Nurettin Topçu baba tarafından Erzurumludur. Ailesi Topçuzâdeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum'un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; bu lâkap oradan kalmıştır. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi ailenin tek evladıdır. Küçük yaşta yetim kalır. Alaftarlık (tahıl alım satımı) yaparak aileyi geçindirmeye çalışır. Bu arada Erzurum'un tanınmış zenginlerinden Gülü Bey'in yardımını görür. Canlı hayvan ticaretine başlar. Doğu Anadolu ve bilhassa Erzurum yöresinden topladığı koyunları İstanbul'a satarak işini genişletir. İstanbul'da bir yazıhane tutar. Zamanla Tahtakale'de bir han (Erzurum Hanı) satın alan Ahmet Efendi, İstanbul'a yerleşir. İlk evleri Süleymaniye Deveoğlu Yokuşu, Hatap Kapı sokağında bir ahşap binadır. Nurettin Topçu Süleymaniye'deki bu evde doğar (7 İkinci teşrin 1909). Topçu'nun ninesi Eğinlidir. Ahmet Efendi İstanbul'a yerleştikten sonra birinci hanımı vefat eder. Bu hanımdan olma iki oğlu da Balkan Harbi'nde şehit düşerler. Ahmet Efendi daha sonra yine Eğinli olan Kasap Hasan Ağa'nın kızı Fatma Hanım ile evlenir. Bu hanım Nurettin Topçu'nun annesidir.
Harp yılları Ahmet Efendi'nin işlerinin bozulmasına ve iflâsına yol açar. Aile Süleymaniye'deki evden ayrılmış Çemberlitaş'ta, bir ahşap eve taşınır. (Şatır sokaktaki bu ev daha sonra yıkılacak yeniden Nurettin Topçu tarafından yaptırılacaktır, 1970).
Nurettin Topçu altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi'nin ana kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi (şimdiki İstanbul Lisesi civarında)ne verilir. Mektebi birincilikle bitirir. Babası Ahmet Efendi Çemberlitaş'ta kasap dükkânı işletmeye başlamıştır.
Reşit Paşa Mektebi'nin sarıklı hocası Osman Efendi bir gün babasına "Osman Nuri -Nüfus kağıdında ismi bu şekilde geçer- büyük adam olacak" deyince çok az gülen babası hayli mütehassis olur. Bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahiptir. Küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirmek merakı vardır. İmlâ öğretmeni Nafiz Bey, Nurettin Topçu'nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyandıracaktır.
Daha sonraki yıllarda Osman Nurettin, Vefa İdadisi'ne devam eder. Birinci sınıfta babasını kaybeder. Evlerinin bir katını kiraya verirler. Ağabeyi Hayrettin Topçu mektepten ayrılarak ailenin yükünü omuzlar. Topçu Vefa İdadisi'nde de sınıflarını birincilikle geçer. Felsefeye bu sıralarda meyletmektedir. Edip Bey, tarihçi Memduh Bey, Celâl Ferdî ve ulûm-ı diniyye hocası Şerafettin Yaltkayadan ders alır. Son sınıf Haziran imtihanında Arapça hocası (Sıfırcı) Salih Bey'den kalır. Bu vaka ona çok tesir etmiştir. Bütün yaz çalışır. İdadi tahsilini İstanbul Lisesi'nde 1927-28 ders yılında edebiyat bölümünü pekiyi derece ile tamamlar.
Liseden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupa'ya tahsil imtihanlarına girer, kazanır (1928). Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Ziya Somar gibi şahıslarla birlikte Fransa'ya gider. Daha önce giden Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer Paris'tedirler. Daha sonra bu şahıslarla, bilhassa Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri olacaktır. Topçu önce Bordo Lisesi'ne nakledilir. İlk yazı denemelerini burada kaleme alır ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti'ne gönderir. Moris Blondel'i bu lise döneminde tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada psikoloji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazbourg'a geçer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar.
Nurettin Topçu'nun Fransa'da aldığı lisans dersleri:
1. Ruhiyat ve bediiyat (Haziran 1930)
2. Umumî felsefe ve mantık (İkinci teşrin 1932)
3. Muasır sanat tarihi (İkinci teşrin 1932)
4. İçtimaiyat ve ahlâk (Haziran 1933)
5. İlk zaman sanat ve arkeolojisi (İkinci teşrin 1933)
Yazları İstanbul'a gelip gitmektedir. 1931'de ağabeyi Hayrettin Topçu'yu yanına alır. Topçu'nun Avrupa'daki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr. Adnan Adıvar'ın Türkçe dersi verdiği Masignon'a daha sonra bu dersi Topçu verecektir. Strazbourg'da doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon'a gider, doktorasını verir: "Conformisme et révolte". Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez Paris'te kitap halinde yayınlanır (Paris 1934). 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığı'nca Ankara'da yapılır.
1934'de yurda döner. Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmeni olarak görev alır (1935).
