Alm. NATO (f), Fr. O.T. A.N. (f), İng. N. A.T.O. (North Atlantic Treaty Organization). İkinci Dünyâ Harbinden sonra, kendisiyle işbirliği yapan devletlerin yardımları ile harpten güçlü çıkan komünist emperyalizminin muhtemel saldırılarına karşı, hür milletlerin, istiklâl ve toprak bütünlüğünü savunmak niyetiyle dayanışmaları neticesinde, 4 Nisan 1949’da kurulan savunma teşkilâtı. KuzeyAtlantik Antlaşması Teşkilâtı anlamına gelen İngilizce (North Atlantic Treaty Organization) kelimelerinin baş harfleridir.
NATO’nun kuruluş gâyesi ve işleyiş şekli, antlaşmanın beşinci maddesinde; “Üyelerden birine yapılan saldırı, bütün üyelere yapılmış kabul edilmektedir. NATO; hürriyetleri ve hukukun üstünlüğünü tanıyan milletlerin, medeniyetlerini, barış ve güvenliğini sağlar ve karşılıklı askerî, sosyal, kültürel yardımı esas alır.” şeklinde belirlenmiştir. Antlaşmaya taraf olan ülkeler, Birleşmiş Milletler Kânunu’na uygun olarak, barış ve milletlerarası güvenliği korumayı ve Kuzey Atlantik bölgesinde istiklâl ve refahı geliştirmeyi taahhüd etmişlerdir.
NATO’nun doğuşu: İkinci Dünyâ Harbinden sonra, hızla gelişen teknoloji, kitle tahrip silahlarının bâzı devletlerin tekelinde bulunması, edinilen harp tecrübeleri, milletlerin tek başına var olabilme imkânları ve ayrı yaşamalarını çok güçleştirmiş, hatta imkânsız hâle getirmiştir. Bu sebeple, millî menfaatleri aynı istikamette olan milletlerin, her sahada tam işbirliği ve dayanışma içerisinde bulunmaları kaçınılmaz olmuştur.
Bu maksatla biraraya gelen 12 devlet, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. maddesine uygun olarak hazırladıkları ve 16 maddeden ibâret olan Antlaşmayı, 4.4.1948 târihinde, Washington’da imzâlayarak Paktı vücuda getirmişler, Millet Meclislerinde onaylanmasını müteakip 24.8.1949’da, yürürlüğe girmesini sağlamışlardır. Başlangıçta İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksenburg, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz devletlerinin biraraya gelmesiyle meydana gelen bu Pakt’a, 18 Şubat 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın, 9 Mayıs 1955’te Almanya’nın ve 30 Mayıs 1982’de İspanya’nın da katılmasıyla NATO üye sayısı 16 olmuştur. Fransa 1966’da NATO’nun askerî kanadından ayrılmıştır.
NATO üyesi devletler, birleşmek ve karşılıklı yardımlaşmak sûretiyle, komünizm tehdidi karşısında şimdiye kadar geçen süre içerisinde tesirli bir müşterek savunma cephesi kurmuşlardır.
Bu dayanışmayı gören Rusya, bütün gayretlerini, NATO’nun üyeleri arasında nifak sokarak, onu içten yıkmak hedefine yöneltmiştir.
Türkiye’nin NATO’ya girişi ve kazançları: İkinci Dünyâ Savaşının sona erdiği 1945 senesinden îtibâren, Avrupa’daki kuvvet dengesi tamâmen değişmeye başladı. Sovyet Rusya, Komünizm emperyalizmini gerçekleştirmek için harekete geçti. Polonya, Macaristan, Bulgaristan gibi kendi sınırları üzerinde bulunan ülkeleri Almanya’nın hegomonyasından kurtarmak bahânesiyle askerî işgal altına aldı. Buralarda komünist rejimler kurdu. Kezâ Çarlık Rusya’sının da emeli olan, Akdeniz’e inme gâyesini gerçekleştirmek üzere İran, Türkiye, Yunanistan, üzerine ağır baskılar yaptı. Türkiye’den İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına yerleşme hakkı ile Kars, Ardahan gibi Doğu Anadolu topraklarımızın, kendisine terkedilmesini istedi. Hattâ bu toprak istekleri, Trabzon ve Gümüşhane’yi de içine aldı. 1945-1946 yılları, Türkiye ve Türk milleti için en kritik günler oldu. Türkiye her an Sovyet saldırısını beklemeye başladı. 500 senelik bir târih süresinde, Rusların dâimâ Türk topraklarında gözü vardı. Türkiye, bütün bu şartlar altında hem kendi güvenliğini hem de dünyâ barış dengesini sağlamak maksadı ile NATO’ya istekle girdi (1952).
