Osmanlı Devletinde 18. asır sonunda, askerî ve idârî sâhalardaki düzensizliklere çâre bulmak için yapılan teşebbüslerin tamâmı. Ayrıca, Avrupa usûlleriyle meydana getirilen tâlimli orduya verilen isim. Bu terim, ilk defâ Fâzıl Mustafa Paşanın sadrâzamlığı esnâsında, mâliyede yapılan bâzı yenilikler için kullanılmıştır. Daha sonra Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807) devrinde de, şimdi anlaşılan manâda kullanılmağa başlanmıştır. Ancak, Nizâm-ı Cedid, geniş ve dar mânâda olmak üzere iki şekilde târif edilmiştir. Dar mânâda; Sultan Üçüncü Selim Han devrinde, Avrupaî tarzda yetiştirilmek istenen askerî kuvvetlerde, geniş mânâda ise; yine aynı pâdişah devrinde devlet teşkilâtının bütününde yapılmak istenilen yenilikler olarak bilinmektedir. Bu tariflerden ikincisi daha doğru olarak kabul edilir.
On sekizinci asır boyunca devam eden askerî başarısızlıklar, bunları tâkip eden günlerde ıslahat lâyihalarının verilmeleriyle neticelenirdi. Bunların içinde, Halil Hamid Paşanın askerlik sahasındaki nizamnâmesi en önemlisidir. Sultan Üçüncü Selim’in tahta çıkışına kadar aşağı yukarı yüz sene devam eden ıslahat hareketlerinin bir merhalesini teşkil eden Nizâm-ı Cedid fikri, tamâmen bu pâdişâhın şahsına bağlanır. Gerçekten de bu pâdişâh şehzâdeliği ve veliahtlığı esnâsında devletin içinde bulunduğu durum için yapılan ıslâhât teşebbüslerini yakından tâkip etmiştir.
Nizâm-ı Cedid hareketi, Sultan Üçüncü Selim’in tahta çıkışıyla berâber belli bir tertip içinde uygulanmaya başlandı. Böyle yeni bir sistemin konulması için, öncelikle bâzı yönlerden örnek alınacak Avrupalıların ilerlemesinin sebeblerinin incelenmesi ve devlet adamlarıyla âlimlerden teşekkül edilecek bir danışma meclisinin kurulması îcab ediyordu. Pâdişâh, meşveret (danışma) meclisi teşkiliyle, yeni fikrin, bir şahsın değil, devletin malı olması gâyesini güdüyordu. Islahat için yirmi iki devlet adamından bu konudaki düşüncelerini açıklayan birer rapor hzırlamalarını istedi. Yirmi iki kişinin ikisi Avrupalı idi. Bunlardan Bertrauf Osmanlı ordusunda çalışan bir subay, diğeri ise İsveç konsolosluğunda çalışan D’Ohosson idi. Türk devlet adamlarının belli başlıları ise, Sadrâzam Koca Yûsuf Paşa, Veli Efendizâde Emin, Defterdar Şerif Efendi, Tatarcık Abdullah Efendi, Çavuşbaşı Efendi ve târihçi Enver Efendiydi.
Diğer taraftan Ebû Bekr Râtib Efendi, o devir için Avrupa’nın güçlü devletlerinden olan Avusturya’nın başşehri Viyana’ya sefâret vazifesiyle gönderildi. Gönderilen bu elçiden, Avusturya’nın bütün müesseselerini incelemesi ve rapor etmesi istendi. Sekiz aylık bir seyahat neticesinde yazılan bu Sefâretnâme’de, alınması gerektiği bildirilen başlıca tedbirler şu maddeler içinde özetlenebilir:
1. Hazinenin dolu ve düzenli olması,
2. Askerin itâatli olması,
3. Devlet adamlarının doğru ve sâdık kimseler olması,
Ebû Bekr Râtib Efendiye göre, örnek seçilecek bir devletin askerî kânunları ve nizamları iktibas edilerek, kendi bünyemize uydurup, ihtiyacımıza cevap verecek bir Nizâm-ı Cedid ordusunun kurulması gerekiyordu. Pâdişâhın düşüncelerine tesir eden bu Sefaretnâme, Nizâm-ı Cedid programının hazırlanmasının bir safhasını teşkil ediyordu.