Hüseyin Avni Ulaş ailenin baba dostudur. Çemberlitaş'taki eve sık sık gelir gider. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştır. Yurda döndükten sonra H. Avni Ulaş'ın kızı Fethiye Hanım'la evlenir. Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi'ne tayin emri gelir. Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey, o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği altı kişilik bir öğrenci listesini Topçu'ya teklif etmiştir. Nurettin Topçu bu teklife karşı "Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler"' cevabını verir. Neticede talebelerin bir kısmı imtihanda kalır. Ankara'nın tepkisi ani olur ve Topçu'nun tayini İzmir'e çıkar.
Nurettin Topçu Hareket dergisi'ni İzmir'de bulunduğu yıllarda yayımlamaya başlar (1939). Dergi İstanbul'da basılır. Bu arada eşinden ayrılır. Hareket'te yayınlanan "Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli'ye sürgün edilir. Denizli'de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanışır, o sırada yapılan mahkemelerini takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi'ne tayin edilir. Bir müddet sonra da Vefa Lisesi'ne geçer.
Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtayısla devrin manevi büyüklerinden Hasib ve Abdülaziz Efendilerle tanışan Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek etkiler alır, Nakşî şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendi'ye intisab eder. Topçu, Celâl Hoca (Celâl Ökten)dan da İslâmî ilimler yönünden faydalandı. Daha sonra İmam-Hatip okullarının kuruluşu sırasında Celâl Hoca ile mesaî arkadaşlığı yaptı.
Son olarak İstanbul Lisesi'ne tayin olunan N. Topçu buradaki görevinden emekli oldu (1974).
N. Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesi'nde H. Z. Ülken'in kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat kendisine kadro verilmemiş ve muhtelif entrikalarla üniversiteye alınmamıştır. Doçentlik tezi Bergson daha sonra kitap halinde yayınlandı.
27 Mayıs 1960'a kadar uzun yıllar Robert Kolej'de tarih okuttu. 27 Mayıs'tan sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildi.
Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği'nde sürdürdü.
1975 Nisanında hastalandı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli oldu. Topçu, 10 Temmuz 1975'te vefat etti. Fatih Camiinde kılınan namazdan sonra Topkapı'da Kozlu kabristanına defnedildi.
1939'dan itibaren çeşitli aralıklarla yayımladığı Hareket dergisi ile bir dünya görüşü mücadelesini şuurla yürüttü. 1939-42 Hareket dergilerindeki yazılarıyla, ruhçu ve mistik düşünüşün felsefî temellerini araştırdı. Teknik ve makina medeniyetine duyulan şuursuz ihtirasın asrın insanını boğduğunu, bu yüzden kendi benliğinden uzaklaşan insanın kurtuluşunun ancak özbenine kavuşmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. İnsan ruhunu demir pençeleriyle felce uğratan materyalizm, pozitivizm, sosyolojizm, pragmatizm akımlarına karşı çıkarken, akılcılığın bile ancak kalbîlikle değer kazanacağını belirtti. Kalb ahlâkı ve irade felsefesini ortaya koymaya yöneldi. Hüseyin Avni Ulaş ve Fransa'da tanıştığı Remzi Oğuz Arık'ın tesiriyle benimsediği Anadoluculuğun âdeta ruhî, içtimaî programını yeniden çizdi. 1947-49 Hareket'lerinde bu çerçevedeki düşüncelerin İslâmi temellerini açıklığa kavuşturdu. Türk milliyetçiliğin İslâm dâvasından ayrılamayacağını, milletle dinin iç içe kavramlar olduğunu ortaya koydu. Ancak, İslâmiyetin hâmisi ve müdafii olarak görünen sahtekârlarla ve menfaatperestlerle mücadeleden de geri kalmadı.
1952-53 Hareket'lerinde Nurettin Topçu, değişen toplum yapımızı da batılılaşma karşısında, inancımızı ve tarihimizi savunurken, kapitalist ve komünist iki kamp arasında cemaatçi bir nizamın zaruretini öngören "yeni nizam"ın ana hatlarını çizdi. 1966-1975 Hareket'lerinde ise, daha önceki dönemlerde ileri sürdüğü düşünceleri, bütün fikir hamulesiyle yeniden kuvvetle ortaya koydu. İslâmiyetin, bu Allah'ın insanlar için seçtiği nizamın, cemaatçi yönünü cesaretle belirtti.
Son yazıları harp ve harp sonrasıyla alakalıdır.
ESERLERİ
Sosyoloji
Demokrasi idareleri, henüz yerleştikleri memleketlerde tutunabilmek ve gelecekte feyizli eser verebilmek için, idare ettikleri halka, kendilerine hâkim olan zihniyeti kuvvetle ve emniyetle aşılayıcı bir siyasî terbiye vermeli ve bu zihniyetle idareye gözcü yeter bir nesil yetiştirmelidir. Demokrasilerden beklenen gaye ancak bu şekilde elde edilebilir. Aksi halde, demokrasi sürekli olamaz ve kendisinden beklenen insanlık idealine götüremez. Ancak şekli bakımından demokratik görünen, idare edenlerde mesuliyet şuuruna dayanmayan ve bu şuuru yaşatmaya yeterli siyasî terbiye sahibi bir nesil yetiştirmeyen demokrasi, ruhsuz bir iskeletten ibaret kalır ve idare edilen zümreleri oyalayarak bir zaman istismar etmekten başka bir şey yapmaz.
