Acı haber tez ulaşır derler; öyle oldu nitekim. Kafkas ve Kırım halklarının yurtlarından sürülüşünün 57'nci yılı vesilesiyle Kafkas Vakfı'nda
gerçekleştirilen anma toplantısının ardından gelen haber ortalığı derin bir sessizliğe boğdu. İrfan Argun ağabeyimiz, saygıdeğer eyhabımız Beygua Ömer'in,
yani bizim kendisine hitap ettiğimiz şekliyle sevgili Ömer amcamızın ahirete irtihal ettiğini bildiriyordu. Ömer Büyüka'yı Türkiye'deki Kafkas diasporası içinde pek az insan bilir belki,
ama yaptığı çalışmalar ve yazdığı Abhazca şiirlerle Abhazya'da yaşayan herkes onu tanır. Çünkü o bedeni burada ama gönlü orada yaşayan bir insandı. Sıradan
bir insan değildi, o bir kültür savaşçısıydı. Düşünen, yaşama ve geçmişe dair tezleri olan bir insandı. İnsanlığın bilinmeyen tarihinin sırlarının Abhaz
dili içinde gizli olduğuna inanırdı. Bu inançla, ömrünü, herşeyine vakıf olduğu anadili Abhazca'nın sırlarını çözmeye adadı. Çok ciddi bir emek vererek
yazılı eserler ortaya koydu. Didik didik ettiği Abhaz dilinin dolambaçlı yollarından şaşırtıcı iddialarla döndü. Örneğin filolojik ve mitolojik
verilere dayanarak Abhazca'nın yeryüzündeki dil ve kültürlere anaçlık ettiği iddiasında bulundu. Ortaya koyduğu veriler bu tezini desteklemekten öte ispat
da etti. Ama bu tezleri ilim çevrelerinde sadece bir irkilme meydana getirdi. Uzun boylu tartışılmadı. Ünlü tarihçi Prof.Dr.M.Altay Köymen'in, bu tezlerini
ciddiye aldığına dair kendisine Ömer amca farklı bir insandı. Yıllarca, okuduğu ve dinlediği her şeyin kendisinde yaptığı Abhazca çağrışımların peşinden koşturdu durdu. Ve bütün
çıkarımlarını ön yargıya kapılmadan korkusuzca yazdı. Örneğin İbrahim Aleyhisselam'ın Abazaca konuşan bir peygamber olduğunu ilk o söyledi. İlk
duyanların dudak bükeceği, mübalağalı bulacağı bu iddiayı, onun "Hz İbrahim'le Awubla ve Kafkaslılar " adlı kitabını okuyanlar ciddiye almak zorunda
kaldıklarını göreceklerdir. Hz İbrahim Abazaca mı konuşurdu? Ömer amcanın kitabını okuduktan sonra bu soruya "hayır" diye cevap vermek gerçekten
güçleşiyor.
O bir kültür savaşçısıydı dedik. Abhaz dilinin eriyip gittiğini görmek onu gerçekten kahrediyordu. 1982 yılında kendisini ziyarete gittiğimde 80 yaşını
çoktan aşmıştı. Ama dinçti. Çalışmalarını heyecanla sürdürüyordu. Abhazca'nın kaybedilmemesi, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir dil olduğunu söylüyordu.
Bilip de kağıda dökemediklerinin kendisiyle birlikte mezara gitmesinden çok korkuyor ve 'Ah" diyordu, "Ah, Allah(cc) bana bir 10 sene daha ömür verse de
şu kafamın içindekileri bir kağıda dökebilsem." Duası kabul oldu, Allah(cc) ona 20 sene daha ömür verdi. O da yaşlılığının müsaade ettiği ölçülerde yazdı
ve çizdi. (İnşaalah o yayınlanmamış çalışmaları zayi olup gitmez.) Asil bir insandı, insanları çok severdi. Onurluydu da, cemiyete girdiğinde
layık olduğu yerde olmak isterdi. Tevazu sahibi idi aynı zamanda, kendinden 60-70 yaş küçük insanlarla oturur saatlerce milli meseleleri konuşabilirdi.
Halkının problemlerini dert edinmişti kendisine, kafa yorardı. Şair ruhluydu, gerçekten güzel şiirler yazardı. Araştırmacıydı, o üzerinde açık bir el olan
unutulup gitmiş Abhaz milli bayrağını tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp halkına armağan eden o oldu.
Nitekim yukarıda belirttiğimiz gibi Beygua Ömer sadece Türkiye'de değil Kafkasya'da da tanınmış bir sanat adamıydı. Yazdığı Abhazca şiirler Abhazya'da
değişik sanat dergilerinde yayınlanıyordu. Yazı ve şiirleri kitap haline getirilerek Abhaz milli literatüründeki yerini çoktan almıştı. Nitekim Abhazya
hükümeti, Abhaz kültürüne katkılarını göz önüne alarak 1992 Yılı Dirmit Gulya Devlet Ödülü'nü ona layık görmüştü. 1982 yılında ses kayıt cihazımı alarak yanına gitmiştim. Kendisine
çıkaracağımız dergide biyografisine yer vermek istediğimizi söyledim. "Hay hay" dedi memnun oldu. Hemen teybimi açtım ve önüne koydum. Daha sorumu
sormadan "dur" dedi, "makineyi kapat." Kapattım. "Şimdi ben söyleyeceğim sen yaz, makineyi da gerek yok" dedi. Dediği gibi yaptım. (Bu arada ses kayıt
cihazına makine demesi çok hoşuma gitmişti nedense. Bu sözünü o günden bu yana hiç unutmadım ve yeri geldikçe ben de onun gibi ses kayıt cihazlarına makine
dedim.) Sonra O söyledi, ben yazdım. Fakat yayınlamak nasip olmadı. İşte 7 Şubat 1982 tarihinde kendi seçtiği kelimeler ve kurduğu cümlerle Beygualar'ın
ve Ömer amcanın hikayesi.Beygua Ömer üçü erkek, dört çocuk babası idi.
Mekanı Cennet olsun.
"BEN ÖMER BEYGUA"
"BABAM"
"Babasoyum Beyguadır. 'Dargın bey' anlamındadır. Aslında Osmanlı İmparatorluğu zayıflayıp Rusların güneye, Kafkasya'ya ilerlemeye başladıkları zaman,
Kafkasya'da bir çok şef veya halk büyüklerini elde edip Osmanlılar aleyhine ayartıyorlardı. Abhazya'da da Beygua Mamagul'u elde etmişlerdi. Abhazya
beyliği Osmanlılar'a bağlı ve sadık idi. Mamagul Osmanlılara sadakatte direnen beylik sarayına 12 silahlı Beygua delikanlısı ile baskın yaparak darbe yapmaya
kalkışır. Atik davranan koruyucular karşısında darbeyi başaramayınca koruyuculardan birini öldürerek çekilmek zorunda kalır. Takibata uğrar. O
zamanki Batum Valisi Abhaz Açaçba Şirvan'ın da yardımıyla yakalanan Mamagul hapsedilir. Bir müddet sonra kaçarak -veya affolarak- hapisten çıkar ve
evlenir.
Şermet ve Sabatay isminde iki oğlu dünyaya gelir. Şermet'in oğlu Mac Dedem Beygua Hasan'ın babasıdır. Mamagul'un baskın arkadaşlarıda yakalanamıyarak kaçmıştır. Bazıları
Magrelya'ya; bazıları da Kuzey Kafkasya'ya(Kabardiya'ya) gider. Her iki grupta burada türerler. Magrelya ve Kabardiya o zaman Rusya sempetizanı idiler. Her
iki memleketteki Beygualar, çok sonraları, Abhazya'da kalan Beyguaları ziyaret etmeye başlarlar. Kabardiya'dakiler hala da Beygua soyadını bırakmamışlardır.
Yine Türkiye'deki Kabartay Beygualar Abhaz Beygualar'ı ziyaret etmektedirler. İlk hatıra gelenleri Anadolu'da, Yıldızeli İlçesi'ne bağlı Kiremitli Köyü'nde
olanlardır.
