Nejat Muallimoğlu - Bilgiler
08/12/2009 20:18
Bir yazar olduğu kadar önemli bir seyyah aynı zamanda. 1,5 yıl süren bir seyahat yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü ve “Bir Türk Vatana Döndü” kitabını yazdı. 1960’ta 300 dolarla yola çıktı. Para daha Lübnan’a gelmeden bitti. Altın saatini, iki fotoğraf makinasından birini, dolma kalemini sattı. Japonya’nın en büyük gazetelerinden birinde 6 yazısı çıktı. Bu gezi esnasında İngiltere, Belçika, Hollanda, Almanya, Fransa, İspanya, Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Kıbrıs, İsrail, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak, Şattül Arap, İran, Abadan, Afganistan, Pakistan, Bombay, Taç Mahal, Bangladeş, Burma, Tayland, Malaya, Singapur ve Hong Kong’u gezdi. Londra’da bulunduğu sırada “Kıbrıs Türktür” dergisini yayınladı. Muallimoğlu’nun “Bütün Yönleri ile Hitabet”, “Güzel ve Tesirli Konuşmak”, “Bir Türk Vatana Döndü”, “Sovyet Emperyalizmi”, “Balkanlar ve Türkiye”, “Bütün Yönleriyle Komünizm”, “Kütlelerin İsyanı”, “Politikada Nükte”, “Medeniyetin Temelleri”, “Yüz Büyük Roman”, “Deyimler, Atasözleri, Beyitler ve Anlamdaş Kelimeler”, “Dünden Bugüne Ezop”, “Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Bütün Yönleri ile Hitabet”, “Düşünen İnsana Hazine” gibi telif ve tercüme eserleri bulunuyor.

HAKKINDA YAZILANLAR

Hitabet sanatı

Mehmet Nuri Yardım

Türkiye 10 haziran 2001

Nejat Muallimoğlu, Türkçe’nin daha iyi konuşulması ve hitabet sanatının geniş kesimler tarafından öğrenilebilmesi için ömrünü adamış bir araştırmacı yazar. Bugüne kadar pek çok eser kaleme alan, binlerce konferans veren Muallimoğlu insanların nasıl konuşması ve yazması, Türkçe’yi nasıl kullanması gerektiğini anlattı bize...

¥ Siyasilerimiz, aydınlarımız, üniversite öğrencilerimiz konuşamıyor, düşüncelerini aktaramıyor. Sizce bunun sebebi nedir?

Muallimoğlu: Bizde hitabet sanatı önemsenmemiştir. Bizde ilk büyük öncüsü Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir. Tabii Atatürk’ün de gayet iyi bir hitabeti vardı. Hitabet sadece kürsüye çıkıp konuşmak değil. Önceden hazırlanıp ona göre konuşma yapmak gerektir. Sohbeti unuttuk. Hoşsohbet olan bir insan deyim kullanır, atasözü kullanır, mani kullanır, beyit kullanır. Artık insanlar Türkiye’nin ilimde, edebiyatta yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin sözleriyle konuşmalarına başlamıyorlar.

Konuşma ve yazma

¥ Bir yazınızda “İyi konuşabilmek için okumak şart. Türkler dünyada en az okuyan bir millettir” diyorsunuz. Konuşma ve yazma arasındaki münasebet nedir?

Muallimoğlu: Tabii bir kişinin bir toplantıda yapacağı konuşmaya hazırlanırken onu gayet güzel bir Türkçe’yle yazması gerekiyor. Zengin bir kelime hazinesiyle onu kaleme almalı. Fakat hitap edeceği kitlenin anlayabileceği dili seçmesi lazım. Hatip, iktisatçı bir gruba hitap ederken farklı bir lisan, lise öğrencilerine hitap ederken değişik bir dil kullanmalı. Pratik yaparken devamlı okumalı, bir şeyler öğrenmeye çalışmalı. Mesela ben kimya mühendisiydim. Fakat mesleğimle alakalı olarak çalışmaktan ziyade okuma, konuşma ve hitabetle ilgilendim. Bunun da tabii sebepleri arasında hayatımda yaşadığım bir olay var. Ortaokul yıllarında iken ben kekeme idim. Bazen kendi adımı bile zor söyleyebiliyordum. Elime eski Yunanistan’ın ve halen tarihin büyük hatiplerinden Demosten’in bir eseri geçti. Demosten kekemeliğini düzeltmek için ağzına çakıl taşı koyuyor ve yüksek sesle okuyup yüksek sesle konuşuyormuş. Ben de bunu yaptım. Ege Denizi’ne bakarak ağzımda çakıl taşları okuyup konuşuyordum. Gerektiğinde bir cümleyi nefes almadan söyleyebilmek lazım. Gerektiğinde nefes alarak konuşacaksınız. Ben Amerika’da hitabet dersleri aldım. Ayrıca Dale Carnegie’nin kurslarına devam ettim.

Dilimizin ahengi

¥ Medeniyet ile doğru konuşup yazma arasındaki münasebet nedir?

Muallimoğlu: Nesiller devlerin omuzlarında oturmuş cüceler gibidir. Ancak o omuzlar üzerinde eskilerin gördüklerinden daha fazlasını ve daha ileridekileri görebilirler. Biz buna katiyyen riayet etmiyoruz. Önceki nesillerin mirasından birikiminden faydalanmak lazım. Devlerin omuzuna çıkamadığımız için bugün Cahit Sıtkı bile unutulmaya başlandı. Dilimizin ahengi, musikisi bir üstünlüğüdür. Türkçe dünyanın en güzel dillerinden biri. Ama iyi söylendiği zaman. Fakat maalesef bugün bu ahenk kaybolmuştur. İnceltme işaretlerini kaldırdık. Bir çok kelimeyi yanlış telaffuz ediyoruz.Türkçe’nin güzelliği uzun heceydi. Türkçe’yi kakafonik seslerle doldurduk. Göğüs var diye sadr, sine ve bağır kelimelerini atacak mıyız? Fakat attığımız takdirde biz “onu bağrıma bastım”, “onun sözlerini sineye çekemem” diyemeyeceksiniz. Mesela harp ve savaş kelimeleri farklıdır. İstiklal Harbi doğrudur. Ama Dumlupınar savaşı vardır. Türkçe’yi yanlış kullanıyoruz. Dilimiz çok yönden fakirleşti. Özellikle tercümelerde bunu daha yakından hissediyoruz.

Önceki
Önceki Konu:
Ramazan Paliani
Sonraki
Sonraki Konu:
Juha Kahkonen

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu