Dünyanın bir ucundaki işkolik babanın, Ankara'daki bacak kadar oğlundan medet umması kadar hoş birşey olabilir mi?
ELLERİNİ saçlarına daldırıp, parmaklarıyla şakağındaki milimetrik bukleleriyle oynayan bir adam pekálá hayalperest olabilir.
Olmayabilir de.
Muharrem Sarıkaya konusunda kararsızım.
Çünkü onu ne zaman saçlarının kıvrımlarıyla oynarken gördüysem, kafasını kurcalayan genellikle işiyle ilgili bir sorundu.
Ürdün'de öyleydi.
Hindistan'da da.
Davos'ta da.
Ya ‘‘nasıl manşetlik bir haber çıkartırım’’ derdindeydi ya da ‘‘filancayı nerede kıstırıp, nasıl konuştururum’’ diye şeytanca planlar tasarlıyordu muhtemelen.
Muharrem'in işkolizminin diğer bir belirtisi, gözlerini bir noktaya sabitleştirerek dalıp gitmesidir.
Bu duruma da epeyce tanık oldum.
‘‘Vah, vah... Adamcağız Calcutta'nın sefil insanlarını ve sokaklarını aklından çıkartamıyor’’ diye üzüldüğünüz anda pat diye bir soru: ‘‘Başbakan Ecevit, Tagore'un evine giderken kimi alacak yanına?’’
Ardından ok gibi yerinden fırlayarak o an aklına gelen sorunun cevabının peşinden koşan bir adam.
‘‘Muharrem nereye?’’
Az sonra karşınıza dikilen Muharrem'in yüzünde mutlu bir gülücük varsa, anlarsınız ki istediğini mutlaka elde etmiştir.
Onunla her yolculukta, hep aynı tatsızlığı yaşadık.
Dizüstüne alelacele yazılan haberleri nedense gazeteye ulaştırmak mümkün olmuyordu...
Teknoloji özürlü olduğumu itiraf ediyorum...
Ama ya Muharrem?
Bilgisayarı neredeyse gözü kapalı kullanmak, benim için bir bilinmezler yumağı olan bu dünyadaki yenilikleri günü gününe takip etmekle övünen Muharrem?
Bir keresinde dizüstünün tuşlarını, telefon fişlerini epeyce kurcaladıktan ve aradaki santralle boğuştuktan sonra, sinirden kıpkırmızı bir yüzle otel odasını arşınlarken ‘‘Ah keşke Can burada olsaydı’’ dediğini duydum.
Can, Muharrem ile Mehtap'ın biricik oğulları.
Muharrem'e bakarsanız Can gerçek bir bilgisayar üstadı.
Hürriyet'teki tüm bilgisayar mühendislerini cebinden çıkartacak kadar becerikli ve zeki. En çetrefil elektronik sorunların üstesinden gelecek kadar usta.
Sorarım size; dünyanın ta bir ucundaki işkolik bir babanın, Ankara'daki bacak kadar oğlundan medet umması kadar hoş birşey olabilir mi?
Gün boyunca haber kovaladıktan sonra Muharrem ile akşam yemekleri pek keyiflidir. Boğazına düşkün olduğu için neyin, nerede yenileceğini iyi bilir.
Bir de pazarlıkta üstüne yoktur.
Ama onu dinleyen kim?
‘‘Muharrem'cim sen haklıydın. Hindistan'dan aldığımız o paşminalar hem gerçek kaşmir değildi, hem çok pahalıydı.’’
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.