Osmanlı şâir ve âlimlerinden. 1681 yılında İstanbul’da doğdu ve 1730 yılında yine İstanbul’da öldü. Esas ismi Ahmed olup, Nedim lâkabını sonradan aldı. Babası mülakkap Mustafa Efendidir. Nedim; hoş sohbet, tatlı dilli ve güzel konuşan demektir. Dîvân’ında, ecdâdının saray ve mensupları tarafından himâye edildiğinden bahsetmektedir.
Nedim, iyi bir medrese tahsili yaptıktan sonra müderris oldu ve mahkeme nâipliği görevinde bulundu. Üçüncü Ahmed Han, Dâmât Şehid Ali Paşa ve Nevşehirli İbrâhim Paşa tarafından, büyük destek ve alâka gördü. Şiirlerini beğenen ve kendisini çok seven Nevşehirli Dâmât İbrâhim Paşa tarafından, Şehzadebaşı Kütüphânesinde vazifelendirildi ve bu arada Müneccimbaşı Derviş Ahmed Efendinin, Müneccimbaşı Târihi nâmıyle meşhur olan Sahâif-ül-Ahbâr isimli, çok kıymetli târihî eserini tercüme eden heyette bulundu. Bu tercüme hâlen Süleymâniye Kütüphânesi Es’ad Efendi kısmında 2283 numarada mevcuttur. Yine Bedreddin-i Aynî’nin umûmî İslâm târihi olup, Kaşgarlı Mahmûd’un Divânü Lügâti’t-Türk’ünü de mehazları arasına aldığı çok kıymetli eseri İkd-ül-Cumân’i tercüme eden heyette de bulundu. 1727’de saraydaki huzur derslerine devam etti ve daha sonra yine müderrislik yapmaya başladı. Bu vazifesini Patrona Halil İsyanına kadar yürüttü ve bu hâdisede öldü (1730). Kabri Üsküdar’da Tunus Bağı Kabristanına yakın yerdeki Çiçekçi mevkiindedir.
Nedim, şiirlerinde İstanbul Türkçesini en güzel şekilde ve bütün husûsiyetleriyle kullanmış, İstanbul’un günlük hayâtına dâir pekçok sahneye, şiirlerinde yer vermiştir. Divan şiirinin çoğunda belirli bir mekân olmamasına karşılık, Nedim’in şiirleri İstanbul’un tabiî ve bediî güzellikleriyle doludur: “Bu şehr-i Stanbul ki bî misl ü behâdır, bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır” beyti kadar İstanbul’u anlatan güçlü ifâdelere başka şairlerde az rastlanır. Nedim’in, İstanbul ile İran’ı bu şekilde mukâyese etmesi, doğuda, her türlü Osmanlı hamlesinin baltalayıcısı ve mezhep farklılığını Osmanlı düşmanlığı şekline dönüştüren İran’a sitem etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. “Tecellî dağı” gibi câmiler, “maarif kumaşı satılan sokaklar” gibi benzetmeleri de bol bol kullanarak, İstanbul’un zengin bir dekorunu çizmektedir. Hayâtında, İstanbul’un gelişmiş kültürünü çok güzel temsil etmekte, sâdece şiirlerinin konusu bakımından değil, üslubu açısından da “İstanbul Şâiri” ünvânını hak etmektedir.
Nedim, ileri gelen devlet adamları hakkında pekçok kaside ve gazel yazmış olup, çeşitli vesilelerle târih düşürürdü. Devlet büyüklerinin husûsî ve resmî hayâtı, sünnet ve düğün merâsimleri, insanlar, kışın helva sohbetleri, Üçüncü Ahmed Hanın yazısının güzelliği, câmi, kasır, hamam gibi eserlerin Nevşehir’de de yapılışı, onun için, kaside yazmasına ve kaside yazarken târih düşürmesine vesile teşkil eden birer ilham kaynağı olmaktaydı. Hasret ve ızdırap duygularına fazlaca yer vermeden, ânî heyecanları, aşk ve tabiat hislerini zarif, nükteli, mizahî bir üslupla, seviyeli şekilde dile getirmiştir. Kendi çağının güzelliklerini, onun kadar güzel dile getiren divan şâiri azdır.
Nedim’in nesir türünde bâzı yazıları varsa da ona esas hüviyet ve değerini kazandırıp târihe mal eden eseri Türkçe yazdığı Dîvân’dır. Çeşitli lisanlara tercüme edilmiş olup, kaside, gazel ve güfteleri büyük bir yekün tutmaktadır. Daha ziyâde gazel yazmakta çok başarılı olup, otuza yakın şiiri bugün dillerde dolaşmaktadır.
Rûhî muhtevâ bakımından çok zengin olan divan edebiyatı, Nedim ile berâber dışa açılmaya, tabiata da yönelmeğe başlamıştır. Divan edebiyatında idealize edilen sevgili tipinden ayrılarak, güzelleri sâdece kaşı, gözü, saçıyla değil, kıyâfetiyle çevresiyle de ele almaya başlamıştır.
Nedim; huzur, sükun ve refah devri olan, îmar faaliyetlerinin de büyük çapta yürütüldüğü Lâle Devrinde çok meşhur olup, devlet ileri gelenleri tarafından da sevilen, birçok sohbet meclisinin aranılan siması oldu. Nefî’nin büyük ölçüde tesirinde kalmakla beraber, şâir Bâki’yi kendisine üstâd olarak kabul etmekte, rübâide Halefî’yi, mesnevîde Ataî’yi beğenmektedir. Şiirlerinde yer verdiği mahallîlikte de Şâir Bâkî’ye dayanmaktadır. Bu sebeple kendisinden sonra gelen şâirler üzerinde çok mühim tesirler bırakmış, 19. yüzyılın ortalarından îtibâren şöhreti giderek artmıştır. Gerçekte o; 15. asırda Ahmedî’den gelen 16. yüzyılda Bâkî ile kendini bulan, 17. yüzyılda Şeyhülislam Yahyâ ve Bahâî ile devam eden ses ve mânâ uyumunun 18. yüzyılda zirveye ulaşmış temsilcisidir. Şeyh Gâlib, Ragıb Paşa, İzzet Molla, Osman Nevres ve Mahmûd Celaleddin Paşalar, ondan, “benzeri zor yetişir bir şâir” diye bahsederken, şiirlerine hayranlığını belirten Ziyâ Paşa, Harâbât’ına ondan pekçok örnek almış, Nâmık Kemâl, Süleyman Nazîf, Nâbizâde Nâzım ona nazire yazmışlar, Yahya Kemal ve Fâruk Nâfiz Çamlıbel sâyesinde, günümüze en fazla hitap eden divan şâiri olmuştur. T. Fikret de kendisine “Aveng-i Tesâvir” içinde yer vermiştir. Ayrıca, 1919’da İstanbul’da çıkan bir mecmuaya Nedîm ismi verilmiştir.
Eserleri:
Dîvân, Sahâifü’l-Ahbâr’ın ilk kısmının tercümesi, Aynî Târihi’nin tercümesinde yer almış ve bir kısmını bizzat tercüme etmiştir. Nigârnâme (manzum) İzzet Ali Paşa ile müşterek.
Nedim’in şiirine örnek:
Gazel’den
(Sâdâbâd’ın yapılışı dolayısıyle)
Bak Stanbul’un şu Sa’d-âbâd-ı nevbünyânına Âdemin canlar katar âb ü hevâsı cânına Ey Sabâ, gördün mü mislin bunca demdir âlemin Püşt-ü-pâ urmaktasın İrân’ına Tûrân’ına Ey Felek insâf, ey mihr-i cihân-ârâ amân Bir nazîri var ise söylen konulsun yânına
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.