Mantık
Mantık, "doğru düşünmenin kaidelerini ortaya koyan ilimdir" diye tarif edilir. Düşüncemizin normal işleyişini Psikoloji ilmi anlatmaktadır. Ancak duygu ve irade olayları mantığı ilgilendirmez. Şu halde duygu ve irade olayları dışarda kalarak, sade zihin olayları üzerinde yaptığımız araştırmalarla, düşünmenin ilmini yapmış oluyoruz. Mantığın Psikoloji ile ilgisi işte bu noktada kendini göstermektedir; çünkü zihnin hakikate ulaşmak gayesiyle ne yolda işletilmesi gerektiğini bilmek için, onun kendiliğinden nasıl işlemekte olduğunu bilmek lüzumludur. Bu sebepten, bazıları mantığın "zekâ psikolojisi" olduğunu söylerler. Ancak psikolojide anormal haller, yani şuurun hastalık halleri de incelendiği halde, mantık zihnin yalnız normal işleyişini incelemek iddiasındadır. Şu halde "mantık, normal zekânın psikolojisidir" demek daha doğru olacaktır. Böylelikle mantığın psikolojiden ibaret olduğu görülürse de, hakikatte bu iki ilim birbirinden ayrıdır. Zira psikoloji, şuur hallerini oldukları gibi ele almakta ve ulaşılması gerekli olan herhangi bir gayeyi gözönünde tutmamaktadır. Mantıkda ise, hakikate ulaşmak gayesi güdülür. Hakikate ulaşmak için zihnin gelişi güzel işlemesi kâfi değildir. .
Millet Mistikleri
Allah'ın yalnız insana bahşettiği büyüklük, insanlıktan ya alınıyor veya ona veriliyor. Çok kere beşerin en büyük bildikleri, ondan büyüklük çalanlardır. Bunlar, madde âleminin avcılarıdır; ihtiraslarının dizginlerini bırakmış, hareket âleminde her vâsıta ile iktidar ve saadet peşindedirler. Zavallı beşeriyet, kendi ruhunu paçavraya çeviren, bu kendi hırsızlarının meftunudur. Bunlar büyüklüklerini insanlığın bu vasfından çalarlar. İnsanlığa büyüklük bağışlayan gerçek büyükler ise, ruh dünyamızın fatihleridir. Bunlar bizdeki zaafları neşterlemekle işe başlarlar. Bu neşter bize ızdırap verici olduğu için onlar, kendilerine ilk düşman olarak kurtarmak istedikleri beşeriyeti bulurlar ve ilk mücadeleleri, kurtaracakları bu zümre ile olur. Bu mücadele, belki de mücadelelerin en çetinidir.
Ahlâk Nizamı
Kaynağını İslâm'dan ve insanlık tecrübesinden alan Ahlâk Nizamı, Türk toplumundaki çözülmenin nedenlerinin yanında somut çözümler içeren bir eser.
Ortadan çekilip kaybolan ahlâk nizâmı, hepimizin, hattâ bugünkü hayat şartlarının her türlü mâziye nazaran daha mükemmel olduğunu kendilerine bir teselli gibi kullanmaya özenenlerin bile, için için yaşattıkları bir kahrın, bir derdin, bir acının en ufak devâsını elimizde bırakmadı.
Hayatımızı çekilmez bir yük haline koyan bu ahlâkî sefaletin tâ içimizdeki müthiş manzarasını nasıl anlatalım: Sanki korkunç ve şerir bir varlık, perdenin arkasındaki o iğrenç yüzlü ifrit etrafa saldırıyor.
Gayzımız, isyanımız, son haddine gelmiş gûya vurmak için, gûya ezmek için yumruğumuzu kaldırıyoruz. Fakat heyhat, kolumuz bir bez parçası gibi bitkin, kesilmiş bir halde kuvvetsiz yere düşüyor. Etrafımızdan imdat istiyoruz, gözlerimizin önünde kuvveti temsil eden zümre lâkayıt gülüyor. Halka çevriliyoruz, cemaat sarhoştur, kendine gelemeyecek kadar sızmış bir halde. Kime yalvaralım? Nereye çevrilelim?..
Bergson
1859 Paris doğumlu Henri Bergson'un felsefesinin tartışıldığı bu kitap, Bergsonculuğun diğer batı felsefe akımları arasında sezgi metodunu ortaya koyarak insana ümit ve imanı tekrar hatırlatması açısından önem taşıyor.
Bergson'un felsefesi, pozitivizm ile çeşitli izafiyeci (relativiste) felsefe sistemlerinin yıkıcı etkileri altında, mutlak hakikatı elde etmenin ümit ve imanını kaybeden XIX. yüzyılın insanlığına, bu asrın sonlarında sezgi metodunu ortaya koymakla, bir ümit ve imanı getirmişti. Bu sebepten her memlekette ilgi ve takdirle karşılandı. Tesirleri az zamanda bütün dünyaya yayıldı. Henüz yaşamakta iken onun kadar takdir ve alâka gören ve öylesine anlaşılan filozof belki de yoktur. Asrımızın başlarında yine birbirini takibeden rölativist felsefelerin karşısında Bergsonculuk, insanlık vicdanının ümit cephesinin adeta bekçisi oldu. Hayatının sonlarında mistisizmi şahane tahlillerle müdafaa eden tezini ortaya koyarken onda, Allah'ına kavuşmak isteyen inanmış bir ruhun hamlelerini hissediyoruz. Her bakımdan bedbaht asrımızda mutlakı arama yolunda belki bir ye'sin ifadesi olan varoluş (existentialisme) felsefesi, hâlâ Bergsonculuğun tesir sahasını doldurmuş sayılamaz. Bazı sathî taraflarına rağmen Bergsonculuk, insanlığın her asırda gözünü çekebilecek ümit ve ilham kapılarını açmıştır.