Kendisinden önceki pâdişâhların, ıslahat hareketlerindeki düşüncelerinden faydalanmasını bilen Sultan Üçüncü Selim Han, Sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde yapılmak istenilen ıslahatın devlet adamlarından gizli olmasının zararlarını gördüğünden, devlet adamları ile âlimleri yanına çağırarak, onların düşüncelerinden faydalanma ve memleketlerin durumunu daha iyi tahlil etme imkânını ele geçirmek istedi. Ancak layihaları kaleme alan kimselerin askerlik sâhasında tecrübeli olmaması, köklü tekliflerin gelmesine mâni oldu.
Verilen layihalar, başlıca üç görüş üzerinde toplanıyordu:
1. Ordunun, Kânûnî Sultan Süleyman Kânunları’na göre ıslah edilmesi.
2. Sultan Süleyman Kânunları’na, Avrupa nizamlarını tatbik ederek yeniden ordu teşkili,
3. Yeniçeri Ocağı tamâmen kaldırılarak, Avrupa usûllerine göre yeni bir ordunun kurulması.
Üçüncü düşüncede olanlara göre, devletin eski kânunları ihtiyaca cevap veremez hâle gelmiş, Yeniçeri Ocağına fesad karışmış bu da ordunun bozulmasına sebep olmuştu. Bu sebeplerden dolayıYeniçeri Ocağını bir tarafa bırakarak, tamamen Avrupa usûlleriyle yeni bir ordu kurulmalıydı.
Sultan Üçüncü Selim Han, bu fikirlerden üçüncüyü seçti. Programın uygulanması için tertip edilen heyetin başına, İbrâhim İsmet Bey gibi dirayetli bir şahsı getirdi. Bu zat, işin başlangıcında olabilecek tehlikeleri dile getirmişti. Islahat heyetinin hazırladığı program, yetmiş iki maddeden meydana geliyordu. Öncelikle askerlikle ilgili maddelerin tatbikatına geçildi.
Yeniçeri Ocağının birdenbire kaldırılmasının devlete vereceği zarar ortada olduğundan, bu ocağın ıslah edilmesi sırasında yeni ordunun kurulması çalışmalarına başlandı. Yeniçeri Ocağına haftada birkaç gün mecbûrî tâlim konuldu. Humbaracı, Topçu, Lağımcı ve Toparabacı ocaklarının yeni kanunnâmeleri hazırlandı. Bunlar ordunun teknik sınıflarını teşkil edeceklerdi.
Yeni ordunun teşkili ise, Sadrâzam Koca Yusuf Paşanın Ziştovi ve Yaş anlaşmalarından sonra cepheden İstanbul’a dönmesiyle başladı. Sadrâzamın Avrupa’dan subay da getirmesi, tâlimli piyâde askerinin teşkilini hızlandırdı. Pâdişâh bu ordunun yeniçerilerden bağımsız olmasını ve genç yeniçerilerin buraya alınmasını istiyordu. Ancak bunun mahzurları düşünüldüğünden, yeni ordunun Bostancı Ocağına bağlı, on iki bin mevcutlu ve örnek bir ordu gibi teşkili yoluna gidildi. Levend Çiftliği Kânunnâmesi ile yeni ordunun kadroları ve diğer meseleleri açıklanmış oluyordu.
Nizâm-ı Cedid ordusunun kuruluşunda ortaya çıkan diğer bir problemse yeniçeri taraftarlarının çıkaracağı taşkınlıktı. Bunun için halk arasında mûteber olan devlet adamlarından faydalanma yoluna gidildi. Yapılan propagandada, yeni ordunun İstanbul’da Rus tehlikesine karşı muhâfaza için kurulduğunu, İstanbul’a karşı bir tehlike esnâsında Anadolu ve Rumeli’ne dağılmış olan, çiftçilikle uğraşan askerin geç gelmesinin doğuracağı tehlikeler anlatıldı. Pek tesirli olmamakla berâber yapılan propaganda neticesi, ilk andaki tepkiler önlenmiş oldu. Sessizlikten istifâde etmek isteyen devlet, Anadolu’da asker yetiştirme hareketine girişti. Bu harekette, Karaman Vâlisi Kâdı Abdurrahman Paşa ile Amasya Sancakbeyi Cabbarzâde Süleyman Beyin gayretleri semeresini verdi. Ancak Yeniçeri Ocağına tâlim mecburiyeti konması, hâriçten esamî satın alarak ulûfeye kaydolanların işine gelmedi. Ocak içinde usûlsüz âidât toplayanların, kânunnâme ile engellenmesi, çıkarcıları zor duruma soktu. Yapılan karşı propaganda neticesi önce Yeniçeriler tâlime çıkmamaya başladı, sonra da Nizâm-ı Cedide kaydolanların dağılmaları, devlet adamlarına Nizâm-ı Cedidin asker kaynağının sâdece ordu olduğunu anlatmış oldu. Bu esnâda Levend’den başka Üsküdar’da Kâdı Abdurrahman Paşanın askerlerinden teşekkül eden yeni bir ordu tesis edildi.