Kabardiye Beygualar'ından biri Çar Sarayı'nca himaye edilerek saraya alınmış, kızı ile Çar Müthiş İvan evlenmiş idi. Sarayda yetişen bu Beygua torunları son
tarihlerde 'Beygo Çerkeska' ismiyle yazılara geçmişlerdir. Yukarıda adı geçen dedem Beygua Hasan 1878'de Türkiye göçürülenler içersinde
en paralı olan idi. Düzce'nin Efteni Hacı Süleymanbey Köyü'nde yerleşerek kendine bağlı 14 aileyi etrafında toplayarak Akhukun (Ahukun) Mahallesi'ni
kurmuştur. O muhacirler içinde iki katlı badanalı ilk konağı kurabilen O'dur. Konağı hayal meyal ben de hatırlarım. O zamanki Bolu mutasarrıfı(Valisi)
İşkodralı Ali Kemal'in dedemin arada bir ziyaretine gelen dostu olduğunu halk anlatmaktadır. Gerçekten de babamı -annesi ölüp eve üvey ana gelince- Ali
Kemal alarak Bolu'ya götürmüş ve O'na Zeynül Abidin Efendi isminde bir hoca tutarak klasik okul metodu ile babama okur yazarlık ile hesap ve basit ölçü
bilimleri tahsil ettirmiş, bir atelyeye göndererek marangozluk öğretmiştir. Saygıyla andığımız bu Ali Kemal, Arnavutluğun ilk Devlet Reisi olan zattır.
Babam o zamanki göçmenler içinde klasik okul metodu ile okuryazar olan tek kişi idi.
"ANNEM"
Annem Abhazlar'ın Şamı ailesinden olup Şamı Hüseyin'in kızı idi. Babam Annemle evlenince dedemin Azatlısı Abdullah -kendisine 'Beygua' denmeyip 'Beygualar'ın
adamı' denilmesine üzülerek- evini bırakıp Haymana'ya göçtüğünden, boş kalan onun evine artık evli bulunan babam yerleşmiş ve ben orada 1317(M 1901)
yılında dünyaya gelmişim. Dedemin Kafkasya'da tanıyarak sevdiği Osmanlı Kumandanı Ömer Paşa'nın adını da isim olarak takmışlar.
"..VE BEN"
İlk okumayı Kur'an ve İslam dini bilgileri ile yaptım. İlk yazıyı eski Arap harfleri ile oluşturulan Abhazca yazı ile öğrendim. Hocalarım Abhaz kızı
Canıpha Hasibe ve kocası Abhazca da konuşan Şapsığ Raşit Efendi idiler. Halkımız hakkında bir çok gayeler taşıyan, o zamana göre aydın olan babam
Bayram usta ile çok idealist İslam bilgileri hocası olup Abhazca yazı (alfabe) yapıp yaymaya da çalışan ve bir çok Abhazca ahlaki dörtlük şiirler de yazan
Çkalapuva Şirin Efendi, halkımızı istedikleri yönde aydınlatamadıklarından yakınarak 'hiç olmazsa çocuklarımızı kurtaralım' diyerek Düzce İlçesi'ne göçüp
yerleştiler.
