Mevleviyye, Mevlevılik - Bilgiler
06/04/2014 7:30
tasavvufta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin ve talebelerinin takip ettiği yol, tarikat. Asıl adı Muhammed olan Celâleddîn-i Rûmî’ye, “efendimiz” mânâsındaMevlânâ lakâbı verildiği için onun tasavvufta tâkip ettiği yola da “Mevleviyye” veya “Mevlevîlik” adı verilmiştir.

Âilesiyle birlikte çocukken Konya’ya gelen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, zamânın usûlüne göre tahsilini tamamladı. Babası Sultânü’l-Ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled’in vefâtından sonra, vâizlik ve müftülük vazîfesini yürüttü. Babasının talebelerinden Seyyid Burhâneddin Muhakkık Tirmizî Konya’ya geldiği zaman Celâleddîn-i Rûmî tasavvufa yönelip talebesi oldu. Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî’nin vefâtına kadar onun terbiyesinde kaldı. Bir müddet yalnız kalıp tarikat adâbına uygun olarak kendisine tâbi olan talebelerin terbiyesiyle meşgûl oldu. 1244 senesinde Şems-i Tebrizî Konya’ya gelince, sohbetlerinde bulundu. Şems-i Tebrizî’nin şehit edilmesinden sonra tasavvufî hayâta devam eden Celâleddîn-i Rûmî talebelerini terbiye etti. Çelebi Hüsâmeddîn’i kendine halîfe seçti. Çelebi Hüsâmeddîn Mevlânâ’nın vefâtına kadar 15 seneden fazla ona hizmet etti.Mevlânâ hazretlerinin büyük bir vecd ve heyecan içinde terennüm ettiği Mesnevî’nin metnini yazdı. 17 Aralık 1273 (H.5 Cemâziyelâhir 672)de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî vefât etti.

Hayâtında tarîkat kurmak gibi bir teşebbüsü olmadı. Fakat daha sonra “Mevleviyye” adını alacak olan yolun temel esaslarını ortaya koydu. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin kendinden sonra gelecekler için açtığı yolun temel esasları kısaca şunlardır: Allahü teâlâya karşı sonsuz bir îmân ve teslimiyetle birlikte ilâhî bir aşk ve muhabbete sâhip olmak. Peygamber efendimize karşı sonsuz îtimat ve bağlılıkla O’nun nurlu yolunda giderek kemâle (olgunluğa) ermek Kur’ân-ı kerîmi bütün hakîkatlerin aslı bilerek her hâl ve amelini O’na uydurup dünyâ ve âhirete dâir bütün işlerinde hükümlerinden ayrılmamak. Bütün varlığını Allahü teâlânın zikrine ve ibâdetine vererek en büyük neşeyi O’na kul olmakta bulup O’ndan başkasına iltifat etmemek. Ömür boyu Allahü teâlânın yolunda hizmet yaparak insanların gaflet ve maddecilikten kurtulmalarını sağlamak için çırpınmak. Allahü teâlânın insanlığa örnek olarak gönderdiği Peygamber efendimizin, âlimlerin ve velî zâtların en bâriz vasıfları olan; söyledikleri ve insanlara tavsiyede bulundukları şeyleri önce kendileri yaşayarak amel etmek. Tevâzû, hoşgörü, şefkat, merhamet, cömertlik, muhabbet gibi güzel huylarla ahlâklanmak.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin vefâtından sonra talebeleri arasında, onu kimin temsil edeceği bir müddet tartışma konusu oldu. Mevlânâ’nın son hastalığı sırasında; “Çelebi Hüsâmeddîn halife olur!” sözü delil gösterilerek oğlu Sultan Veled’in de tasdikiyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin vazifesini Çelebi Hüsâmeddîn üstlendi. Medrese ve küçük birkaç odadan ibâret olan Mevlânâ Dergâhını îmâr edip, onun isteği üzerine Mîmar Bedreddîn Tebrizî’ye; Alemüddîn Kayser, Muinüddîn Pervâne ve Gürcü Hâtun tarafından türbe yaptırıldı.

Çelebi Hüsâmeddîn 1284 senesinde vefât edince Sultan Veled onun yerine geçti. Babasının tasavvufta tâkip ettiği yola Mevleviyye adını verdi. Etrafa halifeler göndererek Mevleviyye tarîkatının âdâb, erkan ve usûllerini tesbit etti. Zamânının Selçuklu beylerine ve Moğol emirlerine nüfûz ederek siyâsî hayat üzerinde tesirli oldu. Mevlânâ Türbesine ve Mevleviyye Dergâhına büyük vakıflar sağladı. Sultan Veled vefât edince yerine oğlu Ulu Ârif Çelebi geçti. Ulu Ârif Çelebi gerek babasının sağlığında, gerekse babasının vefâtından sonra pekçok yerlere seyâhatlerde bulunarak Mevlevîliğin yayılmasına çalıştı. Sultaniye, Kütahya, Karaman, Tokat gibi merkezlerde dergâhlar açtı; oralara halifeler, dervişler gönderdi. Babasının beylerle ve emirlerle kurduğu yakın münâsebetleri geliştirdi. Ayrıca Anadolu’da yaygın olan tasavvuf ehliyle yakınlık kurup, onlardan müridler (talebeler) edindi.

