Alm. Lebensunterhalt (m), Fr. Subsistance (f); entretien (m), İng. Livelihood. İnsanların geçimlerini temin için lüzumlu şeyler. İnsanın yaşayabilmesi için lâzım olan yiyecek-içecek, giyecek, yakacak ev ve ev eşyâsı. Bir kimsenin, geçindirmeye mecbur olduğu kimselere, usûl ve fürû’una (anne, baba, dede, çocukları ve torunlarına), hanımına, kardeşlerine mahkeme kararı ile vermesi gereken iâşe, geçim parası, yardım.
İnsanlar birbirine muhtaç olarak yaratılmıştır. Bir kimsenin nafakası, kendinin gücü yetmediği durumlarda başkaları tarafından temin edilmektedir. Başkasının nafakasını temin etmek mecburiyeti, her dinde ve her hukukta ayrı esaslara bağlanmıştır. Genelde, bakılması, yedirilip içirilmesi, giydirilmesi, barındırılması gereken kişiler, anne-baba, çocuklar hanımı (eş) ve yakın akrabalarıdır. Bunlara, zaman zaman köleler de dâhil olmuştur (Bkz. Köle). Bu konuda, insanlık târihi boyunca var olan toplumların her birinde ayrı ayrı uygulamalar göze çarpmaktadır.
Eski milletlerde nafaka: Allahü teâlâ tarafından gönderilen bütün dinlerde, nafaka konusu kesin hükme bağlanmış ve bu konuda insanlara sağlam bir yol çizilmiştir. Yalnız şu kadar var ki, bu ilâhî prensiplerden ayrılan insanlar, her hususta olduğu gibi nafaka konusunda da büyük haksızlıklara, yanlış davranışlara sapmışlardır.
Bugünkü Avrupa’nın hukuk sisteminin temelini teşkil eden Roma Devletinin hukuk nizamına göre bir kadının hayat ve memâtına hükmedecek dâimî hâkim kocaydı. Romalı çocuk, babasının malı gibiydi. Pederinin onu satmak için sokakta teşhir etmeğe hakkı vardı. Karısını boşamak, çocukları atmak, satmak, kendilerine sormadan evlendirmek hakkı âile reisine tanınmıştı. Karısı ne getirmişse, çocuklar ne kazanırsa, hâsılı onlara âit ne varsa âile reisinin hakkı idi. Çünkü kadın ve çocuk hiçbir vakit mal sâhibi olamazlardı. Kadın hiçbir vakit hür değildi. Kadın ve çocuklar, kocasının esiri olup istediği zaman bakar, yedirir, içirir veya evsiz, aç susuz bırakırdı.
Eski Hind Hukûkunda da durum bundan pek farklı değildi. Hele kadının evlenme, mîras ve diğer işlerde hiçbir hakkı yoktu. Nafakasının temini de, kocanın insafına terk edilmişti. İsterse yedirir, istemezse aç, susuz, evsiz-barksız bırakırdı.
Allahü teâlâ tarafından gönderildiği şekli değiştirilmiş olup, kendi düşünce ve fikirlerine göre hareket eden Yahûdî ve Hıristiyan toplumlarında, kadının ve çocukların nafakası sağlam bir esasa bağlı değildi. Baba ve koca dilediğini yapıyordu.
İslâmiyet gelmeden önceki Arap kavimlerinde de durum bundan farksızdı. Kadın kocası, çocuk babası ve köle efendisi elinde herhangi bir mal hükmünde idiler. Araplarda evin reisi olan koca, her şeye mutlak hâkimdi. Kadının hiçbir değeri yoktu. Kız çocukları diri diri toprağa gömülebiliyordu. Nafakalarını temin husûsunda hiçbir zorlayıcı hüküm yoktu. Kölelere bir hayvandan daha aşağı muâmele ediliyordu.
Milâdî yedinci asırda, İslâmiyetin gönderilmesinden sonra, nafaka konusunda yepyeni ve en mükemmel tarzda hükümler kondu.İslâm Hukuku, eş ve çocuklara bakmakla kocayı, köleye bakmakla efendiyi, anne-babaya bakmakla çocukları, akrabâya bakmakla diğer akrabâyı, kimsesiz kadına bakmakla devleti mecbur tutarken, başka toplumların durumu yürekler acısı bir hâlde idi. Bu sırada diğer toplumlarda, yukarıda sayılan kimseler değil bakmak, bu kimseler koca ve efendi elinde bir mal hükmünde sayılıyordu. İstedikleri gibi davranıyorlardı. Köleler ise, bütün toplumlarda bir mal hükmündeydi, hiçbir hakları yoktu.
Bu durum yalnızca o zamanki Türk kavimlerinde farklı idi. Kadına büyük ehemmiyet verilirdi. Kadın ve çocuklara baba bakmakla mecburdu. Evlilikte kızın rızâsı alınırdı. Târihçi İbn-i Battuta: “Türk kavimlerince kadınlar pek muhterem olup, bir emir-nâme yazıldığı zaman (Sultanın ve Hatunun emri ile) ibâresi konulurdu.” demektedir.
