on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda Şam’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed Bedahşî’dir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1517 (H. 923) senesinde Şam’da vefât etti. Kabri Muhyiddîn-i Arâbî hazretlerinin kabrinin ayak ucundadır.
Muhammed Bedahşî Mevlânâ Nizârîzâde ismiyle meşhûr, arif ve fazîlet sâhibi bir zâtın sohbetlerinde bulundu. Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebesi olup, tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirildi. Uzun seneler Şam’da insanların doğru yola kavuşmaları için çalıştı. Yavuz Sultan Selim Hana Ridâniye Seferi sırasında Şam’a uğradığı zaman Muhammed Bedahşî’den söz edilince, onun ismini daha önceden de duyduğunu ve hususî ziyâretine gideceğini bildirdi. Gittiği her memlekette, mukaddes makamları, ilim adamlarını ziyâret etmeyi ve tasavvuf büyükleriyle görüşmeyi ihmâl etmeyen Yavuz Sultan Selim Han, Muhammed Bedahşî hazretlerinin evine giderek ziyâret etti. Selim Hanın ilk ziyârete gidişinde aralarında hiçbir konuşma geçmedi. Sultan onun büyük bir evliyâ olduğunu anlayıp huzûrunda edeple oturdu. İkinci defâ ziyâretinde önce Muhammed Bedahşî konuşmaya başladı. Ve buyurdu ki: “Sultânım ikimiz de Allahü teâlânın seçkin kulları arasında bulunuyoruz. Boynumuzda kulluk bağı vardır. Allahü teâlânın huzûrunda sorumluyuz. Ahzâb sûresi yetmiş ikinci âyetinde meâlen; “Biz emâneti (Allaha itâat ve ibâdetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emânetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor.” buyurulduğu üzere gökler ve yer yüklenmekten kaçındıkları halde biz emâneti ve mesûliyeti yüklendik. Omuzlarımıza ağır bir mesûliyet aldık. Siz ise Sultanım yükünüzü biraz daha ağırlaştırdınız. Saltanat yükü üzerine bir de hilâfeti (halîfeliği) yüklenerek taşınması güç bir yük altına girdiniz. Allahü teâlâya şükürler olsun ki, benim yüküm sizinkine nisbetle çok hafiftir. Diyebilirim ki, sizin yüklendiğinizi dağlar ve taşlar yüklenip çekemez. İnsanlar da bu yükü taşıyamaz. Ama sizin de bir mânevî gücünüz vardır. Ondan yeteri kadar faydalanıyorsunuz. Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem); “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız. Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz!Öğretmez iseniz, mes’ûl olacaksınız.” mübârek sözleri sizin rehberinizdir. Çok meşakkatli, külfetli bir yolda bulunuyorsunuz. Allahü teâlâ yardımcınız olsun.”
Yavuz Sultan Selim Han Muhammed Bedahşî hazretlerini büyük bir dikkatle dinledi ve tek kelime olsun karşılık vermedi. Sukût ve deep ile huzûrundan ayrıldı. Yanında bulunanlardan biri Yavuz Sultan Selim Hana; “Sultânım hiç konuşmadınız, hep dinlediniz'” diye sorunca dedi ki: “Büyük velîlerin meclis ve mahfelinde, onlar konuşurlarken, başkasının konuşması edep dışı sayılır. Bulunduğumuz makam edep makamı idi, bize sâdece dinlemek düşerdi. Nitekim biz de öyle yaptık. O esrar ve hikmet meclisinde ben sâdece bir zerre sayılırdım. Benim konuşmamı lâyık görmüş olsaydı, elbetteki böyle bir işârette bulunurdu.” Bu karşılaşmadan çok zaman geçmemişti ki, Muhammed Bedahşî hazretleri hastalanıp yatağa düştü. Bu hastalığı sırasında Şam’ın ileri gelenlerini toplayıp, Yavuz Sultan Selim Hanın Allahü teâlâ katında övülmüş olduğunu haber vererek Arap diyârının fethiyle Hak teâlâ tarafından vazîfelendirildiğini, bilcümle evliyânın yardımcısı olduğunu bildirdi. Orada hazır olanlara ve olmayanlara sultanın emirlerine saygılı olmalarını tavsiye etti. Ayrıca; “Harameyn-i muhteremeyne (Mekke ve Medîne) hizmetleriyle başlara tâc olan sultana benden duâ ve selamlarımı ve muhabbetlerimi iletirken dünyâdan da sefer ettiğimi bildirin.” diye vasiyette bulundu.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.