İnsanların Allahü teâlânın rızâsına, dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmalarını gâye edinen Mevleviyye yolu, geniş kitleler ve Selçuklu Sultanları üzerinde tesirli oldu. Osmanlı Sultanları da Mevlevîlere ve Mevleviyye dergâhlarına değer verdiler. Sultan İkinci Bâyezid Han, Mevlânâ hazretlerinin türbesindeki “Sandukaları” yeniletti; örtü olarak kıymetli kumaşlar gönderdi. Yavuz Sultan Selim Han dergâha vakıflar tahsis etti, türbeye su getirtip şadırvan yaptırdı. Kânûnî Sultan Süleyman, dergâhın mescidini inşâ ettirdi. Sultan İkinci Selim Han Mevlânâ Dergâhını genişletip derviş hücreleri ilâve ettirdi, dergâhın yanına da kendi adıyla anılan Sultan Selim Câmiini yaptırdı.

Yeniçeri Ocağının ve bozulmuş olan Bektâşiyye tekkelerinin kapatılmasından sonra Sultan üçüncü Selim Han ve Sultan İkinci Mahmûd Han dönemlerinde de Mevlevîlere karşı büyük iltifat ve ikrâmlar gösterildi. Daha sonraki Osmanlı sultanları da Mevlevîlere karşı çok ilgi gösterdiler.

Devlet adamlarından ve halktan büyük destek gören Mevlevîler köylere kadar yayıldılar. Çok büyük hizmetlere vesile oldular. Ancak Bektâşî dergâhlarına ve Yeniçeri Ocağına sızan ve bu ocakların bozularak kapatılmasına sebep olan Eshâb-ı kirâm düşmanı Hurûfîler zamanla Mevlevî dergâhlarına da sızdılar. Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin ismini istismar ettikleri gibi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin isminin arkasına sığınarak bozuk inanış ve düşüncelerini Mevlevîler arasında yaymaya başladılar. Mevlevî şeyhlikleri câhillerin eline düştü. Mesnevî’de geçen “ney”i çalgı sanarak ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dans etmeye başladılar. İbâdetlere haramlar karıştırdılar. İslâmiyetin ve Celâleddîn-i Rûmî’nin beğenmediği bu oyun âletleri, tekkelerden toplanarak, o tasavvuf üstâdının türbesine konunca, türbeyi ziyâret edenlerden bir kısmı bunları onun kullandığını zannederek aldandılar. Sultan İkinci Mustafa Hanın hocası Vânî Muhammed Efendi, Mevlevîlerin simâlarını (âletsiz, çalgısız olan ses) ve Halvetîlerin rakslarını (dans) yasak ettirdi. Mevlânâ Müzesinde bulunan çalgılarsa 1945 senesinde müzeye konulmuştur. Müzedeki envanter defterinin incelenmesi neticesinde; Mevlânâ Müzesinde bulunan dört adet ney, bir kemençe, iki rebab, bir tambur, bir kudüm, bir keman, iki ud ve bir çengin nereden ve nasıl geldikleri ayrıntılarıyla görülecektir. Diğer çalgıların dokuz tânesi muhtelif kişiler tarafından hediye edilmiş, üç tânesi de müzeye vasiyet edilmiş olmaları sebebiyle alınmıştır. Bu çalgıların hiçbiri hazret-i Mevlânâ’ya ve hakîki Mevleviyye Dergâhına âit değildir.

Osmanlı Devletinin yıkılışını hazırlayan, Avrupa’ya köle duruma düşmemizi sağlayan Tanzimat ve Islahat hareketlerine karşı çıkmayan Mevlevîler, Avrupa hayranı devlet adamlarından destek gördüler. Yurt dışına gidip Osmanlı Devletinin aleyhine faaliyet gösteren Jön Türklerle münâsebet kurdular. Midhat Paşa gibi mason devlet adamları Mevlevîler arasına katıldılar. İkinci Meşrûtiyetin îlân edilmesine ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın tahttan indirilmesine taraftar oldular. İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin oldu bittiye getirerek girdikleri Birinci Dünyâ Savaşına Mevlevî Alayı olarak katıldılar. Kısaca her devirdeki devlet adamları üzerinde etkili oldular. 1925 senesinde Tekke ve zâviyelerin kapatılması ve faaliyetlerinin yasaklanmasıyla Mevlevî tekkeleri de kapatıldı. Konya’da bulunan Mevlevîliğin merkezi Halep Mevlevîhânesine nakledildi. Fakat 1944 senesinde Suriye Devletinin tekkelerle ilgili aldığı yeni kararlarla Mevlevîlik resmî özelliğini kaybetti.

Hazret-i Ali’ye ve Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşan Mevleviyye yolu silsilesinin Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden sonrası şöyledir: Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekir Şiblî, MuhammedZeccac, Ebû Bekr Nessâc, Ahmed Gazâlî, AhmedHatıbî, Şemsü’l-eimme Serahsî, Behâeddîn Veled (Mevlânâ’nın babası) Seyyid Burhaneddîn Muhakkık Tirmizî, Mevlânâ.

Mevleviyye yolunda en önemli mevki babadan oğula veya âilenin büyüğüne geçen “Çelebilik”tir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den sonra Çelebi Hüsâmeddîn hâriç, Mevleviyye tarikatını Mevlânâ soyundan gelen Çelebiler idâre etmiştir. Çelebiler, Mevleviyye yolunun ve Mevlânâ’nın temsilcisi sıfatıyla Konya’da Merkez dergahta bulunurlardı. Tekkelere Şeyh tâyin eder, şeyhlere icâzetnâme verirlerdi. Mevlânâ ve Çelebi Hüsâmeddîn dâhil tarikatın başına geçmiş olan Çelebilerin sayısı otuz dördü bulmaktadır. Bunlar arasında az da olsa ana tarafından Mevlânâ soyuna bağlı olanlar vardır. Çelebi, Çalap kelimesiyle ilgili olup ilâhî anlamına gelmektedir.

Mevlevîliğe yeni girmiş kişiye “muhib” ve “nev-niyâz” denirdi. Muhib, çilesini çıkarmış ve hücre sâhibi olmuş (hücrenişîn) bir “dedeye” teslim edilir, dede hücresinde kalan muhibe tarîkat âdâbını öğretir, Mesnevî okuturdu. Muhib çileye girer dergâh hizmetlerinde bulunurdu. Çile ve hizmetlerini bitirirse “çile çıkarmış, ikrar almış, hücrenişîn olmuş” olarak dede olurdu. Çile ve hizmetteki zorluklara katlanamayıp vaz geçerse, çileyi yarıda bırakırsa çileyi kıran (çileşiken) sayılırdı. Dede ve dervişlikten sonraki mertebe “şeyhlik”ti. Şeyh, pîr makamını işgâl eder, Mevlevî tekkelerine şeyh olur, meşîhatının tasdiki için Çelebi tarafından “meşîhatnâme” verilirdi. Hilâfet vermekse şeyhlerin, dedelerin bâzan da muhiblerin ileri gelenlerine âit bir haktı. Müntesiplere zikir telkininde bulunabilmek için hilâfet almak gerekirdi. Mesnevî okutmak için icâzetnâme alan mevlevîlere “mesnevîhân” denirdi.

Mevlevîler “elifî” adı verilen şalvar, dar kollu uzun ince gömlek, bele kadar inen önü açık yelek (haydarî, haydariye), en üstte hırka giyerler; beyaz ve dövme yünden yapılmış serpuş (arakiye), sikke (külah-ı mevlevî), destâr (sarık), kemer (elifî nemed) takarlardı.

Mevlevî dergâhları olan mevlevîhâneler âsitâne ve zâviye olmak üzere ikiye ayrılırdı. Âsitâneler büyük tekkeler olup burada çile çıkarılır, dervişler buralarda yetiştirilirdi. Âsitânelerin başında “âsitâne, huzûr veya huzûr-ı pîr” adlarıyla anılan Konya Mevlânâ Dergâhı gelirdi. Diğerleri, Bursa, Eskişehir, Gelibolu, Halep, Kastamonu, Karahisar, Kütahya, Mısır, Rumeli, Yenişehir âsitâneleriydi. Zâviye adını alan diğer Mevlevî tekkeleri 80 kadar olup, Osmanlı topraklarına ve İslâm âlemine yayılmıştı. Zâviyelerin en mühimi, Mevlânâ’nın annesinin yattığı Karaman Tekkesiydi. İstanbul’da Galata (Kulekapısı), Yenikapı, Bahariye, Üsküdar mevlevîhâneleri bulunmaktaydı. Mevlevî dergâhları umûmiyetle şehir dışında ve büyük bir bahçenin içinde inşâ edilir, bahçenin bir tarafı mezarlık olurdu.

Mevlevî tarikatının Müslüman-Türk toplumu üzerinde büyük tesirleri görüldü. Sosyal yönden toplumu iyiliklere yönlendirirken, siyâsî yönden devlet adamları üzerinde etkili oldu. Celâleddîn-i Rûmî’nin eserleri ile şahsının Türk edebiyatına büyük tesiri oldu. Bilhassa Mesnevî İslâm ülkelerinde yetişen edîb ve şâirlerin ilham kaynağı oldu. Son dönemlerde Mevlevî tekkelerine giren mûsikî, gelişerek “tasavvuf mûsikîsi” adıyla tasavvuf ve İslâmiyetle ilgisi olmayan bir müzik dalının doğmasına sebep oldu.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler: