araştırmacı, gazete yazarı. Eskiden Avusturya’da, şimdi Polonya’da olan Lwov şehrinde 1900 yılında doğdu. Tahsil hayâtından sonra gazeteciliğe başlayan Esad, çeşitli yerlerde muhabir ve muharrir olarak çalıştı. 22 yaşında iken bir gazete muhabiri olarak, Arap memleketlerini ziyâret etti. Gittiği yerlerdeki Müslümanlarla teması netîcesinde İslâm dînine hayrân olarak, onu kabul ettiğini söyledi. Bütün İslâm devletlerini bu arada Hindistan ve Afganistan’ı da ziyâret ederek, intibâlarını dünyânın en büyük gazetelerinden biri olan Frankfurter Zeitung’da neşretti. Bir müddet bu gazetenin neşriyât müdürlüğünde bulunan Esad, Pakistan bağımsızlığa kavuşunca oraya dâvet edildi. Pakistan’da dînî tedrisâtın kurulmasında yardımcı olarak bu ülkeye gitti. Daha sonra da Pakistan’ı temsil için Birleşmiş Milletler merkezine gönderildi. İslâm Yol Kavşağında, Mekke’ye Giden Yol adlı iki eseri vardır. Kendisi Müslüman oluşunu şöyle anlatır:
“Ben koyu bir katolik âileden gelmiştim. Çocukluk hayâtım boyunca bana Müslümanların dinsiz oludğu, şeytana taptığı telkin olunmuştu. Müslümanlarla temas edince, bu sözlerin doğru olmadığını görerek, İslâm dînini incelemeye karar verdim. Bu hususta yazılı birçok kitap edindim. Bunları dikkatle incelemeye başlayınca, bu dînin ne kadar temiz, ne kadar derin bir din olduğunu hayretle gördüm. Fakat kendileriyle temas ettiğim bâzı Müslümanların hareket tarzı, benim okuduğum Müslümanlık esaslarına uymuyordu. Müslümanlık, her şeyden evvel temizlik, açık kalplilik, kardeşlik, merhamet, doğruluk, acıma, sulh ve selâmet telkin ediyor ve biz Hıristiyanların inandığı “insanların dâimâ günahkar olduğu” akîdesini reddediyor, bunun aksine, “Hayatta, kimseye zarar vermemek ve günah işlememek şartıyla zekv alınız” diyordu. Halbuki, ben bu kâidelere uymayan pis ve yalancı Müslümanlara da rastladım. Bu işi daha ziyâde kurcalamak için tercübe maksadıyla kendimi bir Müslüman yerine koydum ve kitaplarda okuduğum esaslara ayak uydurarak, İslâm âlemini incelemeye başladım. Şunun farkına vardım ki, İslâm âleminin gittikçe bozulması, zayıflaması, âdetâ inhitâta (çökmeye) uğramasının en büyük sebebi Müslümanların dinlerine, gittikçe ilgisiz kalmalarıdır. Müslümanlar, tam Müslüman oldukları müddetçe, dâimâ yükselmişler, Müslümanlığı bırakmaya başlayınca, aşağılara düşmüşlerdir. Halbuki bir memleketin, bir milletin, bir kitlenin yükselmesi ve yücelmesi için ne lâzımsa, Müslümanlıkta mevcuttur. Bütün medeniyet esasları onda vardır. İslâm dîni, hem çok derin, hem de çok pratiktir. Koyduğu esaslar, tam mantıkî ve herkes tarafından anlaşılabilen, içinde tabiata uymayan tek bir unsur bile bulunmayan kâidelerdir. İçinde lüzumsuz hiçbir şey yoktur. Diğer din kitaplarında bulunan anlaşılmaz yerler, mugâlatalar (yanıltmacalar), mantığa sığmayan mistik hususlar, İslâm dîninde yoktur. Bu hususları ben bütün Müslümanlarla tartıştım ve onları; “Niçin bu güzel dîninize daha fazla bağlanmıyorsunuz, niçin ona iki elle sarılmıyorsunuz'” diye azarladım. Nihâyet 1926 senesinde Afganistan’da bir vâli ile bu hususlar üzerinde görüşürken, O bana; “Siz Müslüman olmuşsunuz da haberiniz yok. Zîrâ, ancak hakîkî bir Müslüman İslâmiyyeti sizin gibi müdâfaa eder.” dedi. Vâlinin bu sözü üzerine beynimde bir şimşek çaktı. Eve döndüğüm zaman derin derin düşünceye daldım ve kendi kendime; “Evet, ben artık Müslüman oldum.” dedim. Derhal “Kelime-i Şehâdet” getirdim. O târihten beri Müslümanım.”
Muhammed Esad doğru yolun büyük âlimlerini tanıyamadığı onların eserlerinden istifâde etmediği için Peygamber efendimiz ve O’nun şanlı Eshâbının yolundan ayrıldı. Zamânımızdaki mezhepsizler kendisini büyük âlim tanıtmak gayretindedirler.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.