NATO’nun Türkiye’ye sağladığı dolaylı faydaların başında, üst yapı projeleri gelir. Hava meydanları, limanları, ikmal ve muhâbere tesisleri, bu projelerin bir kısmıdır. Bu projelerin gerçekleşmesi için, ödeme kolaylığı olan krediler sağlandı. Türkiye’ye sağlanan askerî imkânların çoğu, ABD ve Almanya’dan gelmektedir. Diğer NATO üye devletlerinin de teknoloji, eğitim açısından Türkiye’ye sağladıkları imkânlar küçümsenmeyecek kadar çoktur.
Silahlar, teknolojinin gelişmesiyle değiştikçe, bunlarla birlikte yeni teknoloji de Türkiye’ye girmektedir. Türkiye, iç imkânlarını zorlayarak, bu yeni teknolojileri her sâhaya yaymak durumunda ve NATO’nun araştırma geliştirme imkânlarından faydalanmaktadır.
NATO’nun başlıca gâyelerinden biri de üyesi bulunan ülkelerin hayat seviyesini yükseltmektir. Çünkü NATO teşkilatı, iktisâdî seviyesi kuvvetli olan ülkelerin, demokrasiye daha çok bağlı bulunduklarına inanmış bulunmaktadır.
NATO’nun organizasyonu: NATO organizasyonu, Kuzey Atlantik konseyi, Genel Sekreter, Askerî Komite ve NATO Komutanlıkları şeklindedir.
Kuzey Atlantik Konseyini, üye devletlerden birer üye temsil eder. Genel Sekreter başkanlığında haftada bir toplanır. Senede bir iki defâ bakanlar seviyesinde toplanır. Her üyenin veto hakkı vardır.
NATO’nun askerî komitesini, üye devletlerin genelkurmay başkanları meydana getirir, senede bir defâ toplanır. NATO stratejisi, Washington’daki askerî teşkilât tarafından tâyin edilir. Bu teşkilâtın askerî teşkilâtları; Avrupa’yı içine alan, Avrupa Müttefik Kuvvetler komutanlığı(SACEUR); Atlantik Okyanusu ve ABD kıyılarını içine alan, Atlantik Müttefik Kuvvetler komutanlığı(SACLANT) ve Manş Denizi ile Kuzey Denizini içine alan Müttefik Manş Komutanlığıdır. ABD ve Kanada’nın ayrıca bir askerî komitesi vardır.
NATO’nun nükleer gücü: Füze teknolojisinin gelişmesiyle gerek Sovyetler, gerekse NATO devletleri, menzili 1000 km üstünde, birkaç hedefe birden atılabilen çok başlıklı füzeleri, topraklarına yerleştirmeye başladılar. Füze yarışı o derece arttı ki, savaş hâlinde dünyânın büyük bir kısmının yerle bir olması mümkündü. ABD ile Sovyetler arasındaki silahların sınırlandırılması görüşmeleri, orta menzilli füzelere herhangi bir sınır getirmemişken, Sovyetlerin 1970’lerde 5000 km menzilli SS-20 füzelerini, Avrupa’ya yönelterek yerleştirmeleri, Sovyetlerin Avrupa için duyduğu arzuları ortaya koymuştur.
Bunun üzerine NATO, 1979’da önemli kararlar aldı. Bu kararların başında, uzun menzilli füzelerin Avrupa’ya yerleştirilmesi geliyordu. Toplam 572 Pershing II ve Cruise füzesinin, 1988’e kadar, muhtelif NATO ülkelerinde yerleştirilmesi kararlaştırıldı. NATO’nun bu kararı üzerine Sovyetler harekete geçerek, silahların sınırlandırma görüşmelerini yeniden istediler.