Büyük Fetih
Büyük Fetih, iki fethin, maddenin ve ruhun fethinin birleşmesiyle gerçekleşen bir fetih anlayışının ürünü bir eser. Saltanattan sıradan milliyetçilikten çok uzakta bir fetih anlayışı.
Temelinde Mekke yatan bir fetih. Osmanoğullarının ele aldığı, Fatih'le, Yavuz gibi dâhi devlet adamlarının siyasî tarihe insan zekâsının hârikalarından biri halinde tevdi ettikleri devlet anlayışı, merkeziyetçi ve otoriteli devletti. Aynı zamanda hukuk-i ibaddan hükümdarı şiddetle mesul edici totaliter esasa dayanıyordu. Önce merkeziyeçti idi. Üç kıtaya yakın devlet ülkesini bir merkeze sımsıkı bağlıyordu. Eski Roma İmparatorluğu'nun koyu merkeziyetçiliği bizde adalet ve mesuliyet prensiplerine bağlı olarak akla hayret veren bir hukuk ve ahlâk nizâmı içinde yaşatılmakta idi. Bu devletin diğer karakteri otoriteli oluşudur. Lâkin onda otorite yâni tam iktidar, ortaçağın İngiltere Krallığı'yla, Papalık devletinde olduğu gibi hükümdarın keyf ve iradesinden doğma değildir. Halkın dimağını teşkil eden ilmiye sınıfına yâni münevverlere dayanır ve her hareketinden Allah'a hesap vermeğe mecburdur. Ancak bu hesap verme mecburiyeti, bu sorumluluk sadece âhirete bırakılmak suretiyle hükümdarın ferdî iradesine terk edilmemiştir. Bu devletin üçüncü karakteri hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır. Yâni bu devlet, halkın bütün ihtiyaçlarına uzanır ve onları karşılamaya çalışır. Hukuk-u ibaddan şiddetle mesuldür. Halk hizmetlerinde hürriyet prensibine halel vermeyerek bunların bir kısmını vakıf teşkilâtına bırakmıştır. Bunda teşkilâtın temeli halkın, idare devletindir. Sosyal teşkilâta devlet bünyesinde yer verilmiştir. Devlet kavramının değer ve gerçeğini hakkıyla ifade eden bu otorite rejiminde demokrasiye yâni halkın iradesiyle idare rejimine aykırılık, halkı inkâr ve millet iradesine karşı gelme değildir.
İradenin Davası / Devlet ve Demokrasi
Seri içinde iki eserden oluşan 7. kitap: İradenin Davası ve Devlet ve Demokrasi, Nurettin Topçu'nun insan iradesi ve siyaset-devlet görüşlerini içeriyor.
Gayesine ulaşabilen gerçek ve tam irade, fertten başlayan, aile ile devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından da geçerek Allah'a ulaştıran iradedir. Biz damarlarımızdan sızan iradeyi, kendi eserimiz zannetmekle yanılıyoruz. Hakikatte irade birdir. O, istek halinde âleme yaygın kudretin bizdeki adıdır. Aslında kendi kendini isteme halindeki varlığın adı olan bu evrensel iradeye biz sadece iştirak halinde yaşıyoruz. İslâm dünyasının küllî irade, cüz'î irade ayırımı sun'îdir. Benliğimizde barınan iradeyi âlemin iradesinden, daha şahsî ve tam adı ile Allah'ın iradesinden ayırıp onunkine denk bir kudret gibi düşünmek, zavallı insanlığımızın aczinden fışkıran bir kibirden başka bir şey değildir. Hakikatte çarpışan kudretler yok; insanın sefâletleri ile ölçülemiyecek kadar büyük, âleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden ruh yapımız vardır. Bu iştirakin anlaşıldığı yerde insan şuur kazanıyor, yolumuz aydınlanıyor. Kurtuluş yolu diye, insan olan varlığımızı, sefaletleri ile birlikte mutlak samimiyet olan ilâhî iradeye ulaştırıp onunla birleştiren hareketler sistemine diyoruz.
İslâm ve İnsan/Mevlana ve Tasavvuf
Toplu eserler içinde iki eserden oluşan 6. kitap diğer kitapları bütünleyen insan ve tasavvuf üzerinde duruyor.
Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslâm dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslâm memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerle ziyaretçi ile dolan Kâbe'nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasî, ne iktisadî, ne de esasında ilmî ve fikrîdir. Bu halin sebebi, İslâm'ın temeli ve Kur'an'ın özü olan ahlâkın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur'an harikası olan ilâhî ahlâk İslâm diyarında çoktan gömülmüştür. Ahlâk idealine karşı ruhlarda işlenen bu zulmün tarihte çok tekrarlanan tehditleri, bugün büyük sanayi medeniyetinin insanı makinalaştıran ve makinaya esir yapan zulmüyle elele vermiş bulunuyor. Belki yakın bir gelecekte büyük petrol kuyularıyla İslâm ülkelerinin tröst sahipleri bu vasıflarını şeyhlikle birleştireceklerdir. İnsanlığın beşbin yıllık ruh ve vicdan eserini inkâr ederek düşünmeyi günah sayan sefaleti din diye tanıtan gerilikle taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır. Kalbe karşı gelen kaideleri İslâm çerçevesi içinde insan ruhunun esaret zinciri yapmakla geçinenler kendilerine din adamı dedirttikçe ve halkın bunlara hörmet ve itibarı devam ettiği müddetçe İslâm dünyasının, içinde yüzdüğü sefaletten kurtulması imkânsızdır.
İsyan Ahlâkı
Tercüme: Mustafa Kök-Musa Doğan
Özgün adı: Conformisme et Révolte
İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu'nun (1909-1975) Sorbonne Üniversitesi'nde yapmış olduğu doktora tezinin tercümesidir.
Biz, hem uysallığa, hem de anarşizme karşıyız. Her türlü sosyolojizme, yani toplum gerçeğinin her şey olduğu anlayışına karşı olduğumuz kadar, bencil ve katı ferdiyetçiliğin de karşısındayız. Ferdin, sadece bütün iradeleri aynı şekilde belirleyen bir İrade karşısındaki uysallığını kabul ediyoruz. Bize göre selâmet, tarih ve insanlıkla birlikte, tarihin ve insanlığın var oluş sebeplerini içinde bulacakları bir mutlak'a bağlanmaktan ibarettir. Aklı başında bir insanlık, kendini asla gayesi ve gerçekleştireceği mukadderatı olmayan bir varlık olarak düşünemeyecektir. Kendi gayesini bilecek noktaya erişmese bile o, sanki bu gayeye arka arkaya gelen nesillerin sonsuzluğunda ulaşılacakmış gibi hareket edecektir.
Kültür ve Medeniyet
Bir asırdan beri memleketimizin başta gelen derdi medeniyet meselesidir. Geçmişte büyüklüğü dünyaca bilinen Türk milletinin medeni varlığa sahip olmadığını önce Batı'yı tanıyanlar ortaya attı. Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri, birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar, Batı'nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı'nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil "Avrupa'ya benzemek için ne yapalım?", "Garplılaşma nasıl olmalı?" diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan sürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında bağlandıkları aşağılık duygusu olmuştu.
Reha
Reha, Nurettin Topçu'nun 1926-1936 yılları arasında yazdığı ve bugüne kadar yayınlanmamış bir gençlik romanı. Taşralı kitabında bir araya getirilen hikayeleri için olduğu kadar, fikir hayatı ve dünya tasavvurunun teşekkül devri hakkında önemli ipuçları veriyor.
Mehmet Âkif
Büyük adamların başka bir vasfı da münzevi oluşlarıdır. Onlar kalabalığın içinde yalnız yaşarlar. Üçüncü bir vasıf olarak, büyük adamların devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durduklarını görüyoruz.
Taşralı
Sanatta bir "Anadolu romantizmi" oluşturmak amacında olan yazar, idealist aydınların hak yolunda verdikleri hizmet mücadelesini öne çıkarıyor. Onun hikayelerini okuyanlar muzdarip bir ruhun çırpınışlarını, merhamet hamlesini ve ötelere uzanan aşkını mutlaka hissedeceklerdir.
Türkiye'nin Maarif Davası
Türkiye'nin Maarif Davası sözde modern eğitim sistemine kaynağını Kur'an'dan alan Anadolu insanının ruh yapısından beslenen Türk mektebi tezli bir eleştiridir. Millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerile, metodları ve müfredat ile, terbiye prensipleri ve psikolojik temeller ile, hattâ binasının yapı tarziyle kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese millî mektepti. Lâkin milletin ruhu ve içtimaî inkişafını takip edememiş ve cihanın fikir ve irfan hayatiyle bağlarını çoktan koparmış olduğundan, olduğu yerde enkaz halinde yıkıldı, çöktü. Öbür taraftan, Batı'da tekâmül eden insan düşüncesinin seyrini biz kendi âlemimizde devam ettiremediğimizden, açılan yeni mektep, hakikat aşkının mâbedi olmadı. Parça parça bilme hevesi, evrensel ve ilâhî hakikat aşkının yerini tutamazdı. Hakk'a götüren yol diye kendini hakikata adamak, gerçek mektebin yoludur. Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatın ihtirası cemaat içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmayacaktır.