Ben orada ilkin Şapsığ Müderris İsmail Efendi'den Arabiyyat(Araboloji) okudum. Bir müddet sonra TBMM Hükümetince Düzce'de kurulan Resmi Medrese olan
Medaris-i İlmiyye'ye girdim. Beni 8 yıl arapça okuyanlar sınıfına aldılar. Medaris-i İlmiyye kapandı. Açılan İdadi Mektebi'ne(Liseye) girdim. Bir müddet
sonra o da kapandı, yerine ortaokul açıldı ise de o idadiye denginde değildi. Onu da bitirdim. Edirne Lisesi'ne gittim. Ancak paralı okuduğum ve parasının
da bir müddet sonra çok yükseltilmesi karşısında liseyi bitirmeyerek ayrıldım. O zaman üniversiteye (darülfünuna) ve yüksek okullara imtihanla
girilebildiğinden, geri kalan sınıfları hususi olarak okuyup yüksek okullar imtihanına girenlere katıldım. Sonunda İstanbul Darülfünun Konferans
Salonu'nda, profesörler kurulu, imtihanları kazananları birer yüksek okula ayırdılar. Beni veteriner fakültesine verdiler. Ancak, ben orman mühendisliği
tercihimde ısrar ettim ve o zamanki adıyla Yüksek Orman Mektebi'ne alındım. 1930 yılı Eylül'ünde birinci derecede başarılı olaOkuduğum diller Arapça,
Farsça, Fransızca ve Almancadır. Özel olarak biraz Rusça'da okudum. Bütün mekteplerdeki hayatımda dilci olarak bilindim. Gerçektende hayatta en çok
dilcilikle, filoloji ile uğraştım. Resmi olarak okuduğum yukarıda anılan dillerin kurallarını ve en ziyade Türkçe kuralları bildiğim ve Arapça ile
Fransızca'da bazı mektuplaşmalar da yapmama rağmen ne onlarda ve ne de Almanca'da pratik bakımdan bilgim yetersizdir. Ancak, dilci sıfatıyla her
dilin gramerine meraklı olduğumdan onların da kurallarını ve kısmen lügatlerini bilirim. Kütüphanemde Rusça, İngilizce, Arnavutça, Bulgarca,
Hırvatça, Gürcüce, Ermenice, Abhazca, Adigaca, Yunanca... kitaplar bulabilirsiniz. Ve bunlar üzerinde araştırma yaparım.
Yayınlanmış yazılarım "Abhaz mitolojisi Anaçmı?", "Hz.İbrahimle Awubla ve Kafkaslılar" adlı kitaplarım ile bazı dergilerde çıkan bilimsel veya şiir ile
Kafkas konulu makalelerdir. Abhazya'daki Alaşara adlı bilim sanat dergisinde de zaman zaman Abhazca şiirlerim çıkmıştır.
Yayınlanacak yazılarım olarak "Yaradılıştan beri Abhazlar", "Varada" adlı 15 bin mısralı Abhazca şiirler, Abhazca Türkçe sözlük(Tahminen 200 bin
kelimelik), "Yaradılıştan Bugüne Kadarki Abhazca Kelimeler ve Yabancı Dillere Yayılışları", "Abhazca'nın Grameri", v.s."
Ömer amcanın kendisiyle ilgili olarak anlattıkları bu kadar. Hazır dediği kitaplarının bazıları sonradan yayınlandı. Bu biyografiyi yazdırdığı tarihten
bu yana 19 sene geçti. Elbette eksik ve değişen bilgiler var. Onların bir kısmını da Sayın Sefer Ersin Berzeg'in
"Kafkas Diasporası'nda Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü (Samsun-1995)" isimli kitabından tamamlayalım:
"... Anadolunun çeşitli yörelerinde mesleğiyle ilgili görevlerde bulunduktan sonra birinci sınıf orman başmühendisi olarak emekli oldu(1964) 1950'li yıllardan başlayarak Türkiye'de "Yeni Kafkas"(İstanbul), "Kafkasya"(Ankara), "Kuzey Kafkasya(İstanbul), "Kafkasya Gerçeği"(Samsun) dergilerinde, Kafkas-Abhazya'da ise "Alaşara"(Aydınlık) ve "Apsını Kapşı" (Kızıl Abhazya" dergi ve gazetelerinde araştırma yazıları ve şiirleri yayımlandı. Abhazca şiirleri biyografisi ile birlikte Sohum'da basıldı(1992). Hakkında belgesel
bir TV filmi çekildi.(1991) Abhazya Cumhuriyeti Hükümeti tarafından "Dirmit Gulya Devlet Ödülü" ile onurlandırıldı.(1992). Bazı şiirleri Abhaz
kompozitörler tarafından bestelendi.
ESERLERİ
"Abhaz Mitolojisi Anaç mı?"(İstanbul 1971), "Hz.İbrahimle Awubla ve Kafkaslılar"(İstanbul 1975), "Kafkas Kaynaklarına Göre İlk
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.