Nizâm-ı Cedid ordusunun kurulmasının yanı sıra tophâne, tersâne ve mühendishânenin de yeniden organizasyonuna başlandı. Tophâne mensupları elenerek yenilendi, Avrupa’dan top döküm ustaları getirilerek yeni ve kuvvetli top îmâlâtına başlanıldı. Çok ihmâl edilmiş olan donanma ile tersânenin ıslahatına girişildi ve bu konu, Küçük Hüseyin Paşaya verildi. Alınan tedbirler neticesinde donanma her yönden güçlendi. Fennî eğitimde tahsil ve terbiyenin ilerlemesi için, 1773’te açılan Mühendishâne-i Bahri-i Hümâyûn genişletildi. Bu okullarda, geniş ölçüde yabancı öğretmenlerden faydalanıldı. Okulların kitap ihtiyacını karşılamak için de Üsküdar Matbaası yeniden tesis edildi.
Yapılan değişiklikler, devlet bütçesine ağır yük getiriyordu. Yükün kaldırılması için, sâdece Nizâm-ı Cedidin giderlerini karşılayacak İrad-ı Cedid denilen yeni bir hazine kuruldu. Ayrıca İrad-ı Cedid, ileride meydana gelebilecek harplerin giderlerini de karşılayacaktı. İki yüz bin kese değerinde olacak bu hazinenin gelir kaynaklarını, rüsûm-ı zecriye denilen tütün, içki ve kahveden alınan vergilerle, mahlûl mukataalardan alınan vergi ve her sene yenilenen beratlardan alınan vergiler teşkil ediyordu. Hazinenin hesaplarını görmek için de tâlimli asker nâzırı, İrâd-ı Cedid defterdarı tâyin edildi.
Nizâm-ı Cedid hareketi, askerî sâhadaki yeniliklerin yanısıra idârî, siyâsî ve ticârî sâhalarda aynı istikâmette bir takım teşebbüsleri beraberinde getirdi. İdârî sâhada, Anadolu ve Rumeli, yirmi sekiz vilâyete bölündü ve vezir sayısı buna uygun hâle getirildi. İdâreciliği menfî olan ehliyetsiz kişilere vezirlik verilmemesine dâir kânunnâme çıkarıldı ve tâyinlerin yapılması hakkı, pâdişâh ve sadrâzama verildi. Vezirlerin memuriyet süresi, en az üç, en çok beş yıl arasında sınırlandırıldı. Kadıların durumu, timar nizamnâmesi düzenlenerek, yapılacak muâmelelerin kânunnâmeye uygun olmasına dikkat edildi.
Osmanlı Devletinin iktisâdî, idârî, siyâsî sâhalarında yapılan yenilik ve ıslahatlar, yapılan menfî propaganda, içteki ve dıştaki başarısızlıklar sebebiyle istenilen neticeyi veremedi. Islahatları tatbik edenler arasında, pâdişâha tam olarak itaat edenlerin sayısının az olması da bu başarısızlıklarda rol oynadı. Hâricî düşmanlarla yapılan savaşlar, Arabistan’da Vehhabî, Mora’da Rum, Balkanlar’da Sırp isyanları ile diğer küçük çaptaki isyânları bastırmakta güçlükle karşılanılmasının suçu, devamlı Nizâm-ı Cedid askerine yüklendi. Yeniçeri Ocağı mensuplarının da Nizâm-ı Cedid askerinin çoğalmasıyla kendi maaşlarının ellerinden gideceği korkusu, yeniliklere cephe almalarına yol açtı. Fransa’nın Osmanlı Devleti aleyhine cephe alıp, İstanbul’daki Fransız sefirinin el altından Yeniçerileri, “Maaşlarınız alınıp, devlet ileri gelenlerine dağıtılacaktır” şeklindeki tahrikleri de etkili oldu. Bu hareketin başarısızlığında korkak ve müsrif devlet adamlarının mühim tesiri oldu. Devlet bütçesinden yapılan masrafların artması, hileli sikke kesilmesi veya yeni yeni vergilerin konulmasına bağlı olarak, eşyâ fiyatları arttı. Taşrada vergi tahsildarlarının yolsuzlukları halka büyük sıkıntı getirdi. Bu sebeplerden, yeniliğe karşı olan unsurlar, Nizham-ı Cedid’in yıkılması için fırsat aramaya başladılar.