Sovyetlerin, silahlarını sınırlandırma görüşmelerinde istedikleri, Avrupa kıtasında kendilerinden başka hiçbir devlette nükleer başlıklı füzelerin bulunmaması sebebine dayanır. Sovyetler, Avrupa’daki kuvvet dengesini kendi lehlerine çevirerek, ABD ile Avrupa’nın ilişkisini kesmek istemeleridir. Halbuki NATO’nun temel stratejisi, Avrupa’nın ABD ile birlikte savunma yapmasıdır. Sovyetler, silahların sınırlandırılması görüşmelerini bir yandan engellerken diğer taraftan Hür Dünya’ya yönelen nükleer başlıklı füzelerini yerleştirmeye kesin anlaşma sağlanıncaya kadar devam etmiştir.
NATO’ya yönelen tehdit: NATO’nun kurulduğu 1949’dan bugüne kadar, hiç bir üye devlete, herhangi bir saldırı yapılmamıştır. Bu NATO’nun caydırıcılık gücünün iyi, yâni her zaman savaşa hazırlıklı olmasının neticesidir. NATO güçlü oldukça, Kuzey Atlantik bölgesinde barışı bozan bir faaliyet beklenmemelidir. Bunun böyle olduğunu gören Sovyetler, Varşova Paktı üyelerini de kullanarak yeni bir tehdit usûlü geliştirdiler. Bütün dünyâda olduğu gibi özellikle NATO üyesi devletlerde doğrudan doğruya savaş metodlarının dışında yeni yıpratma usulleri tatbik ettiler. Basın, üniversite ve işçi hareketleriyle, banka soygunları ile başlıyan terör faaliyetleri, iç savaş tetiklemesini yapacak seri öldürme hareketleriyle zirveye ulaşmıştır. Bu tür savaştan maksat devletin gücünü moral yönünden yıkarak, savaşamaz hâle getirmektir. Sovyetler, Afganistan’da uyguladıkları terör faaliyetlerinde başarılı olmuşlar sonunda Afganistan’ı işgal etmişlerdir. Yalnız her türlü imkânı kullanmalarına rağmen başarı gösteremediler.
NATO- İttifak üyelerine yönelik bir Sovyet ve peykleri saldırısını göğüslemek üzere kurulduğunu iddia eden savunma amaçlı askerî ve siyâsî berâberlik idi. Gorbaçov’un “Glasnost” ve “Prestroika” politikası neticesi ve Malta Zirvesinde Doğu ve Batı arasında soğuk savaşın sona ermesi, Sovyetlerin Doğu Avrupa’dan çekilmeye başlaması ve Varşova Paktının 1 Nisan 1991’de fesh edilmesi ile, Sovyet tehdidi temeli üzerine kurulan NATO’nun varlık sebebi ortadan kalkmıştır.
Bu sebepten yakın zamana kadar “Hür Dünyânın Koruyucusu”, “Demokrasilerin ittifakı” ve “Demokratik Hür Dünyânın Güvencesi” olarak isimlendirilen, NATO’nun geleceği belirsizlikler göstermektedir. Yalnız NATO değil AT’ın da geleceği meçhuldür.
Bu değerlendirmelerden sonra NATO’nun günümüzde (1994) karşıkarşıya kaldığı önemli meseleler şunlardır: 1) NATO’nun kuruluş amacı Doğu Bloku dağıldığına göre NATO varlığını korumalı mı' koruyacaksa yeni düşmanı kim olacak' 2)Soğuk savaş sonrası konjoktürde Avrupa istikrârını tehdit eden potansiyel kriz bölgeleri ve istikrarsızlık alanları NATO’nun ilgi ve müdâhale alanları dışında olduğuna göre, NATO “alan dışı bölgelerde” müdâhalede bulunmalı mı'
NATO eğer varlığını devam ettirecekse bu soruların üstesinden gelmek için her şeyden önce yeni bir görev alanı belirlemek zorundadır. Zîra soğuk savaş sonrası Avrupa’nın çıkarlarını ve istikrârını etkileyecek potansiyel kriz bölgeleri ve istikrarsızlık alanları olacaktır.
Bu istikrarsızlıkları önlemek için NATO “alan sınırının”:
Türkiye’den başlayıp Balkanlardan Rusya’ya uzanan Doğu Avrupa yayı,
Rusya’dan başlayıp Çin ve Türkiye’ye dayanan Asya ve Kafkasya yayı,
Kuzey Afrika’dan başlayıp Körfez’e uzanan Ortadoğu yayı olmalıdır.
Bütün bu bölgeler NATO’nun “alan kapsamına” girerse, onun varlığını devam ettirmesi hür devletler topluluğunun faydasına görülmektedir (1994).
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.