Türk Medenî Hukûkunda nafaka: Herkes, yardım etmediği sûrette, zarûrete düşecek olan usûl ve fürû’una erkek ve kız kardeşlerine yardım etmekle mükelleftir. Nafaka dâvâsı, bununla mükellef olanlar hakkında, mîrastaki tertip sırasına göre ittihaz edilir. Dâvâ, dâvâcının geçinmesi için gerekli ve diğer tarafın geliriyle uyumlu bir yardım (muâvenet) talebinden ibârettir. Erkek ve kız kardeşler, refah hâlinde olmadıkça, kendilerinden nafaka istenemez.
Ana ve babası belli olmayan çocuk, belediyelerce nafakalandırılır. Âilesi zuhur ederse belediyece, nafaka ile mükellef olan hısımlardan nafaka için yapılan masrafı istenebilir (M.K. 317. mad.).
Medenî Kânûn’un nafakaya ilişkin hükümlerini iki grupta toplamak mümkündür:
1. Bakım nafakaları: Bu grupta yer alanlar, evlilik hukûkundan doğarlar:
a) Evliliğin sürdüğü sürece kocanın eş ve çocukların bütün zarûrî ihtiyaçlarını karşılama mecburiyetinden doğan nafaka, kocanın bu bakımdan görevi evlilik boyunca sürer.
b) Tedbir nafakası: Boşanma ve ayrılık dâvâsı boyunca veya sıhhat ve işin tehlikeye düşmesi gibi sebeplerle, ortak hayâtın tâtile uğradığı dönemlerde geçici bir tedbir olarak koca tarafından verilen nafakadır (M.K. 137. mad.).
c) İştirak Nafakası: Velâyeti kendisine bırakılmamış olan ana veya babanın çocuğun bakım ve eğitim giderlerine iştirâk ettirilmesinden ibarettir (M.K. 148/2).
d) Yoksulluk nafakası: Kabahatsiz olan karı veya kocanın boşanma yüzünden büyük bir yoksulluğa düşecek olması hâlinde diğerinden bir yıl süreyle aldığı nafakaya denir. (M.K. 144 mad.). Tamâmen sosyal ve ahlâkî düşüncelerle kabul edilmiş bir nafaka çeşididir.
Görülüyor ki, bu grupta yer alan nafaka çeşitlerinde ya evlilik birliğinin kocaya, ana-babaya yüklediği bakım mükellefiyeti veya bu birliğin çözülmesinde hiç kusuru olmayan ve boşanma yüzünden büyük sıkıntıya düşen kabahatsiz eşe vicdânî ve ahlâkî el uzatma durumu söz konusudur.
2. Yardım (muâvenet) nafakaları: İkinci grupta yeralan nafakalar ise, belli kan hısımlarına (ve bir de evlat edinenle evlatlığa) yükletilmiştir. Bu nafakanın gâyesi; yardım edilmediği taktirde, zarûrete düşecekleri kesin olan bu kimseler arasında bir dayanışma borcunu yaşatmaktır. Yardım nafakası, belli kan hısımları arasında söz konusudur. Yardım edilmediği taktirde zarûrete düşmek muhakkak ise yükümlülere başvurulabilir. Miktarı isteklinin zarûretini giderecek ölçü ile sınırlıdır. Bu sebeple yükümlünün mesuliyeti, bakım nafakası yükümlülerinin mesuliyetine nazaran daha azdır.
Yardım nafakasının yükümlüleri şunlardır:
a) Usul (Üstsoy): Ana-baba, büyükana-büyükbaba ve onların da ana ve babaları.
b) Fürû (Altsoy): Erkek veya kız reşit çocuklar, torunlar, torunların çocukları ve devamı.
c) Kardeşler: Ana-baba bir veya ayrı olmasında fark yoktur. Şu şartla ki, kardeşin nafaka yükümlülüğü, onun maddî durumunun iyi olmasına bağlıdır.
d) Evladlık ile evlat edinen arasında.
Sıhrî hısımlar (evlilikten doğan hısımlık) arasında nafaka yükümlülüğü yoktur. Meselâ, gelin, kayınbabasından nafaka isteyemez.
Yardım nafakası istemeğe hakkı olan kimse, bu yardımı, nafaka yükümlüleri arasından kendisinin yapacağı bir seçime göre, dilediğinden isteyemez. Kânun burada bir sıra koymuştur. Hak sâhibi bu sıraya uymağa mecburdur. Ön sıralarda yer alana başvurmadıkça daha sonraki sırada yer alan yükümlüye başvuramaz. Bu sıra mirasçılık sırasına göredir ve şöyledir:
1) Fer’îler (Altsoy), 2) Ana-baba, 3) Erkek veya kız kardeşler (refah hâlinde olmak şartıyla), 4) Büyükanne-büyükbaba, 5) Büyükbabanın babası ve büyükananın anası.