Varoluş Felsefesi/Hareket Felsefesi
Asrımızda tesirlerini bütün felsefe âlemine hatta bütün düşünce dünyasına yayarak genişleten varoluş felsefesinin doğuşu geçen asrın başlarındandır. Hatta onun hazırlıklarını Pascal'da bulmak kabil oluyor. II. Cihan Harbi'nden sonra pek acayip anlayışlara yol açan bu felsefenin esası şudur. Eski Yunan'dan beri felsefe, hakikat olarak eşyanın özünü araştırıyordu. Öz, duyularla tanınamayan, bir olan, hiçbir zaman değişmediği halde, değişen ve duyularla tanınan bütün varlıkların esası olan ve onları var kılan şeydir.
Yarınki Türkiye
İlk baskısı 1961'de yapılan Yarınki Türkiye, hareket felsefesinden yola çıkarak kanatlarını İslam düşüncesine, sanatına açan bir kültürel-sosyal mücadelenin altyapısını oluşturan denemelerden oluşuyor.
Yarınki Türkiye'nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemiyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Yarınki Türkiye'nin kurucuları, millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif sîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus Yavuz'la birleşecek; Sinan Âkif'e uzanacak; Ebu Hanife Hüseyin Avni'yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu'nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh...
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Nurettin Topçu'ya Armağan
Kollektif
Dergah Yayınları / Armağan Kitaplar
Kitap, Ezel Erverdi, Ayhan Yücel, Mustafa Kara, Muzaffer Civelek, Süleyman Seyfi Öğün, Ahmet Tabakoğlu, Cemil Kıvanç, M. Orhan Okay, Muhammet Sarıtaş, Mustafa Kök, Beşir Ayvazoğlu, Vahap Mutal, Hüseyin Öztürk, Mustafa Kutlu, Muhsin Mete, Ali Nihad Tarlan, Mehmet Kaplan, Mustafa Kutlu, Bekir Topaloğlu, Orhan Okay, Muzaffer Civelek, Ayhan Yücel, Ferruh Bozbeyli, Ercüment Konukman, Sıtkı Evren, Lütfü Bornovalı, Emin Işık, Mehmet Sırrı Tüzer, İsmail Kara, İsmail Dayı, Ali İhsan Balım, Ali Birinci, Mehmet Sılay, Fatih Gökdağ, Dursun Özer'in yazılarından oluşmuştur.
Nurettin Topçu
1909-1975
Erzurum’lu bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğdu. Bezmialem Valide Sultan Mektebi ve Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi'nden sonra tahsilini Vefa İdadisi'nde sürdürdü. İstanbul Lisesi'nden mezun oldu( 1928). Aynı yıl Avrupa'da tahsil için açılan imtihanlara girdi ve kazanarak Fransa’ya gitti.
Fransa'daki tahsiline Bordo Lisesi’nde başladı ve buradan psikoloji sertifikası aldı. Görüşlerinden hayli etkileneceği mistik Maurice Blondel'le bu sırada tanıştı. Sosyoloji Cemiyeti’ne üye oldu ve ilk yazı denemelerini oraya gönderdi. 1930'da Strazburg'a geçti. Üniversite tahsiline başladı; Ruhiyat ve Bediyyat, Genel Felsefe ve Mantık, Muasır Sanat Tarihi, İçtimaiyat ve Ahlak, ilk zaman Sanat ve Arkeoloji dersleri aldı. O yıllarda Paris'te olan Remzi Oğuz Arık ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ile dostluklar kurdu. Tasavvuf Tarihi araştırmalarıyla tanınan Luis Massignon'la [1] tanıştı ve Adnan Adıvar'ın Türkiye'ye dönüşünden sonra Massignon'a Türkçe dersleri verdi. Hallac sevgisini O'ndan almış olmalı. "Veliler ordusu sona ermeyecek. Bizim varlığımızı kurtaracak olan bu cephenin kahramanlarıdır" der. Conformisme et revolte başlıklı doktora tezini hazırladı ve Sorbonne Üniversitesi'nde savundu (1934).
Aynı yıl Türkiye'ye döndü. Galatasaray Lisesi'nde Felsefe öğretmeni olarak göreve başladı. Lise Müdürü Behçet Bey'in bazı öğrencilerinin geçirilmesi için yaptığı teklifleri yerine getirmediği için İzmir'e tayin edildi.
İzmir'de kendisi ve düşünceleriyle aynileşecek olan Hareket dergisini çıkarmaya başladı (1939). Dergi’nin ismi Blondel'in "Hareket Felsefesi"nden etkilenmiş olabilir.
"Ziya-Gökalp- Atatürk çizgisinin savunduğu ırkçı turancı milliyetçilik ve batılılaşma idealine karşı, Yahya Kemal, Mükremin Halil Yinanç, [2] Hilmi Ziya Ülken, 'ın oluşturduğu Anadolu Milliyetçiliği’ni savundu. İslam Ruhçuluğu’nu işledi. Oğuz kavmini İslam ahlakı ile bütünleştirerek Türk kavmini Türk Milleti haline getiren Anadolu topraklarını veya Türkiye'nin fiziki değerini ve Türk Milliyetçiliği’ni İslami akımlardan üstün görmüş ve hatta Ümmetçiliği milli hedefler için zararlı bir cerayan olarak telakki etmiştir." [3]
İlk sayısında N.Topçu tarafından yazılan başyazı "Rönesans Hareketleri"dir. [4] Yine ilk sayıda "Oğuzlar" yazısı yer alan Mehmet Kaplan'ın da dergide çok sayıda yazısı çıktı. [5]
Bin yıl önce toprak, tarih, dil, din, soy gibi unsurların oluşturduğu vatana vurgu yapan Arık'ın "Anadoluculuk" görüşünün takipçisi oldu. Nisan 1968 de Ezel Everdi'nin Remzi Oğuz Arık'tan [6] aktardığı görüşlerdeki Milliyetcilik buna uymaz.