Napolyon’un Mısır Seferi sırasında Akka Kalesinin önündeki savaşta başarı kazanan Nizâm-ı Cedid ordusundan, Sırp isyanlarına ve Rusya ile savaş tehlikesine karşı faydalanılmak istendi ve ordu Rumeline geçirildi. Ancak bu durumdan şüphelenen Rumeli âyânına, ordunun Sırp İsyânını bastırmakla vazifeli olduğu îlân edildi. Fakat, Sadrâzam İsmail Paşanın ve yeniliğe muhâlif olanların Rumeli âyânı ve Yeniçerileri tahriki, olayların başlangıcı oldu. İlk hâdise Tekirdağ’da meydana geldi. Burada, kurulacak Nizâm-ı Cedid ordusuna dâir fermanı okuyan kişiyi Yeniçeriler öldürdüler. Askeri Edirne’ye götüren Kâdı Abdurrahman Paşaya mukâvemet edilmesi, iç harp tehlikesi derecesine ulaştı. İngiliz donanmasının İstanbul’u yakmakla tehdit ettiği ve düşmanın sınırlara asker yığdığı sırada böyle bir isyânın başlaması, devletin selâmeti açısından kötü neticeler verecekti. Bu sebeple Üçüncü Sultan Selim Han, Abdurrahman Paşayı geri çağırdı. Ancak bu tedbir arzu edilen neticenin aksine, muhâliflerin taşkınlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Zîra yenilik düşmanlarının şımarmalarına sebebiyet verildi. İstanbul’da Boğaz yamakları isyan etti.
Edirne’deki hâdiseden sonra merkezde yapılan değişiklikler, fayda yerine zarar getirdi. Yeni tâyinlerle, görünüşte Nizâm-ı Cedid taraftarı olanlar, makam sahibi oldular. Ordunun da İstanbul’da bulunmayışını fırsat bilen Yeniçeri ve yenilik muhalifleri, Nizâm-ı Cedidi ortadan kaldırmaya karar verdiler. Bu karardan habersiz olan Pâdişâh, Boğaz yamaklarını Nizâm-ı Cedid’e dâhil etmeye çalışıyordu. Köse Mûsâ Paşa ise el altından haber göndererek, bu askerleri; “Eğer, Nizâm-ı Cedid elbisesi giyerseniz dinden çıkarsınız, giymezseniz ocaktan atılırsınız. Belki de Nizâm-ı Cedid sizi öldürecek” diye tahrik ediyordu. Tahrikler sonucu 26 Mayıs 1807 târihinde Büyükdere Çayırında toplanan yeniçeriler isyânı başlattılar. Başlarına reis olarak seçtikleri, Kabakçı Mustafa denilen serkeş de İstanbul halkına, yaptıkları işin mukaddes bir hareket olduğu yolunda propaganda yaptı.
Bu esnâda Kaymakam Köse Murâd Paşa, bir taraftan Pâdişâha isyânı önemsiz gibi gösterirken, diğer taraftan, isyancıları bastırmaya hazırlanan Topçu Ocağına, karşı gelmemelerini emreden haberi gönderiyordu. Böylelikle isyan programı düzenli olarak tatbik edilmeğe başlandı. İsyancılar Et Meydanında (Aksaray’da) toplandıktan sonra, devlet adamlarının içinde bulunan Nizâm-ı Cedid muhâlifleriyle anlaştılar. Pâdişâh durumdan haberdâr olduğunda iş işten geçmişti. İsyânın bastırılması için Nizâm-ı Cedidin kaldırıldığına dâir bir ferman yayınladıysa da, âsiler bu defâ da, Pâdişâhtan on bir kişinin kendilerine teslimini istediler.
Kendisine on bir kişinin isimlerinin listesi verildiğinde çok üzülen Pâdişâh, bütün bunlara sebep, kendi yumuşak huyluluğu olduğunu söyledi. Kan dökülmemesi için âsilerin istekleri kabul edildi. Âsiler verdikleri listede olan kişileri birer yolunu bulup katlettikten sonra bizzat Nizâm-ı Cedidin mîmârı olan Sultan Üçüncü Selim’e karşı hareketlere başladılar. Nihâyet Üçüncü Selim Han da iyi huyluluğu, şefkati ve temiz ahlâkı yüzünden şehit edildi. İsyânın neticesinde de memleket, Avrupa’ya yetişmek yolunda uzun bir süre geri bırakılmış oldu.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.