülmüş oldu. Müslümanlar arasındaki sevgi ve muhabbet bir kat daha arttı. Bu hâdiseden sonra birlikleri bozulan münâfıklar dağıldılar. Başları olan Abdullah bin Übey bin Selûl bu hâdiseden iki ay kadar sonra öldü. Nihâyet Arabistan’da müşrik ve Yehûdîlerin başları ezildiği gibi münâfıkların da başları ezildi ve İslâma karşı durma, engelleme faaliyetleri ortadan kaldırıldı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.