Tekparti yönetimini tenkit eden "Çalgıcılar" yazısı yüzünden Denizli'ye sürgün edildi. Burada Said Nursi ile tanıştı ve Mahkemeleri’ni takip etti. Daha sonra tayini İstanbul Haydarpaşa Lisesine çıktı, bir müddet sonra vefa Lisesine geçti, uzun yıllar İstanbul Lisesi’nde çalıştı ve buradan emekli oldu ( 1974). Bu görevlerine ek olarak 27 Mayıs ihtilaline kadar Robert Kolej'de Tarih ve İstanbul İmam Hatip Okulu'nda Dinler Tarihi Dersleri verdi. "Bergson" adlı çalışmasıyla Doçent oldu ve İstanbul Edebiyat Fakultesi'nde "eylemsiz Doçent" olarak bulundu, fakat kendisine kadro verilmedi ve Üniversite’ye alınmadı. Milliyetçiler Derneği'nin kurulmasında ve faaliyetlerinde etkin görevler üstlendi.
Dergi 1953 de A.E. Yalman'a yapılan suikast girişimini takiben yayınını durdurdu. Hareket Ailesi 1966 ya kadar etkinliğini Milliyetçiler Derneği'nde sürdürür. Ancak Topçu'nun 60 lı yıllarda gündeme sokmaya başladığı Anadolu Sosyalizmi, İslam Soyalizmi tezleri nedeniyle Milliyetçiler Derneğindeki insiyatifini kaybeder.
1966 Ocak'da Dergi "Fikir ve Sanatta" ilavesiyle yeni katılımlarla yayınına başlar. Kapitalist sömürüye, liberalizme karşı çıkılır. " Olgunlaşan gövdeden, çürük dallarla zehirli yemişlerin ayıklanma zamanının geldiği" vurgulanır. Felsefemiz başlıklı yazıda 4 unsur üzerinde durulur:
1.Tekamulculuk
2.Anadolu Toplumculuğu [7]
3.İslam Ruhçuluğu
4.İdealizm [8]
Bu ilk sayıda Ercüment Konukman Anadoluculuğu açıklar. [9]
66 Mayıs’ında Hüseyin Hatemi , R. Garaudy'nin İslam’ı hedef alan eleştirilerini cevaplar.
66 Ağustos’unda "Hallacların, Gazalilerin, Yunusların, Mevlanaların yaran sohbetlerine, Eflatunlarla, Kantları, Pascalları ve Bergsonları da alarak evvelkilerin doymak bilmeyen aşkını, bu sonuncuların ilim, anlayış ve metodları ile birleştirip Qur'an'ı tahlil ettikten sonra, bu tahlilin unsurları ile bir kainat metafiziği ve insan felsefesi yapacağız" diye yazar Topçu vardır.
1967 de Ezel Elverdi, Mehmet Doğan, Davud Özer Milliyetçi Toplumcu Anadolucular Derneği'ni kurarlar. Sahalarında ihtisas yaparlar.
Topçu Temmuz 1968 de Anadolu Kültürü ve Sosyalizm başlıklı yazısını yayımlar. [10]
69 da Topçu Hareket'in 30 yılını değerlendirir. İslam’ın Felsefesinin hala yapılmamış olduğunu, Edebiyatının bulunmadığını ve Ahlakının sistemleştirilmediğini söyler. İslam ile Mistisizm özdeştir. [11]
Bu nedenle 68 Kasım’ında Skolastiği eleştirir: "İslami kemiren skolastik, 10-11. yy.larda el-Farabi ve İbnu Sina ile başladı. Bunlar Aristoteles’in Felsefesi, kıyas mantığını tek hakikat kaynağı diye benimseyen skolastik düşüncenin İslam’da mümessili oldular. Aristoteles’in görüşlerine aykırı olan her fikrin yanlışlığını önceden kabul eden bu Filozoflar, Qur'an'ı Aristoteles’in fikirlerine uygun olarak tefsir ettiler... Pflatonculukta olduğu gibi, ondan sonra da İslam'a uygun esaslar getiren İslamı açıklamaya yayarlı görüşler ortaya koyan pek çok Felsefe sistemleri ortaya çıktı...Bugün İslam’da uyanış arayanlar 6-7 asırdan bugüne kadar uzanan boşluğu doldurmak zorundadır."
Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey'in vasıtasıyla Paris dönüşü Nakşi şeyhleri Hasib Efendi ve Abdülaziz Bekkine Efendi ile tanıştı, daha sonra O'na beyat etti. Doktora tezinde bile açıkça görülen Tasavvufi temayülleri Abdulaziz Efendi ile daha bir netlik ve derinlik kazandı. İslami ilimler, Kelam ve İslam Felsefesi konularında ise Celal Ökten'den faydalandı.