Yardım nafakası alabilmek için; zarûret içinde, istenen miktar geçinmek için zarûrî miktar olmalı, dâvâ nafaka yükümlüsünün ikametgâhı mahkemesinde açılmalıdır. Nafaka haczedilemez, başkasına devredilemez, takas edilemez, mirasçılara intikal etmez.
İslâm Hukûkunda nafaka: Nafaka, insanın yaşayabilmesi için lâzım olan şey demektir. Bu ise, yiyecek, giyecek ve evdir. Yâni mutfak masrafı ve giyim eşyâsı masrafı ve ev kirâsı ile ev eşyâsı masrafıdır. Bu masraflar, şehrin âdetine, piyasaya, akrabâ ve arkadaşlara göre ayarlanır. Zamâna ve hâle göre değişir. Her memlekette başkadır. İslâm Hukûkunda nafakayı veya bunların parasını vermek, beş sebeple olur.
1. Zevcesi (hanımı) zengin bile olsa, bunun nafakasını vermek, zevc (koca) üzerine farzdır. Nafaka, nikahtan sonra hemen farz olur. Zevc ve zevce fakir iseler, fakir nafakası verir. Zengin iseler, zengin nafakası vermesi lâzımdır. Zengin nafakasında, zevceye, ev işlerini yaptırması için hizmetçi de tutması lâzımdır. İkisinden biri zengin olup, öteki fakir ise, orta hâl nafakası verir.
Zevce, zevcinin gücü olup da, nafaka vermediğini şikâyet ederse, hâkim nafaka tâyin edip vermesini emreder. Yine vermezse, zevci hapsedip malını satarak, zevcesinin nafakasına sarf eder. Malını bulamazsa, fakir olduğu anlaşılıncaya kadar hapseder. Boşanmalarına karar vermez. Boşanılan kadının nafakasını vermek, babasına, babası yoksa, zengin akrabâsına farz olur.
2. Fakir çocuğun nafakasını yalnız babası verir. Babası fakirse, babasına ödetmek üzere, zengin olan anası verir. Anası da fakirse, zengin olan dedesi verir. Çocuk zenginse, kendi malından nafakalanır. Babası kayıp, anası fakir, amcası zengin olan çocuğun nafakasını amcası verir. Erkek çocuğa, bâliğ oluncaya kadar nafaka verilir. Kız çocuklara evleninceye ve bâliğ olan hasta oğula iyi oluncaya kadar babası bakar.
(Lakit), geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu ile terkedilmiş çocuk demektir. Çocuğu terketmek günah, görünce alıp ölümden kurtarmak şehirde sünnet, tenhâ yerde ise farzdır. Kimsesi yoksa devlet tarafından bakılır, yetiştirilir.
3. Zengin çocukların, fakir ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan çocuklar eşit miktarda verir. Ana-babaya bakmak, bunlar öldükte daha çok mîrâs alacak olana farz değildir. Bunlara daha yakın olana ve onların bir parçası olana farzdır. Oğlunun oğlu ve kızı bulunan ana-babaya yalnız kızlar bakar. Gücü yettiği hâlde, yukardaki üç cins nafakadan birini vermeyen hapsolunur.
4. Küçük oğlan ve evlenmemiş kız ve hasta veya kör adam fakir olup, babaları yoksa, nafakalarını vermek, zengin olan zî rahm-i mahremleri (yakın kan akrabaları) üzerine, mîras miktarı ile farz olur. Farz olması için, mahkemede dâvâ açmak gerekir. Herbiri, o gün için alması lâzım gelen mîras miktarlarına göre ortaklaşa verirler. Bunlar, soy bakımından nikâhı ebedî haram olan yedi kişidir.
5. Kölenin, câriyenin nafakasını vermek, efendisine farzdır. Efendisi nafaka vermezse, kölesi, çalışıp kazandığından kendisine nafaka yapar.
Çocuğunu ve nafaka vermek lâzım olan akrabâsını aç bırakarak ve İslâm terbiyesinden mahrum ederek zâyi etmek günahtır. Zengin kimsenin fakir ve çalışamıyacak hâlde olan akrabâsına nafaka vermesi lâzımdır. Fakir olan yetim çocukların ve dul kadınların nafakalarını vermek, sağlam olsalar da, zengin akrabâsına lâzım olur.
Ana-baba, nine-dedelerden ve çocuklardan, torunlardan başka olan yakınlara “akrabâ” denir. Zengin kimsenin, fakir ve çalışamayacak hâlde olan akrabâsına nafaka vermesi lazımdır. Çalışabilen erkek büyük akrabâya, fakir olsalar da, nafaka verilmez. Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yâhut anneleri ve ağabeyleri olsa, zengin iseler, çocukların nafakalarını, mîras oranında, ortaklaşa verirler.
İslâm Hukûkunda nafaka ile ilgili diğer hükümler, fıkıh ve ilmihâl kitaplarında geniş yazılıdır. (Daha geniş bilgi için Bkz. Tam İlmihâl-Seâdet-i Ebediyye)
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.