Hareket’te Mayıs 72 de Emin Işık "Qur'an Üzerine Düşünceler" başlıklı yazısını yayınlar.
72 Ocak’ında Gökhan Evliyaoğlu'nun Türk İktisat Tarihi başlıklı yazısı yayınlanır. [12]
1972 Şubat’ında Y.N.Öztürk'ün Tasavvuf üzerine yazıları görülmeye başlar.
1973 Haziranında Ahmet Debbağoğlu Tasavvufun İçtimai, İktisadi ve Siyasi yönlerini yazar. Ağustos'da Osmanlı İmp.luğunun kuruluşundaki rolunu araştırır.
Diğer bazı isimler de şöyle:
Mehmet Doğan Türkiye'de Toprak Meselesinin Tarihçesi
Turan Utku Köy Kalkınması
O.Zeki Berberoğlu Türkiye'nin Mesken Meselesi
M.Necati Büyükkurt Türkiye'de Şehirleşme Hareketleri
Cemal Kuanç Ziraat Kesiminde Şartlar, Toprakların Durumu ve Kooperatifleşme
Mustafa Kara Tekke Teşkilatı
Hasan Tanruöver Türk Hukukunun Kaynakları ,İslam Hukuku
Hikayeci, Şair, Denemeciler yetişir. "Sadettin Kaplan, Hasan Hüsrev Hatemi, Mustafa Kutlu, Sami Boz, Şevket Bulut, Gökhan Evliyaoğlu, M.Atilla Maraş, Durali Yılmaz, Abdurrahim Karakoç, Bahaddin Karakoç, Mustafa Civelek, Niyazi Adalı, Ali Bulaç."
Topçu 10 Temmuz'da öldü. Kozlu Mezarlığına defnedildi.
Eserleri:
-Conformisme et revolte, [13]
-Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü, [14]
-Mehmet Akif, [15]
-Şehit, [16]
-Türkiye'nin Maarif Davası, [17]
-Komunizme Karşı Yeni Nizam, [18]
-Ahlak Nizamı, [19]
-Yarınki Türkiye, [20]
-Büyük Fetih, [21]
-Var olmak, [22]
-Varoluş Felsefesi, [23]
-Bergson, [24]
-İradenin Davası, [25]
-İslam ve İnsan, [26]
-Devlet ve Demokrasi, [27]
-Kültür ve Medeniyet, [28]
-Mevlana ve Tasavvuf, [29]
-Milliyetçiliğin Esasları, [30]
Hikaye:
-Taşralı, [31]
Ders Kitapları:
-Felsefe , [32]
-Psikoloji , [33],
-Mantık , [34]
-Sosyoloji, [35],
-Ahlak, [36]
Hareket Dergisi dışında Türk Yurdu, Büyük Doğu, Sebilürreşad, Düşünen Adam, Türk Düşüncesi Türk Ruhu, Komunizme Karşı Mücadele, İslam, Bizim Türkiye, Serdengeçti, Asrın Dini Müslümanlık, Şule dergileri ile Yeni istiklal, Havadis, Son Havadis, Akşam, Erzurum Hürsöz gazelerinde yazıları çıktı.
" Ölününden sonra 3 aylık periyotla 1 yıl daha çıktı sonra Hareket Dergisi 1979-1982 Mart’ına kadar yayınını sürdürdü. 1980 e gelindiğinde artık Milliyetçiliğin yanısıra İslami vurgusunu da eklemiştir, ama onun İslamiliği Türkiye'nin bütünlüğüne ve Türk milletinin geleceğine hizmet eden bir islamiliktir. Hareket Dergisi bin yıllık tarih kutsamacılığının ilk önemli savunucusu ve Türk İslamı'nın ilk mimarıdır. [37]
1976 da 112.sayıda Ercüment Konukman' ın yazdığına göre yetiştirilmek istenen yaratıcı fertlerin 60 ihtilali sonrasında AP'nin kuruluş çalışmalarında rol almaya teşvik edilmesi ve daha sonra birçoklarının Milletvekili olmaları sonucunda Hareket Dergisi ailesine mensup veya bağlı olarak Meclis'e giren 60 kişi Hareket aileleri ile ilişlileri zayıflar veya kopar. Başta Ferruh Bozbeyli olmak üzere.
İlhan Eraydın 1979 da İran İslam Devrimi’ni yorumlar. Süleyman Uludağ İslam Düşünce Tarihi üzerine yazar.
79 Temmuz-Ağustos sayısında İsmail Kara İslamcılık Cereyanı üzerine yazar. Kasım-Aralık'ta İslam Dünyasında Fikri Hareketler üzerine yazar. Yine bu sayıda İsmet Özel'in Üç Mesele kitabı üzerinde yazar.
Son sayısında " İnanıyoruz ki, bundan sonra olduğu gibi Hareket yine bir gün belki başka bir adla neşriyatına başlayacak, Türk Kültür hayatındaki yarım asırlık macerasına devam edecektir" diyen Dergi’nin çizgisini 1990 den sonra yayınlanan Dergah sürdürüyor.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.